26 Haziran 2012 Salı

SURİYE'YLE YENİ DÖNEM...

22 Haziran 2012 tarihi, Türkiye-Suriye ilişkilerinde yeni bir dönemin başlangıcı oldu. Mart 2011'den beri iki ülke ilişkilerinde gerilim yaratan ve Esad rejimini hedef alan "gecikmiş Arap baharı", sonunda Türk uçağının Suriye tarafından düşürülmesiyle "sıcak temas"ı içeren bir düzeye ulaştı.
Sayın başbakanın hafta sonunda askeri yetkililer ve muhalefet liderleriyle yaptığı temaslardan sonra, bugünkü AKP meclis grubunda yaptığı açıklamalarda dikkat çeken hususlar şöyle:
1- Suriye'ye yönelik askeri angajman kuralları değişti. Yani Suriye artık askeri konularda bir "tehdit" olarak algılanacak ve askeri uygulamalar "dost" bir ülkeye yönelik biçimde olmayacak.
2- Hür Suriye Ordusu'na yapılan yardımlar bizzat Erdoğan tarafından ifade edildi. Türkiye artık Suriye muhalefetine verdiği desteği alenen yapacak.
3- Suriye sınırına 26 Haziran (başbakanın konuşma yaptığı gün) yoğun yığınak yapılmaya başlandı.
Bu çerçevede özellikle isim verilmeden Rusya'nın faaliyetlerine de atıf yapıldığı anımsanırsa, Türkiye açısından "zorlu" bir sürecin başladığını görebiliriz.
1957 ve 1998 krizlerinden sonra, 3. kez iki ülke "savaşın eşiğine" gelmiştir.
Bazı medya organlarının değerlendirmesiyle "tarihi konuşma"nın yapıldığı gün, NATO zirvesi, 4. madde gündemiyle Türkiye hakkında toplandı. "Siyasal bağımsızlık", "toprak bütünlüğü" ve "güvenlik" tehdidi duyan NATO üyesi ülkelerin, "danışma çerçevesinde" toplanma talebini öngören 4. madde "kollektif savunma"yı içeren "5. madde" konusunu getirmedi. Bizzat NATO genel sekreteri "5. madde gündeme gelmedi" diyerek, Suriye'ye bir NATO operasyonuna "yeşil ışık" yakmadı.
Batılı başkentlerin "Suriye krizi"nde, Türkiye bölgedeki "tek NATO üyesi" olarak, neredeyse ön plandaki "tek ülke" konumunda kaldı.
Rusya ve Çin'in "askeri desteği"ni, İran'ın müttefik takviyesini hisseden Suriye'nin "krizde geri adım atmaması", Türkiye'nin duyurduğu adımlar açısından ne anlam içerecektir? Göreceğiz.
İsrail ve Suriye gibi, "kağıt üzerinde" hala savaş halinde olan 2 ülkeyle eş zamanlı olarak yaşanan "siyasal gerginlik ve kriz hali", her iki ülkeden beklenen "özür ve tazminat" taleplerinin yerine gelmeyişi, Ortadoğu'da "bölgesel liderliğe" oynadığını vurgulayan AKP iktidarı açısından önemli zafiyetler getirmiştir.
Irak'ta Maliki hükümetinin "düşman devlet" olarak tanımladığı ülkemizin, Kürt yönetimi ve Sünni Araplar'la mesaisi, Suriye konusunda olduğu gibi, Irak'ta da İran'la "siyasal rekabet" yaşadığını göstermektedir.
Suriye konusunda gelinen nokta, Türkiye açısından "savaş riski"ni yoğunlaştırmıştır. Terörün "asimetrik tehdit" olarak neredeyse her gün can aldığı, şehit verdiğimiz bir zeminde, Suriye krizi sadece askeri alanda değil, terörde de kendini gösterme durumundadır.
Suriye'de Hür Suriye Ordusu'yla anlaşmış ve Kuzeydoğu Suriye'de kendi yönetimini kurmaya hazırlanan PKK, Kürdistan Bölgesel Yönetimi'nin kontrolündeki Kandil'de yapılanan söz konusu örgüt, boşluktan yararlanma konumundadır.
Türkiye de "kendisinin olmayan bir savaşa" sürüklenme tehlikesi ile karşı karşıyadır.