23 Ağustos 2017 Çarşamba

ORTADOĞU'DA KÜRESEL MUHAFAZAKARLIK VE YENİDEN REALİZM...


http://www.sosyaldemokratdergi.org/deniz-tansi-ortadoguda-kuresel-muhafazakarlik-ve-yeniden-realizm/

Tarihsel süreç içinde, büyük güçlerin rekabet ve savaş alanı olan Ortadoğu, ne yazık ki akıllara; kan, gözyaşı, çatışma ve terörle geliyor. Trump’ın ABD başkanlığı görevini üstlenmesinden sonra farklı bir Ortadoğu tasarımıyla karşı karşıya gelinmiş görülüyor. Her ne kadar özde bir değişiklik kaydedilmiyorsa da,  Obama dönemindeki “sözde Arap Baharı”, “ılımlı İslam”, “İhvan” ve “Katar” başlıklı siyasalar, artık değerini yitirmiş gözüküyor.
Obama; “piyasa ekonomisi”, “biçimsel demokrasi” ve “İslamcı” akımlar arasında bir ilinti kurarak bölgedeki değişimi -deyim yerindeyse- değerlere dayalı, İslamcı bir demokrasiyle yerine getirecek bir arayış içindeydi.  Bu anlayış ise, “neo-con” Oğul Bush ve ekibinin 11 Eylül 2001 sonrası Ilımlı İslam arayışlarının “liberal” bir uzantısıydı. Obama, savaş yerine iç siyasal mobilizasyonla, 1980’lerin sonunda Doğu Bloku’nun yıkılmasında tanık olunduğu üzere, Ortadoğu’da da İslamcı ağırlığı olan “halk ayaklanmaları” yoluyla özgürlüklerin sağlanacağı gibi oksimoron bir siyaset güttü.
Ortadoğu’da Trump faktörü
Sonuçta, Libya’da devlet fiilen ortadan kalktı ve Suriye kaosunda logaritmik bir sıçrama gösteren IŞİD -Irak içlerinden Suriye’ye kadar uzanan- “kapkara bir imparatorluğa” dönüştü. Mısır’da İhvan en fazla bir yıl iktidar oldu; Mübarek’i deviren askerler Mursi’yi de devirerek, Suudlar’ın ve Körfez ülkelerinin sponsorluğunda, Batı destekli bir darbeyle Genelkurmay Başkanı Sisi’yi ülkenin başına geçirdiler.  Bu dönemde, “sözde Arap Baharı”nın merkezinde Suriye yer almıştı. “Esad gidecek, İhvan gelecek” sloganında, Türkiye’deki siyasal iktidar da heveslenirken; ortaya Rusya’nın ağırlığının arttığı, askeri, iktisadi ve sosyal açıdan nüfuz ettiği, haritası bölünen bir Suriye coğrafyası çıktı.
Obama sonrasında Trump, Rusya ile birlikte “IŞİD karşıtı siyasete” ağırlık verirken, yine Rusya ile beraber Suriye’de PYD yapılanmasına “IŞİD karşıtlığı” çerçevesinde destek verdi.  25      Eylül 2017’de bağımsızlık referandumuna hazırlanan Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin Başkanı Barzani de, hem siyasal iktidarın, hem de ABD’nin en sağlam müttefiklerinden biri olarak güçleniyor.  Trump, bölgeye gerçekleştirdiği ziyaret öncesi Mısır devlet başkanı Sisi’yi en iyi şekilde ağırlayarak, tercihlerini vurguladı. Bölgedeki temaslarında ise Suudi Arabistan, İsrail ve Vatikan ön planda konumlandı.
Trump, Suudi Arabistan’ın bölgede ABD siyasetindeki konumunu merkezi zemine alırken, 110 milyar dolarlık silah satışı anlaşmasıyla net mesajlar verdi. İsrail’i ABD’nin “stratejik ortağı” olarak yeniden ön plana çıkardı; Obama döneminde yara alan ilişkileri onardı. Suudi Arabistan’la Sünni İslam’a, İsrail’le Yahudi dünyasına, Vatikan’la ise Katolik Hıristiyan dünyasına seslendi. Huntington’ın “medeniyetler çatışması” tezinde, dinlere dayalı uygarlıklar çatışmasına başka bir pencereden bakarak, bu sefer yine dinler üzerinden “uygarlıklar uzlaşması” tasarımını ortaya koydu. Dikkat edilecek olursa, ister “çatışma” isterse de “uzlaşma”da referans, dinler üzerinden veriliyor ve her ikisinde de muhafazakar bir siyaset anlayışı öne çıkıyor. Trump’ın muhafazakarlığında, ülkelerin rejimlerinde demokratik bir nitelik aramayıp her rejimi olduğu gibi kabul ederek, stratejik işbirliği ve elbette ABD çıkarları kutsanıyor. Bu yüzden, Suud rejimi ile İsrail siyaseti gibi çok zıt gözüken yapılar ABD siyasetinde belli bir yüzeye yerleşiyor.
Katar krizi ve Türkiye
Bu bağlamda ise “İran karşıtlığı” çok daha fazla pekiştiriliyor. Zira Suud ve İsrail rejimlerinin ortak düşmanı “İran tehdidi” olarak gündeme geliyor. Tam da bu noktada, “Katar krizi” bir başlık olarak yükseliyor. Basra Körfezi’nde İran’la ortak doğal gaz alanları, Hamas’a gösterdiği ev sahipliği, sözde Arap Baharı sırasında İhvan’a verdiği destek ve El Cezire’yi “bölgesel bir CNN” gibi kullanarak Ortadoğu’da “canlı yayında halk devrimleri” örgütlemesi Katar’ı hedef ülke haline getirdi.
Türkiye’de siyasal İslam zeminindeki siyasal iktidar, Suudi Arabistan’la ilişkilere her zaman özen gösterirken, “Katar krizi”nde, simgesel bir askeri üsle, sürece ortadan dahil oldu. Suudi Arabistan’a ve Körfez ülkelerine meydan okurken, Suriye’ye olası yeni askeri operasyonlar için sinyaller verdi. Ancak ABD’nin Suudi Arabistan ve Körfez ülkeleri, İsrail, Mısır, Ürdün temelindeki siyasetinde, Türkiye’nin tamamen sistem dışına çıkacağı beklentisi boşunadır. Nasıl bir zamanlar Suriye üzerinden bölgesel liderlik taslanmaya çalışılmışsa, Katar krizinde bu ülkeyle “ikili bir değerli yalnızlık” ya da ayrı bir merkez olmaya mı çalışılmaktadır? Rusya’yla yakınlaşan siyaset, Suriye’deki siyasette tamamen ters düşmektedir.
Bu bağlamda, Trump’ın siyasetinde “demokrasi ihracı” değil, muhafazakar siyasetin uluslararası ilişkilerdeki realizmi gündeme gelmekte; bir zamanlar Türkiye-Suriye-Mısır üzerinden düşünülen “İhvan kuşağı” çok hızlı biçimde tarihin arşivinde sararmaktadır. Siyasal iktidar ise, “değerler” ve “realizm” ikileminde, daha önce defalarca görüldüğü üzere, yine kısa sürede realizmle nikah tazeleyecektir.
*Deniz Tansi
Yrd. Doç. Dr., Yeditepe Üniversitesi
dtansi@gmail.com

21 Ağustos 2017 Pazartesi

BARZANİ REFERANDUMU NE ANLAMA GELİYOR?


http://politikaakademisi.org/2017/08/21/barzani-referandumu-ne-anlama-geliyor/

25 Eylül 2017’de düzenleneceği açıklanan, Irak anayasasına göre Kürdistan Bölgesel Yönetimi olarak adlandırılan Barzani bölgesinin “bağımsızlık referandumu”, pek çok soru işaretini de beraberinde getiriyor. 30 Ocak 2005’te, ABD vesayetinde oylanan Irak anayasa referandumunda, Barzani’nin kontrolündeki bölgede, gayrı resmi bir sandık konularak, sözde bağımsızlık referandumu da eşzamanlı yapılmış ve % 99’a yakın “evet” oyu verildiği açıklanmıştı. 12 yıl sonra ikinci kez gündeme gelen 2017 model “sözde bağımsızlık referandumu” arefesinde, aradan geçen pek çok olay ve olgu olduğunu not etmek gerekmektedir.
1991’deki Birinci Körfez Savaşı’nın ardından, Saddam’ın Barzani ve Talabani güçlerine karşı geçtiği saldırı sonrası, Türkiye’nin BM Güvenlik Konseyi’ne başvurusu üzerine, 36. paralelin kuzeyi Saddam’a “uçuşa yasak bölge” haline getirilmiş, bölgenin güvenliği de İncirlik üssünde konuşlanan uluslararası Çekiç Güç’e verilmişti. Bu bölge, 1991-2003 yani iki körfez savaşı arasındaki dönemde, bir antiteye yani siyasal varlığa dönüştü. Türkiye ve Ortadoğu’da ilginç olan konu, Britanya ve Rusya arasında “Şark Meselesi”nin yaratıldığı, 19. yüzyılın son çeyreğinden itibaren Batı vesayetinde bir Kürt bağımsızlığı ya da Kürt hareketinin farklı vesilelerle gündeme gelmiş olmasıdır. 1881’de, ilk modern Kürt isyanı sayılan Şeyh Ubeydullah isyanından beri, bu çelişki, çeşitli vesilelerle yaşanmaktadır.
Benzer durum, Sevr’deki ”Kürt özerkliği” ya da Ulusal Kurtuluş Savaşı sürecinde yaşanan “Koçgiri isyanı”, Cumhuriyet sonrası “Şeyh Sait isyanı”nda defalarca tekrarlanmıştır. Önceleri İslamcı hareketlerle anılan bu ayaklanmalar, 1950’lerde Ortadoğu, 1960’lardan itibarense Türkiye özelinde sol hareketlerle harmanlanmış, hatta günümüzde Türkiye’deki sol siyasetin üzerinde tahakküm kurmaya varan bir çerçeveye ulaşmıştır.
Peki Barzani bu fotoğrafın neresindedir. Baba Molla Mustafa Barzani, 1958’de General Kasım’ın  darbesinden sonra, SSCB’den Irak’a dönmüş; ancak beklediği özerklik vaadi yerine getirilmeyince, 1962-1975 arasında Şah’ın İran’ı ve İsrail’in ABD öncülüğündeki desteğiyle, “büyük ayaklanma”yı başlatmıştı. Türkiye’de feodaliteyi diline dolayan sol hareket, Barzani’nin aşiret özelliklerine yok saymış, farklı bir sentez arayışına girmişti. Ancak hesap etmedikleri, Barzani’nin olağanüstü “esnek” siyasetiydi. Sözgelimi SSCB destekli Baba Barzani, SSCB’den Irak’a döndükten sonra, ayaklanmasını ABD patronajında gerçekleştirmişti.
1991 sonrası oğul Barzani, aşiret özellikleri, İslami karakteri ve Nakşibendi kökleriyle, daha çok kendini göstermeye başladı. İran-Irak Savaşı sürecinde hareket serbestisi kazanan Barzani, iki körfez savaşı arasında önce Talabani’yle çatıştı, sonra Türkiye-ABD aracılığında Talabani’yle uzlaştı, Irak anayasasıyla “özerkleşti”, hatta bir ara “Yahudi” olduğu söylentisiyle İsrail’le geleneksel bağını güçlendirdi ve bugün de bağımsızlık için nabız yokluyor. Öte yandan, Türkiye’de iktidar partisinin (AKP) büyük kongresinde “Türkiye seninle gurur duyuyor” sloganıyla karşılandı ve Nakşi-İslamcı yönüyle Türkiye’de muhafazakarlığın İslamcı yönünü ve ortak paydasını vurgulamasına vesile olundu. “Kemalist Cumhuriyet”e karşı olma parantezinde, “sosyalist sol”dan “İslamcı sağ”a uzanan geniş bir politik spektrumun aktif ya da pasif desteğini aldı.
Belki bugün “bağımsızlık” Barzani açısından biraz daha vade gerektiriyor. Ancak artık imkansız değil; sadece zamanlama meselesini içeriyor. Suriye’deki “PYD” terörüne karşı, daha “zararsız”, Britanya ve ABD hattındaki “bizim çocuk” Barzani’ye karşı, bölgesel bir hareketin mimarisi gerçekten çok zor. İran Genelkurmay Başkanı’nın Türkiye ziyareti, bölgesel bir hareketin emaresi gibi görülse de, fazlaca anlam yüklenen bir teması andırıyor. Zira Barzani, Batılı güçlerin yanısıra, Rusya’yla da dengeli bir siyasetle, sosyalist, İslamcı, sağcı, solcu, bölgesel-bölge dışı güçlerle oldukça pragmatik bir diplomasi ve yaklaşımla adım adım hedefine ilerliyor.
Suriye’de Kürt bölgesiyle, Barzani bölgesi, “büyük Kürdistan” haritasını oluşturur mu? Bu birleşik harita Akdeniz’e bu vesileyle ulaşır mı? Fazlaca komplo teorisi kokan bu zihni egzersizler, Barzani’ye sadece hareket alanı kazandırıyor. İktidar partisi delegelerinin “Türkiye seninle gurur duyuyor” diye slogan attığı, en sekülerinden, en muhafazakarına Türk burjuvazisinin 1200 şirketi ve daha fazlasının iş yaptığı, İsrail’in Mistaravim grubunun Peşmergeler’i eğittiği, ticari ve sınai yatırım yaptığı, ABD üslerinin arttığı, Rusya ve Çin yatırımlarının yoğunlaştığı Barzani bölgesi, olanca rahatlığıyla bu ya da bundan sonraki referandumlarla kendisine bir meşruiyet alanı çiziyor. Bölgesel ve bölge dışı güçler de, bu tarihi sürece tanıklık ediyor ve bu süreci işbirlikleriyle güçlendiriyor.
Yaşanan tarihsel dönüşüm; Musul, Kerkük meselesi, Irak merkezi yönetiminin olası tepkisi, çöken IŞİD sonrası ortam derken, bölgedeki parçalanan Araplar, devletleşen Kürtler ve seyirci ülkelerle ilginç bir tabloyu ortaya koyuyor…

Yrd. Doç. Dr. Deniz TANSİ