25 Ocak 2016 Pazartesi

2019'DA SIRADAN BİR GÜN...

2019'a girerken, yine sokaklarda kaos ve eğlence vardı. Ne çabuk ta geçmişti zaman. Siyasal iktidar, geçen yıllar içinde, yine "paralel" bir "öteki" bulmuş, HDP ise yaşananlara rağmen, 2019'da 4. bir sandık konulduğu takdirde, başkanlık-özerklik satrancı nerede sonuçlanır diye merak eder olmuştu. MHP, 2018'deki "olağan" kurultayında, yine "devlet"in başına Devlet gelecek dese de, barajın neresinde yer alırız diye egzersiz yapıyordu. Ana muhalefet ise, 2019'a ancak yetiştirebildiği kurultay takvimini, bu sefer seçim öncesi gerçekleştiriyor, kongrelerde yine "demokrasi" kazanıyor, parti "umudu örgütlüyor", kadınlar ve gençlerin listelerde ne kadar ağırlıklı yer aldığı konuşuluyordu. Mahalle delege seçimlerinden, ilçe ve il kongrelerine, oradan da kurultaya dek, sosyal medya hesaplarından, "demokrasi şölenleri" paylaşılıyor, kazanan ekip sevinçten şampanya patlatıyor, kaybeden ekip kederden efkar dağıtıyordu.
Bu arada olsun, "eğitim-öğretim birliği" artık resmen de tarih oluyor, içimizdeki Suriye büyüyor, zengin daha zengin oluyordu, ancak halk "bizi" anlamıyor, siyasal iktidar, yeni bir yerel seçim, cumhurbaşkanlığı (belki de başkanlık) ve genel seçim zaferine hazırlanıyordu. Ne var ki önemli olan, bizi anlamayan halkın "umudunu örgütlemek", erken seçim olmadığı takdirde "ön seçime hazırlanmak" ve kurultay öncesindeki geceyarısı, bir günde partili olup, genel başkan yardımcısı olmaktı. Niye, çünkü bu halk "vasat"tı, anlamazdı, ama niye bize oy vermiyorlardı???
2019 kayıp olabilirdi, fakat sırada 2023 vardı. Mahallelerden başlayarak, ilçe, il ve kurultay takvimi, 2022'de toplanabilir, 2023'de belki, 100. yılında, devleti kuran yapı, kurucusunun resimlerinden rahatsız olan yöneticiler de olsa, iktidar olabilirdi. Bu arada, 2027'yi de unutmamak lazım. 2023'deki olası kayıp, 2027'de telafi edilebilirdi.
2016-2019 arasında bir sorun yaşanmış mıydı? Zaman zaman bazı yöneticiler, parti içi zaferlerin sarhoşluğuyla, iktidarın kazanıldığını düşünmüşlerdi, ki neyse yerel iktidarlar vardı. Sonuçta her şey o kadar da kötü değildi.
Arada hafıza kaybı olduğu için unutmuşum, Suriye'de neler olmuştu? Esad hala sarayda mıydı? Yoksa Rusya vesayetinde Doğu Akdeniz-Kuzey Suriye hattında bir federasyon mu kurulmuştu? Çöl, IŞİD'e mi kalmıştı? O da ne? IŞİD arama kayıtlarında, 2019'da yok mu? Herhalde, kullanım müddeti bitmişti. Barzani'nin devleti sağlamdı, zaten iktidar partisinin yıllar öncesindeki büyük kongresinde, kendisiyle "Türkiye gurur duymuştu". İran mı, o çoktan küresel sisteme girmişti, ABD'yle işler ekonomik bağlamda da bir hayli ilerlemiş, Suudi Arabistan ise yeni hamleler yaratmak durumunda kalmıştı. Ancak ne ABD ne de Rusya savaş istemiyordu. Zannederim 2019'un çok öncesi, İsrail'e elçi gönderdik, doğal gaz anlaşmaları da yürürlüğe girmiş olması lazım. Şimdi de neo-liberaller bölündü. Kimi iktidar partisinde, kimi ana muhalefette, kimi diğer muhalefet partilerinde kaldı; bir bölümü de rejim muhalifi rolü oynuyor. ABD'den üst düzey misafirler gelince de çok seviniyor, kendilerinin kurtarılacağını bekliyorlar. Terör maalesef yine vuruyor, her seferinde teröre kesin darbe indiriliyor?
Neyse 2016'dayız, daha "umudu örgütlemek", Sol'dan neo-liberalizme, oradan İslamcılık'a kadar, epey bir yolumuz var.
Atatürk, Cumhuriyet, Aydınlanma, Sosyal Demokrasi/Demokratik Sol mu?
Arama kayıtlarında rekor kırsa da, nedense hala çok fazla gündeme gelmiyor?    
Ancak iş işten de her gün geçmeden duramıyor....

11 Ocak 2016 Pazartesi

MERKEZİ YENİDEN İNŞA ETMEK...

Türkiye'de siyaset, her geçen gün, sinirleri bozan, çözüm üretemeyen, kutuplaşmaya dayanan ve içine düştüğü kısır döngüyü aşamayan bir görüntü çizmektedir. Parlamentoda yer alan siyasal partiler, büyük oranda oyları konsolide etmelerine karşın, halen siyaset meclis duvarlarına sığmamakta, 13 yılı aşan ve oylarıyla konumunu pekiştiren siyasal iktidar da, bir türlü istikrar algısı oluşturamamaktadır. Dış politikada yaşanan başarısızlık, ekonomide artık günlük yaşama yansıyan toplumsal rahatsızlık, terörle mücadele ve müzakere arasındaki zikzaklar, insani anlamdaki sorunlar; çok karamsar bir tablo yaratmakta, ancak tüm bunlara karşın siyasal anlamda, iktidara karşı bir ağırlık merkezi, gerçekten yeni bir seçenek ortaya konulamamaktadır. Zaten sorunun başladığı yer de budur.
Yasama organı, bir bakıma Lübnan parlamentosuna benzer, bir kimlik temsili platformuna benzetilmeye çalışılmaktadır. Ülkenin "ana akım" siyasetinde, hangi siyasal yapılar göze çarpmaktadır? Sadece CHP mi? Yoksa CHP, var olan siyasal spektrumda, her seçimde, muhafazakar, milliyetçi çoğunluğa kaybetmeye mahkum bir siyasal organizasyona mı dönüştürülmek istenmektedir? Yaşam tarzı kaygısının ötesinde, son yıllarda etnik ve İslamcı siyasetten yapılan transferler, oy getirmediği gibi, "evdeki bulgurdan olma" gibi bir riski de barındırmaktadır. MHP, iktidar partisiyle beraber paylaştığı Sağ monoblok seçmen kitlesinde, iktidar partisine benzeyerek, bir "çıkış umudu" yakalamaya çalışsa da, siyasal açıdan neredeyse bir "var oluş sorunu"nu sergilemektedir. HDP ise, etnik ve teröre prim veren siyasetiyle, sorunlara çözüm getirmekten çok uzaktadır.
Siyasal anlamda iktidar-muhalefet dengesi ve iktidarların değişebilirlik skalasıyla ilgili, şimdiye kadar kesin bir formül üretilememiştir. Ne var ki, söz konusu rekabetin gerçekleştiği alan, siyaset sosyolojisinde, hangi sorularla açıklanabilir? "Ana akım", toplumun siyasal kültür ve değerlerini, devletin siyasal devamlılığını ifade eden bir "ortalama çoğunluğu" mu dile getirmektedir? Bu zeminde, İslamcı bir siyaset dilinin, günlük yaşamdan, kültürel hayata, oradan siyasal alana dek kapsayıcı hale geldiği bir zeminde, siyasal iktidar dışındaki partiler, "hepsi" ya da "ötekiler" seçeneği ile mi tanımlanacaktır?
İktidar olabilmek ya da en azından siyasal konumu korumak adına, iktidara benzeşmek gayreti, gün geçtikçe hegemon olmaya çalışan siyasete teslim olmak anlamına mı gelecektir? Gelgelelim, siyasal iktidar, Gramsci'nin anlatmaya çalıştığı çerçevede, bir "tarihsel blok" oluşturmaktan uzaktır. Göstergeler üzerinden yapılan ve medyayı da kendi kullanımı tekeline altına alan anlayış; egemen sınıf ilişkileri zemininde, "saf" bir sınıfsal-kültürel yapıyı inşa edememekte, siyasal-toplumsal kodlarını yerleştirememektedir. Zira, hegemon bir sınıfın kuracağı üst yapı ilişkileri, hem tarihsel, hem iktisadi, hem de küreseldir. Tüm bu bileşkelerden ortaya çıkan sonuç, ne kadar oy alırsa ve ne kadar iktidarını uzatırsa uzatsın, siyasal iktidarda geçerli olan "çatışmacı" kültür, hem Türk siyasal yaşamının geleneklerine uymakta, hem de özgün bir siyaset inşası olanağı sağlamamaktadır.
Bu bağlamda, otoriter ve çatışmacı kültürle, imparatorluktan Cumhuriyet'e uzanan siyasal gelenek, 21. yüzyılda demokratik bir seçeneği yaratamamak gibi bir durumla karşı karşıyadır.
Sonuçta ülkenin geldiği nokta, orta gelir tuzağını aşamayan, yüksek teknoloji üretemeyen, eğitimi gün geçtikçe nitelik kaybeden, "ara eleman" yetiştiren bir manzarayı resmetmektedir.    
Türkiye'nin siyaseten kalbi deyim yerindeyse "orta sınıf"ta atmaktadır. Öte yandan "yaratıcı sınıf" hem ülkemizin, hem de dünyamızın geleceğidir. Entelektüel sermaye, inovasyonu üreten zihni serrmaye, imalat ve hizmet sektörü dahil, pek çok katma değer yaratma potansiyeli olan, iktisadi zeminlerde ön plandadır.
Türkiye'nin, gerek bölgesel, gerekse küresel yüzeyde, var olan kutuplaştırıcı ve ötekileştirici siyaset alanını bozması ve yeniden atılıma geçmesi  için, "stratejik oyun değiştirici" siyasal aktör//aktörlere gereksinimi bulunmaktadır.  
Neo-liberalizmin bir önceki versiyonuna takılarak, siyasal açıdan tükenmiş birtakım siyasetçileri ithal ederek değil, şimdiye kadar siyasetle uğraşmamış kesimleri, siyasete dahil etmek gerekmektedir. Bunu hangi siyasal yapı üstlenebilirse, sürekli tekrar eden, aynı sonuca yaslanan siyaset denklemini bozar. Yeni bir yapı bunu ortaya koyabilir mi? Bu soruyu yanıtlamak  oldukça zor, tartışmaları ise spekülatif ve erken olarak değerlendirilebilir.
Türkiye'nin "ana akımı"nı, Cumhuriyet'in kurucu değerleri, demokrasinin vazgeçilmez temelleri ve pazar ekonomisyle, toplumsal adaleti dengeleyecek, ülkenin geleneksel değerlerini, muhafazakarlaşmadan, kamusal-siyasal alana taşıyacak bir aydınlanmacı sentezin üretilmesi gerekmektedir. Bu da, toplumsal ve siyasal bağlamda ana akımın, diğer deyimiyle merkezin yeniden yapılanmasıyla söz konusu olacaktır. Siyasal spektrumun yeniden inşası, demokratik süreçler içinde tamamlanmak durumundadır.
Yoksa, İsmail Cem'in yazdığı üzere, "geri kalmışlığın tarihi"ni yineleyip dururuz...