14 Aralık 2018 Cuma

FIRAT'IN DOĞUSU'NDAKİ DENKLEM...

2011 Mart'ında Suriye'de o zamanki adıyla sözde Arap Baharı'nın yansımasıyla başlayan kaos, ABD açısından Esad'ı devirme, bölgesel oyuncular açısından "Suriye İhvanı"nı iktidara getirme gibi birtakım fantezilerle yol almıştı. Oysa Suriye kaosu 5. yılında ülkemiz açısından çok farklı bir tablo yaratmıştı. Şöyle ki, siyasal hesaplar, Suriye'de "ılımlı İslam zemini"nde bir İhvan kuşağı talebini öngörürken, bu ülke içinde, Irak'tan doğan, Suriye derinliğine uzanan bir IŞİD kabusunu ortaya koydu. Bu terörist örgütün elemanları, Batı ülkelerinin "maceracı ve sadist" unsurlarından oluşurken, hedef olarak belirlenen Irak-Şam'daki "Şam" vurgusu, sanıldığı gibi Suriye'nin başkenti Şam'ı değil, Levant denilen Hatay'dan Sina yarımadasına uzanan Doğu Akdeniz sahilini ifade ediyordu. O sahil ki, doğal gaz, balıkçılık, askeri konular dahilinde, bugün de Yunanistan'dan İsrail'e, oradan Mısır'a ulaşan çerçevede "münhasır ekonomik alanlar" büyük parantezinde ülkemizin ulusal çıkarlarını zedeleyen bir aşamayı yansıtıyor.
2016 itibarıyla, Suriye ve Irak'ta devlet yapılarının IŞİD dahil farklı terörist örgütlerin elinde parçalandığı, Ortadoğu'nun hızla "devletsizleştiği" bir durum muhatap alınırken, bölgede bir başka terör yapılanmasının, PKK terörünün Suriye'deki PYD şubesinin genişlemesi somut bir zemine geldi. Zira Batı ve Rusya dahil, bölgedeki küresel güçler, "IŞİD'le savaşma" adına PKK/PYD terörüne meşruluk kazandırdılar. Dünya kamuoyunda artan meşruiyeti ve prestijiyle PKK/PYD, IŞİD'in gerilediği alanlarda bir başka "terör antitesi" kurmaya başladı.
Türkiye bu konudaki değerlendirmelerini uluslararası yüzeyde her defasında dile getirmesine karşın, ABD'nin değişen hesaplarıyla yalnızlık hissetmeye başlamıştı. İşte bu noktada 15 Temmuz 2016'da FETÖ'nün darbe girişimi oldu. O dönemde yaşanan "değerli yalnızlık"ta, Kasım 2015'te düşürülen Rus uçağı, gerilen Türk-Rus ilişkileri de durumu pekiştirmişti. ABD-Rusya ile hızla bozulan ilişkilerde, 15 Temmuz bir dönüm noktası oldu. Rusya bu darbe girişiminin bastırılmasında  Türkiye'ye siyasal destek verirken, ilişkiler düzelmeye başladı. Türkiye "değerli yalnızlık" konumundan kurtulurken, söz konusu Türk-Rus yakınlaşmasının en önemli sonuçlarından biri Ağustos 2016-Mart 2017 arasında gerçekleşen Fırat Kalkanı harekatı oldu. Böylece "Fırat'ın batısı"nı "kırmızı çizgi" ilan eden Türkiye, Menbiç dışında bu hatta PKK/PYD'nin Menbiç-Afrin arasındaki birleşmesini engellemiş oldu. Özgür Suriye Ordusu'ndaki yerel unsurlarla realize edilen harekat, PKK/PYD'yi "Fırat'ın doğusu"na yaslandırırken, Türkiye'nin güney sınırlarında bölücü terör örgütünün kuşağı engellenmiş oldu. PKK/PYD'nin Akdeniz hayalleri engellendi.
Ne var ki, Fırat Kalkanı bölgesinin batısında, Hatay ve Gaziantep illerinin sınırındaki Afrin bölgesi, PKK/PYD'nin bu bölgedeki ayakta kalan unsuru olarak, Fırat Kalkanı'ndaki konumu da tehdit edecek bir durumu ortaya koyuyordu. Bunun üzerine, belli girişimlerin ardından, Ocak-Mart 2018'de Afrin'e Zeytin Dalı Harekatı düzenlendi. Yine ÖSO unsurlarıyla yapılan işbirliğinde, totalde "Fırat'ın batısı" kontrol altına alınmış oldu. ABD ile gerçekleştirilen temaslardan sonra, süreç uzatılsa da Menbiç'ye yani PKK/PYD'nin "Fırat'ın batısına" taşan alanında 2018 sonbaharında Türk-ABD askeri devriyeleri ortak gezmeye başlama durumuna geldi.
Bununla birlikte, ABD'nin "Fırat'ın doğusunda" gözlem noktaları kurma kararı, Pentagon'un Türkiye'nin "Fırat'ın doğusuna" olası bir operasyonuna karşı verdiği uyarılar, yine Türk-ABD ilişkilerinde kırılma noktalarını gündeme getirdi. Cumhurbaşkanı'nın "Fırat'ın doğusuna" operasyon sinyalleri, PKK/PYD terör antitesinin "IŞİD'le mücadele" bahanesiyle sadece sınır boyutunda değil, aslında Suriye'nin doğusunda hatta Irak'ta Sincar boyutundaki PKK terör unsurlarıyla, devletsizlik boşluğunda fiili bir durumu işlemeye başladığını gösteriyor. Türkiye 2018 baharında daha kapsamlı müdahalelerle Batı medyasının Dicle Kalkanı olarak adlandırdığı operasyonları Irak'ta yapmıştı, bugün de devam ediyor.
Dolayısıyla "Fırat'ın doğusu" Irak içlerine, oradan Suriye'nin güneydoğusuna sonra da yukarıda ülkemizin birliğine tehdit teşkil edecek, ABD desteğiyle bir oldu-bitti yaratacak potansiyele sahip. Bölünen Suriye'den yeni bir etnik parça koparmak ya da olası bir gevşek federalizmde "kanton" adı altında PKK/PYD özerkliği kazanmak, ciddi bir aşamaya ulaşmıştır. Rusya, "Suriye Levantı"ndan Halep'e yönelen bir "Esad-BAAS butik Suriye"si ile Doğu Akdeniz'e Tartus deniz üssüyle yerleşirken, ABD yatırımını PKK/PYD antitesine mi yapmaktadır? Rusya ile yakınlaşan Türkiye'yi PKK/PYD uğruna kaybetmeyi göze mi almaktadır? Bir soru daha, aslında 1990'lardan, Körfez Savaşları'ndan beri ABD bölgede bir Kürt devletini zaten tasarlamakta ise, PKK/PYD bu tasarının neresinde yer almaktadır. Suriye-Irak'ta kaybolan merkezi otorite, Irak'ın kuzeyinde Barzani ile doldurulurken, Fırat'ın doğusundaki Suriye'de PKK/PYD ile mi doldurulacak, buradan bir başka "büyük hayale" mi ulaşılacaktır?
Türkiye'nin planladığını duyurduğu harekat, Fırat Kalkanı ve Zeytin Dalı Harekatı'nın devamı olarak gözükmektedir. Ancak ABD, geriye kalan alanda ne tür bir strateji izleyecektir? Belki PKK/PYD antitesi ABD gözlem noktalarının ardında Türkiye sınırından göreli olarak uzaklaşma taktiğini güdecektir. Ama bu da mevcut sorunlu zemini ortadan kaldırmayacaktır.
Denklem bu aşamada çok bilinmeyenli bir tarzda ele alınmaktadır. Ve önümüzdeki yıllardaki "yeni Ortadoğu" hesaplarını da biçimlendirecektir...

8 Aralık 2018 Cumartesi

"SARI YELEKLİLER", NEO LİBERALİZM, FAŞİZM...

17 Kasım 2018'de Fransa'da akaryakıta %23 oranında zammı protesto ile başlayan ve işçilerin giydiği "sarı yelek"le simgeleşen olaylar, neredeyse Avrupa kıtasını sarmak üzere... 4 Aralık'ta Macron yönetimi, zamla ilgili kararı 6 ay erteleyerek bir nefes almaya çalıştıysa da, 8 Aralık 2018 itibarıyla yapılan gösteri çağrıları sadece Paris ve Fransa'da değil, Belçika ve Hollanda'yı da saran bir ateşe dönüştü.
8 Aralık aslında kendi başına bir milat olarak gözükmektedir. Zira Fransa içinde yaşandığı varsayılan bir ekonomik-siyasal kriz denklemi, ülke dışına çıkarak başka başlıkları ön plana çıkardı. Bu arada Macron hükümeti de bir önceki Hollande hükümeti gibi aynı siyasetin uygulayıcısı ve kurbanı oldu. Bunun adını doğru koyalım: NEO LİBERALİZM VE KÜRESELLEŞME. Aslında bunlarla bağlantılı olan bir başka uluslar üstü olmaya çalışan örgüt te  yol ayrımına geldi. O da hiç kuşkusuz AVRUPA BİRLİĞİ...
Neo liberalizm günümüz itibarıyla çeşitli kılık ve kimliklerde karşımıza çıkabiliyor. 1980'lerde Reagan ve Thatcher gibi muhafazakarlarla, 1990'larda Blair ve Scröder gibi sol, sosyal demokrat siyasal kimliklerle yerkürede kendisini ifade etti. Kimi zaman İslamcı, kimi zaman laik, kimi zaman Katolik ya da anti semitik veya siyonizm etiketi altında belirdi. Deyim yerindeyse inanca ya da dünya görüşüne dayanan siyasetlerin içini kemirdi, siyaseti renksizleştirdi, ekonomik politikaları aynılaştırdı. Ne idi ortak söylemler: Özelleştirme, kamu harcamalarını kısma, sosyal hakları askıya alma, sosyal güvenceyi mezarda emekliliğe dönüştürme, sendikasızlaştırma, her tür demokratik hakkı ülkesine göre az ya da çok kısıtlama, kamuda reform, devlet memurluğunu sulandırma, sözleşmeli personeli kamuda yayma, taşeronlaştırma, iş güvencesini ortadan kaldırma, kıdem tazminatlarını tasfiye etme ve bu satırlara sığamayacak pek .çok başlık, birbiriyle çelişen hatta düşmanlaşan siyasetlerin ortak ekonomik-siyasal amentüsü haline getirildi.
Soğuk Savaş'ın ardından 1990'lardaki küreselleşme olgusu aslında kapitalizmin küreselleşmesi idi. Yerelleşme adı altında ulusal kimlikler yerini etnik-dinsel aidiyetlere, mikro milliyetçiliklere bıraktı. Böyle olunca, özellikle az gelişmiş ülkelerde, sınıfsal siyasetin yerini feodal değerler aldı. AB ise küreselleşmenin sonucu ya da şampiyonluğu denkleminde kendi içinde "uluslar Avrupası" mı, "bölgeler Avrupası" mı ikileminde bir indirgemecliğe mahkum oldu. AB Avrupa kıtası içinde bir ekonomik-siyasal birliği ABD'nin tarihinden kopya ederek, önce konfederal sonra federal bir entegrasyon zemininde hedefler belirlese de, Brexit ile Britanya'yı kaybettiği gibi, henüz Britanya AB'den aytılma eğiliminde değilken, İskoçya'nın Britanya'dan ayrılma referandumuyla muhatap oldu. Hala İspanya'da Katalonya'nın durumu belirsizliğini korurken, İtalya'da siyasal sürecin içinde etkin olan Lombardiya Ligi'nin kuzeyi ayırma ve ayrılma talebi yerinde durmaktadır.
AB içindeki "gümrük birliği", "ortak para birimi", "ortak ekonomik hedefler", ulusal ekonomilerin konumunu güçsüzleştirmekte, bu zeminde Almanya dışında bir yapısal-ekonomik krizden kaçış zor gözükmektedir. AB'yi "büyük Almanya" yapma kuşkusu, bu söylediklerimizi içinden çıkılmaz hale getirmektedir.
Fransa'da yaşananlar, 1789, 1830, 1848, 1871 devrimleri ya da 1968 baharından farklı özellikler taşımaktadır. İçinde farklı siyasal-sosyal gruplar olsa da, özellikle Irkçı Sağ'ın etkisi göz ardı edilmemelidir. Tıpkı Hollanda'da yaşanan gösterilerdeki Irkçı Sağ ağırlığı gibi. Zira yaşanan krizin faturası göçmen ve mültecilere kesilecek bir otoriter dönemin işaretlerini vermektedir. Bununla birlikte gösterilerde Paris banliyölerinden gelen yurttaş, göçmen ya da kaçak Afrika kökenliler, Sol gruplar, LGBT ve homofobikler, "sarı yelekliler" başlığı altında istemeden de olsa Le Penciler!le birlikte sahada hareket etmek durumunda kalmaktadırlar. Ortak bir siyasal program ve örgütlülüğün olmaması, bu devrim dalgasına benzeyen olaylarda, en örgütlü olan Irkçı siyasetin Fransa ve diğer AB ülkelerinde neo liberal küreselleşmeye karşı faşizmi bir seçenek olarak gündeme getirme potansiyeline sahiptir. Yani devrim kısacası çalınabilir.
Fransa ne 6. Cumhuriyet, ne de Sol dalganın eşiğindedir. Devrimin cumhuriyeti, aydınlanma karşıtı bir karşı devrimin istemeden de olsa karargahı haline gelebilir.
Neo liberalizme gerçekten emekçi sınıfların ve demokratik sosyalist/demokratik sol/sosyal demokratların, özgürlükleri genişleten, emek haklarını arttıran, aydınlanmacı, özgürlükçü, sosyal adaletçi, sosyal devleti güçlendiren demokratik, laik, hukuk devletini esas alan seçeneği gelmezse, Avrupa kıtası bir kez daha faşizmin dğnyaya ödettiği bir sürecin coğrafyası olabilir. Neo kolonyalizmi küreselleşme diya allayıp pullayanlar, kendi hatalarını dünyaya ödetmeye çalışıyorlar. O yüzden S.O.S