23 Haziran 2012 Cumartesi

SURİYE İLE "SON TANGO"...

Ajanslara "Türk jeti Suriye tarafından düşürüldü" başlığı düştüğünde, temkinli bir gözle, haberleri incelemeye başladım. Zira yorum medyanın değil bizzat hükümetindi. Ancak yapılan "güvenlik zirveleri" ve olağanüstü hareketliliğe karşın, sert demeçlerden ziyade "itidal" ilk planda göze çarptı. Hem Türkiye, hem de Suriye, var olan gerginliğe rağmen daha soğukkanlı değerlendirmeler yapmayı tercih ettiler.
Bununla birlikte, sürecin henüz tamamlanmadığı anlaşılıyor. Bilindiği gibi Suriye, kendi sınırlarına giren ve kimliği tespit edilmemiş bir uçağı düşürdüğünü açıklamıştı. Bir bakıma "Türk uçağı olduğunu bilmiyorduk" dediler. Sayın cumhurbaşkanı Gül'ün Kayseri'deki açıklaması ise dikkat çekici. Gül, bu çerçevede, uçağın nerede düşürüldüğünün önemini vurguluyor. Eğer Türkiye sınırlarında iken düşürülmüşse, "bunun telafi edilemeyecek" sonuçlarından söz ediyor.
Suriye'de Mart 2011'den beri devam eden "gecikmiş Arap baharı" senaryosunda son günlerde iyice sinirler bozuldu. Birkaç ayda tamamlanan "bahar serileri"ne kıyasla, 16 aydan beri bir türlü "kendi yazına eremeyen" bahar, Rusya, Çin ve İran'ın da katılacağı "büyük Suriye tatbikatı" ile suya düşme tehlikesi ile karşı karşıya kaldı.
Suriye'deki "sorunun çözülmesi" ihalesi, Batı başkentleri ve Sünni Arap rejimleri tarafından Türkiye'ye verilmeye çalışılıyor. Sayın başbakanın zaman zaman "NATO antlaşması 5. maddesi"ni içeren "kollektif savunma"yı öngören çağrısı, birkaç açıdan ele alınabilir. Türkiye'nin Libya'dan sonra NATO'yu Suriye'ye çağırması gibi bir durum olarak ta yorumlanabilir, öte yandan Türkiye'nin "tek taraflı, kendi başına" bir müdahaleden bu tür hamlelerle kaçındığı da anlaşılabilir.
Türkiye, 16 aydan beri süren ve "ölü doğuma" dönüşen, "gecikmiş bahar"da, söylemini sert kullanan bir NATO müttefiki olarak, üzerinde "müdahaleci" bir beklenti yaratılmasından rahatsız olsa da, "mülteci sorunu" karşısında, farklı bir yüzeyde değerlendiriliyor.
Hatay'daki "mülteci kampları"nda, Suriye'de İhvan'ın ağırlıkla yer aldığı rejim muhalifi Hür Suriye Ordusu'nun, sınırdan içeri girerek, eylem yapması iddiaları, Türkiye'yi Suriye konusunda doğrudan "taraf" haline getirdi. Yabancı ajanslarda, Hür Suriye Ordusu'nun CIA tarafından eğitildiği, finansmanın Suudi Arabistan, Katar ve Türkiye tarafından sağladığı savlanıyor.
İhvan ağırlıklı "Yeni Suriye" tasarımı AKP'nin kulağına hoş gelse de, Hür Suriye Ordusu "Yeni Suriye" açısından, son zamanlarda arttırdığı terör saldırılarıyla Türkiye kamuoyunun tepki ve öfkesini çeken PKK ile de siyasal diyaloğunu sürdürüyor. Çünkü PKK'nın konumu Irak'taki Kürdistan Bölgesel Yönetimi'nde olduğu gibi değil. Barzani Irak'ta oluşan "kendi Kürdistanı"nda neredeyse tek hakim ve PKK "misafir". Oysa Suriye'de olası bir bölünmede, Nusayri devleti, İhvan ağırlıklı Sünni Arap devleti olacaksa, kuzeydoğu Suriye'de oluşacak Kürdistan "PKK antitesi" olacak. Nedense bu olasılık hiç tartışılmıyor. Bu açıdan Suriye'deki statükonun bozulmasına verilen destek, bir "PKK yönetimi"yle "komşu olmamız" vakıasıyla bizi karşılaştıracak.
Şam-Lazkiye'de Nusayriler, Suriye Çölü'nde İhvancı Sünni Arap devleti ve kuzeydoğu Suriye'de "PKK güdümünde bir Kürdistan". Bir yandan mezhep savaşı, bir yandan bölücü terörün kendi başına bir "yönetim kurması"???
Umarım Ankara'da hesaplar, tüm  boyutlarıyla iyi yapılıyordur. Zira bu tür olasılıklar hepimizin üstüne "kabus gibi" çöker...