15 Ağustos 2013 Perşembe

YEREL SEÇİMLERE GİDERKEN...

Yerel seçimlere, yuvarlak bir hesapla 7.5 ay var. Eylül 2013'den itibaren, hem tatil rehavetinin bitmesi ve siyasetin seçim gündemiyle rotasının belirlenmesi, hem de 6 aylık bir zaman diliminde "geriye sayım"ın başlamasıyla, siyaset daha da hızlanacak. Partiler açısından en önemli konulardan biri "aday belirlemek", en az onun kadar dikkat çeken de "aday belirleme yöntemi".
Sorun aslında, siyasal iktidarın hem kendi değerlerini, hem de siyaset yapma yöntemini, hegemonik olarak, diğer partilere de yansıtmasından kaynaklanıyor. AKP, diğer Sağ partiler gibi, "parti içi demokrasi" diye bir kaygı taşımadığından dolayı, kendi deyimleriyle "temayül" yani "eğilim yoklaması" ve "anket" yöntemini ön plana alıyor. Eğilim yoklaması, siyasal partiler yasasında yeri olmayan, genel merkezin ya da yerel parti örgütünün "denetiminde" yapılan, sonuçları, en son parti genel merkezi olmak üzere, parti üst kurulları tarafından değiştirilebilen bir "parti içi seçim"i öngörüyor. Dolayısıyla, parti örgütünün "gazı alındıktan" sonra, gerek yerel, gerekse de "genel" nedenlerle, adayların yerleri değiştirilebiliyor veya listeden çıkartılabiliyor. Bir de "anket" yöntemi var ki, sorular nasıl belirleniyor, genel merkez hangi araçları, şirketleri kullanıyor, belirsiz?... Bir hayli karışık gibi gözükse de, aslında parti genel merkezi ve partide etkin olan yerel-genel siyasi karar alıcıların, birtakım pazarlıklarla, parti içi vesayeti ortaya koyduğu bir zeminde, adaylar belirleniyor. Göze batmamasının nedeni de, iktidar partisinin, Milli Görüş döneminden beri, üst üste kazandığı seçimlerden dolayı, bu yöntemlerde "bir keramet" olduğu düşünülüyor. Parti içi vesayet, karizmatik liderlik, siyasal başarı, birbiriyle doğrudan bağlantılı olmasa da, adeta adı konmamış bir formül olarak zikrediliyor.
CHP'ye gelince, 1950'lerde "çok partili yaşama" geçilmesinden beri, sistemleştirilmiş bir "önseçim" mekanizmasını yerel ve genel seçimlerde kullanmış ana muhalefet partisi, 1970'lerde Ecevit döneminde çok fazla dokunmadan, 1990'larda Baykal'ın genel başkanlığı ile birlikte, bu yöntemi önce törpülemeye, sonra da "merkez yoklama" ile yer değiştirmeye başladı. Parti içi örgütlenmedeki yapısal koşullar öne sürülerek, sağlıklı üye yapısının olmaması, feodal değerlere göre örgütlenme vb. gibi nedenlerle, örgüte güvenmeden, ancak örgütün seçtiği genel merkezdeki yöneticiler aracılığıyla, yerelde ve genelde adaylar belirlendi. Bunun elbette istisnaları var. Sözgelimi 1999'daki yerel ve genel seçimlerde "önseçim" mekanizması uygulandı ancak bu, partinin baraj altında kaldığı seçimlerdi.
Gelinen noktada, 2010'da genel başkanlığa seçilen Kemal Kılıçdaroğlu'nun Mayıs 2010'da parti örgütüne, kurultayda verdiği söz anımsandığında, "önseçim"in uygulanma umudu doğmuştu. 2011 genel seçimlerinde bu yöntem "bir başka bahara" kaldı. Zira parti "dönüşüm" geçiriyordu ve yönetim henüz yerine oturmamıştı. 2014 Mart yerel seçimleri öncesinde de, "önseçim" umudu, "eğilim yoklaması" ile karşılanmaya çalışılacak gibi gözüküyor. Kamuoyuna yansıdığı kadarıyla, henüz resmi kararlar alınmasa da, CHP PM'nin  Temmuz 2013'deki toplantısında "ilke olarak" eğilim yoklamasının belirlenmesi, ancak son kararın MYK'ya bırakılması, ucu açık bir soru olarak gündemde duruyor. Peki "önseçim"in farkı nedir diye sorulduğunda, ilçe seçim kurullarındaki "hakimler"in güvencesinde , parti mekanizmaları tarafından değiştirilemeyen, "resmi seçim yöntemi"nden söz ediyoruz. İlçe kongre üyeleri ve önseçim delegelerinin oy kullandığı bu yönteme karşı, "tüm üyelerle eğilim yoklaması" demek, popülist anlamda hoşa gitse de, hakim teminatında olmayan, sonuçları değiştirilebilir bir metottan bahsediyoruz. Bir de "anket"i eklediğinizde, "eğilim yoklaması"na rağmen, "seçmen böyle istiyor" sürprizinin, sürpriz olmadan hazır edildiğini de görebilirsiniz. Elbette bu yöntemler, iktidar partisiyle, belli boyutlarda, daha insaflı olsa da, benzerlikler gösteriyor.
Tahmin sorarsanız, şunları söyleyebilirim: Belediye başkan adayları, il ve ilçelerde "merkez yoklaması" ile, belediye meclis üyesi adayları, büyükşehirler dışındaki il genel meclisi adayları eğilim yoklaması ve genel merkez ve başkan adaylarının kontenjan adaylarıyla oluşturulur.
Farklı bir yöntem uygulanırsa, ben yanılmış olurum.
Siyaseten, tahmin ettiğimiz yöntemlerin yanında, Sağ'da, toplumun farklı kesimlerinde isim yapmış, "sürpriz adaylar" sözkonusu olur mu? Bu da başka bir yazının konusu...     

6 Ağustos 2013 Salı

KARA PAZARTESİ 2013...

Adli süreci etkilememek adına hukuka saygı duyanlar azami dikkat gösterirken, "yandaş medya" olarak anılan yayın organlarının, yargı ve kolluk kuvvetlerindeki uzantılarıyla yaptıkları işbirliği sayesinde, yıllar önce kamuoyuna duyurdukları hükümler, "hayaldi gerçek oldu."
Yargı süreci, şimdi yargıtay aşamasına gidiyor. Dolayısıyla konu tartışılmaya devam edecek. "Ergenekon" adı verilen davada, hukuki açıdan pek çok değerlendirme yapıldı ve yapılacak. Ancak konuyu, sadece bu dava ve hükümler çerçevesinde ele almamak gerekmektedir.
"Balyoz", "askeri casusluk" derken, hukuki varlığı sona eren Özel Yetkili Mahkemeler'in, belli davalar üzerinde mesaisine devam etmesi de, ayrı bir tuhaflıklar zincirini ortaya koyuyor.
Ne var ki, hukuken mağdur olanların yaşadıkları öncelik taşımakla birlikte, sözkonusu dava hükümlerinin, uzun yıllar süren tutuklama ve duruşmaların ardından, ivedilikle ele alınması, kamuoyuna yönelik "inandırıcılık" sorununun gündeme gelmesiyle koşut bir durumu ifade etmiştir.
Zaman zaman yine bazı sızdırmalar yapılmakta, KCK, PKK hükümlülerinin de içinde yer alacağı bir "genel af"la, infaz sürecinin tamamlanmayacağı mesajı verilmektedir. Bu tür sorular gündeme geldiğinde ise, yetkililer, "gündemimizde genel af yoktur" diyerek, bir bakıma yapay olarak yaratılan beklentiyi rafa kaldırmakta, bir nevi yetkilerin kimde olduğunu anımsatmaktadırlar.
Peki dava sonuçlarıyla birlikte ele alındığında, hukuki zeminde hüküm alanlar, kamu vicdanında mahkum olmuşlar mıdır? Anlaşılan burada, "algı yönetimi" istenen neticeyi vermemiştir. Zira, yıllar süren ve çelişkileri kamuoyunun gözleri önüne konan yüzeyde, "Gezi sonrası" koşullar da eklendiğinde, "temyiz"le, "genel af"la ve "sağlık" koşullarıyla, hükümlerin sertliğine karşın, hükümlülerin sayısıyla ilgili, süreç içinde bir eritme politikası uygulanacak mıdır? Zaman içinde göreceğiz.
Ancak önemli olan nokta, 200 yıllık modernleşme birikimi ve 90 yıllık Cumhuriyet deneyimi sonrası, "kurucu elit"in, bir savaş ya da olağanüstü hal olmadan, ekonomik-sosyal dönüşümler yaşamadan, uluslararası toplumun tepkisini çekerek, 10 yıllık bir zaman dilimi içinde değiştirilebileceği zannıdır.  
2008'de "bağırsakların temizlenmesi"nden söz eden, TV ve gazetedeki köşelerinde "kontrgerilla"nın tasfiyesini iddia edenler, bugünkü manzara karşısında acaba ne diyecekler? Gerçi hala bildik nağmeleri söyleyenler var ama beklemedikleri bir dönemde, "dava bitti".
Yeni bir kurucu elit, YAŞ'la, bürokrasideki kadrolaşmayla hemen devşirilir mi?
Tarih dersini ve Türk siyasal yaşamını okumadan, işte bu kadar oluyor...