3 Ekim 2013 Perşembe

SURİYE TEZKERESİ...

3 Ekim 2013 tarihini bir yere iyi kaydetmek gerekiyor. Zira Cumhuriyet tarihimizde, sınır ötesi askeri hareketliliğe izin veren bir tezkere, ilk kez "topraklarımızı koruma" konsepti dışında gündeme geldi ve de kabul edildi. Bu bağlamda uluslararası hukuk zemininde "meşru müdafaa"yı kastediyoruz.
Siyasal iktidarın tezkerede iki maddeyi öne çıkarmasını vurgulamak gerekmektedir. Bunlardan birincisi Suriye'deki "kimyasal silah kullanımı", diğeri de Suriye'den Türkiye'ye gelecek mülteci sayısının "kontrol edilemez" bir boyuta gelmesi olarak gösteriliyor. Bu meyanda milyonlarca mülteciden söz ediliyor.
Suriye'de kimyasal silah kullanımını hangi çerçevede ele alacaksınız? Söz konusu aksiyon, Suriye'deki hükümet kuvvetlerinden geldiğinde Türkiye "müdahale etme" konusunda "durumdan vazife çıkaracak"ken, eğer muhalifler kimyasal silah kullanırsa, "bizim çocuklar" kapsamında görmezden mi gelinecekler? Kimyasal silah kullanımı kimden gelirse gelsin, elbette kabul edilemez. Ne var ki Türkiye, kendince bir "bölge jandarması" olarak mı hareket edecektir? ABD ve Rusya'nın uzlaşarak, Suriye'nin kimyasal silahdan arındırılması kararını BM Güvenlik Konseyi'ne aldırttığı bu günlerde, "değerli yalnızlık", "stratejik özerklik", ya da adına ne derseniz deyin, bir bakıma "kendi başına buyruk" bir tavırla, Türkiye "savaş arayan" bir ülke konumuna mı gelecektir?
Kimyasal silah konusunda kendini bağlayan diğer ülke İsrail'dir. İsrail açısından kimyasal silahtaki "kırmızı çizgi", Suriye'de kullanılması değil, bu silahların İran ve Esad'ın müttefiki Hizbullah'ın eline geçmesi olasılığıdır. Esad'ın ülke içinde güç duruma düşmesi durumunda, elindeki kimyasal silah stoğunu Hizbullah'a transfer etmesi ihtimalinde, İsrail "güç kullanacağı"nı ilan etmiştir. Türkiye ve İsrail gibi bölgedeki "iki ABD müttefiki", kimyasal silah konusunda "paralel" bir tutum izlemektedirler.
Mülteci sayısında "baraj" ne olacaktır? Birinci Körfez Savaşı sonucunda, Irak'tan 500 bin civarında Kürt mülteci Türkiye sınırına dayanınca, Türkiye BM Güvenlik Konseyi'ne başvurmuş, BM Güvenlik Konseyi, 36. paralelin üstünü "uçuşa yasak bölge" haline getirmiş, güvenliğini de İncirlik üssünde konuşlanacak uluslararası askeri güce yani Çekiç Güç'e bırakmıştı. Benzer yasak daha sonra 32. paralelin altına genişletildi. "Uçuşa yasak bölge" sayesinde, günümüzde bölünmeye hazırlanan sözde federal bir Irak var. Ve Kürt realitesi, belki de "3 Ekim tezkeresi" ile Suriye ayağını da ete kemiğe büründürecek.
Siyasal iktidar, onaylanan tezkere ile mülteci sayısındaki artışa koşut olarak, ileride yeni bir "uçuşa yasak bölge"yi, Suriye için de mi düşünüyor? Stratejik orta boy ülke olan Türkiye, Ortadoğu'da "stratejik özerklik" başlığında "kural koymaya" mı çalışmaktadır? El Kaide uzantısı El Nusra ile komşu olan Türkiye, ABD-Rusya zemininde El Kaide'ye karşı "ortak tutumlar" karşısında, ne yapacaktır? El Nusra'ya yapılan siyasal yatırım, daha da artan şiddet sarmalı ile Türkiye'yi de hedef mi alacaktır. Tıpkı 15-20 Kasım 2003'te olduğu gibi???
Ne yazık ki, TBMM'de alınan "tezkere kararı", ülkemizi risklerle dolu bir sürece sürüklerken, MHP'nin fazla zaman kaybetmeden AKP ile birleşme "fırsatı"nı değerlendirmesi gerekir. Yoksa "yalandan muhalefet"i kimse artık kaale almıyor...