17 Ocak 2013 Perşembe

TARİHİ ANLAYABİLMEK...

"Nereden başlasam" sözü, bazen tüm anlatmak istediğinizi özetleyen bir simgesellik taşır. Resmi tarih kavramı, her rejimde -demokrasiler dahil- vardır. Yalnız demokratik sistemlerden beklenen, tarihin nesnellik ve bilimsellik yüzeyinde ele alınması, değerlendirilmesidir. Ancak tarih, paradigmanın illa ki ayrılmaz bir parçası, mihenk taşı ve verili toplum düzeninin kodlanmış halidir.
Günümüzde Cumhuriyetimizin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk'e itibar kaybettirmek, Ulusal Kurtuluş Savaşı    'nı yapılmamış saymak ve Cumhuriyet'in kurucu kadrolarını "çete" olarak değerlendirmek adeta vukuat-ı adiyeden sayılmaktadır. Ancak asla tesadüf değildir. Yeni bir hegemonik düzen, kendi tarihini, toplumsal yapısını, kendi tarihini, kendi değerlerini oluşturmakta, "tartışmalar" ise sürecin meşrulaştırıcı aygıtları haline gelmektedir.
Buraya kadar söylenenler, belli bir sistematik halinde ele alındığında "paradigmatik değişim" başlığı içinde yorumlanabilir. Ve beklenti siyasal iktidarın hegemonyası çerçevesindeki bakış açısının analizidir.
Peki kurumsal olmasa da, siyasal iktidara mensup olmayan bir parlamenterin Ulusal Kurtuluş Savaşı'nı "etnik temizlik" olarak adlandırmasına ne demeli?
Ocak 1923'te Venizelos-İnönü arasında, Lozan görüşmeleri sürerken imzalanan Mübadele Anlaşması sonucunda, 1.5 milyon Anadolu Rum'u Yunanistan'a giderken, 400 bin civarında Müslüman nüfus Türkiye'ye gelmiştir. Bu zorunlu göç, "savaş sonrası", iki ulus-devlette, "homojen" bir siyasal özneye dayanmayı öngörüyordu. Elbette itirazlarınızı duyar gibiyim. Demokratik bir yapıda, din, mezhep, etnik köken ve bunun gibi unsurlar değil, yurttaşlık temel olmalıdır. Ne var ki, 1. Dünya Savaşı sonucu, Osmanlı ve Avusturya-Macaristan imparatorlukları parçalanırken, yeni ulus-devletler doğdu. Ve zamanın konjonktürel koşulları, süreci bir biçimde dediğimiz bağlamda yansıtıyordu.
Ulusal Kurtuluş Savaşımız, Yunanistan tarafından "Küçük Asya faciası" olarak değerlendirilmişti. Bu bağlamda, söz konusu adlandırmada odak Türkiye değildir. Çünkü Kurtuluş Savaşı, iddia edildiği gibi Türk-Yunan savaşı değildir. Asıl muhatap, o günkü SÖMÜRGECİLİK anlayışı ve temsilcisi Britanya'dır. Yunanistan, Britanya adına "vekaleten savaş" yapmak durumunda kalmıştır. Türk ve Yunan halkları arasında kin tohumları ekilmesi ise, bana Filistin, Hindistan, Kıbrıs çağrışımları yapmaktadır. Filistin sorununda, Araplar ve Yahudiler, Keşmir konusunda Hintliler ve Pakistanlılar, Kıbrıs'ta Türkler ve Rumlar hasım haline getirilmiştir. Ama İngilizler'den bahseden pek yoktur.
Ulusal Kurtuluş Savaşı'nda fiziksel olarak Yunanistan'la mücadele edilmişse de, İngilizler'in yürüttüğü KOLONYAL SİSTEM'dir asıl sorun. 24 Nisan 1920'de toplanan San Remo Konferansı'nda Ortadoğu'da günümüzde yer alan devletler, Britanya ve Fransa'nın vesayetinde, Milletler Cemiyeti nizamı içinde manda olarak kurulmuştur. Eksik kalan kısım 10 Ağustos 1920'de Sévres Antlaşması ile tamamlanmıştır. Bu çerçevede emperyal sistemin "böl-yönet" anlayışı, halkların birbirini boğazlaması ortaya konmuştur.
Savaş tüm bir KOLONYAL SİSTEME karşı verilmiştir. Sisteme verilen mücadeleye ETNİK TEMİZLİK denilmesi ise İngiliz istihbaratının senaryosudur. Bunu dillendirenlere DUYURULUR...