3 Ocak 2013 Perşembe

28 ŞUBAT'TAN İMRALI'YA...

Siyasal iktidarın hegemon, otoriter ve muhafazakar karakterinde kimi olaylar, oldukça eklektik bir hal alabiliyor. 3 Ocak 2013 gündemine şöylesine bir göz atıldığında, iki haber çarpıcı başlıklar halinde art arda sıralanmış gözüküyor. Öncelikle 2012 Eylül'ünde, İmralı'da yatan PKK terör örgütünün başı Öcalan'la MİT arasında "müzakerelerin" yeniden başladığı, Cengiz Çandar tarafından gündeme getirilmişti. Bizzat başbakan bu savı doğruladı. Şimdi de DTP eski genel başkanı ve DTK oluşumunun  eş başkanı Ahmet Türk'le,  Öcalan'ın daha önce avukatlığını da yapan Batman milletvekili Ayla Akat'ın 3 Ocak günü Öcalan'la görüştüğü öğrenildi.
Aynı sabah, 28 Şubat sürecinde Genelkurmay Başkanı olan, emekli orgeneral İsmail Hakkı Karadayı'nın, 28 Şubat hakkındaki davayla ilgili, Ankara'ya ifadeye çağrılması, bu "ifade alma" konusunun "gözaltı" olduğu, sonra da savcılık tarafından kendisine 83 soru sorulduktan sonra, tutuklama istemiyle nöbetçi mahkemeye sevkedildiğini kamuoyu olarak bilgi edindik. Karadayı, nöbetçi mahkemece "adli kontrol" tedbirleri uygulanma koşuluyla serbest bırakıldı.
3 Ocak 2013'te bu iki "flaş gelişme"nin sığması elbette rastlantıdır. Bununla birlikte söz konusu rastlantı, yaşanan süreç çerçevesinde ilginç bir tabloyu da gözler önüne sermektedir. Bir yandan PKK terör örgütüne "silah bıraktırma", yöneticilerine "başka ülkelere gitme" ve henüz dillendirilmese de diğer üyelerine "genel af" seçeneği ele alınırken, Türk Silahlı Kuvvetleri, gün geçtikçe "terörizm" algılaması ile "malum medya" tarafından hedef alınmaktadır. "Darbelerle hesaplaşma" ve "PKK'ya müzakere, genel af" söylemleri, hangi bütünün parçaları olarak değerlendirilebilir. Ayrı bir merak konusu. Bu arada "darbelerle" elbette hesaplaşılmalıdır, ancak kurumsal bazda yapısal bir sorun yumağı gün geçtikçe büyümektedir.
Toplu davalarda "PKK itirafçıları"nın "gizli tanık" olarak dinlendiği bir ortamda, kamuoyu bilinen bir mekanizma yüzeyinde kafa karışıklığını yaşamaktadır. Gerçi artık bazı konular herşeye karşın "sorgulanmaya" başlamıştır. Malum medya önce şok ettiği kamuoyunda, "geçici hafıza kaybı" yaratmakla kalmamış, acımasız suçlamaları ortaya koymuştur. Ancak sorgulayan kesimin sesi daha gür çıktıkça, "şok yaratma" yeteneği de azalmaktadır.
Türkiye'de "28 Şubat mağdurluğu", 2002'den beri süren bir iktidar yapılanması ve hegemon, otoriter bir sürecin sahipliğini tetiklerken, Erbakan'ı eleştirenlerin bu mağduriyetten, gerek siyasal liderlik, gerekse de cemaat olarak kazanç sağlamaları da ayrı bir çelişkiyi içinde barındırmaktadır.
2003'teki II.Körfez Savaşı'ndan sonra, 2004'ten itibaren yeniden başlayan PKK terörü, 2011 Aralık ayında ABD Irak'tan çekildikten sonraki dönemde paniklemiş, Türkiye-Barzani hattında dışlanmaktan korkmuştur. Daha önce Oslo'da yaşanan Türk istihbaratı-PKK arasındaki müzakere süreci, kamuoyuna sızdırıldığında "korkulan" tepki gelmedi. Günümüzde, 2012 sonbaharında başladığı resmi ağızlardan duyurulan müzakeredeki yeni etap artık meşrulaştırılmış durumda. Türkiye kamuoyu, devlet kurumlarıyla PKK'nın müzakere yapmasına alıştırıldı ve bu yüzeyde "çözüm beklentisi" yaratıldı.
Terörle mücadele eden unsurlar ise, bu dönemde "sakıncalı" konuma geldi. Bu bağlamda terörle "hukuk devleti" sınırlarını aşarak kazanç sağlayan, devlet içinde yuvalanan çetelerin üstüne ne kadar gidildi? Yoksa "toplu davalar" muhalefetin bir biçimde sindiği bir çerçeveye mi kaydı?
Durum ortada. Genelkurmay eski başkanı Başbuğ, "terörist" suçlamasıyla içeride yatıyor. Tıpkı PKK terör örgütü başı Öcalan gibi.
Yaşanan vahametin daha net bir anlatımı var mı acaba???