8 Aralık 2018 Cumartesi

"SARI YELEKLİLER", NEO LİBERALİZM, FAŞİZM...

17 Kasım 2018'de Fransa'da akaryakıta %23 oranında zammı protesto ile başlayan ve işçilerin giydiği "sarı yelek"le simgeleşen olaylar, neredeyse Avrupa kıtasını sarmak üzere... 4 Aralık'ta Macron yönetimi, zamla ilgili kararı 6 ay erteleyerek bir nefes almaya çalıştıysa da, 8 Aralık 2018 itibarıyla yapılan gösteri çağrıları sadece Paris ve Fransa'da değil, Belçika ve Hollanda'yı da saran bir ateşe dönüştü.
8 Aralık aslında kendi başına bir milat olarak gözükmektedir. Zira Fransa içinde yaşandığı varsayılan bir ekonomik-siyasal kriz denklemi, ülke dışına çıkarak başka başlıkları ön plana çıkardı. Bu arada Macron hükümeti de bir önceki Hollande hükümeti gibi aynı siyasetin uygulayıcısı ve kurbanı oldu. Bunun adını doğru koyalım: NEO LİBERALİZM VE KÜRESELLEŞME. Aslında bunlarla bağlantılı olan bir başka uluslar üstü olmaya çalışan örgüt te  yol ayrımına geldi. O da hiç kuşkusuz AVRUPA BİRLİĞİ...
Neo liberalizm günümüz itibarıyla çeşitli kılık ve kimliklerde karşımıza çıkabiliyor. 1980'lerde Reagan ve Thatcher gibi muhafazakarlarla, 1990'larda Blair ve Scröder gibi sol, sosyal demokrat siyasal kimliklerle yerkürede kendisini ifade etti. Kimi zaman İslamcı, kimi zaman laik, kimi zaman Katolik ya da anti semitik veya siyonizm etiketi altında belirdi. Deyim yerindeyse inanca ya da dünya görüşüne dayanan siyasetlerin içini kemirdi, siyaseti renksizleştirdi, ekonomik politikaları aynılaştırdı. Ne idi ortak söylemler: Özelleştirme, kamu harcamalarını kısma, sosyal hakları askıya alma, sosyal güvenceyi mezarda emekliliğe dönüştürme, sendikasızlaştırma, her tür demokratik hakkı ülkesine göre az ya da çok kısıtlama, kamuda reform, devlet memurluğunu sulandırma, sözleşmeli personeli kamuda yayma, taşeronlaştırma, iş güvencesini ortadan kaldırma, kıdem tazminatlarını tasfiye etme ve bu satırlara sığamayacak pek .çok başlık, birbiriyle çelişen hatta düşmanlaşan siyasetlerin ortak ekonomik-siyasal amentüsü haline getirildi.
Soğuk Savaş'ın ardından 1990'lardaki küreselleşme olgusu aslında kapitalizmin küreselleşmesi idi. Yerelleşme adı altında ulusal kimlikler yerini etnik-dinsel aidiyetlere, mikro milliyetçiliklere bıraktı. Böyle olunca, özellikle az gelişmiş ülkelerde, sınıfsal siyasetin yerini feodal değerler aldı. AB ise küreselleşmenin sonucu ya da şampiyonluğu denkleminde kendi içinde "uluslar Avrupası" mı, "bölgeler Avrupası" mı ikileminde bir indirgemecliğe mahkum oldu. AB Avrupa kıtası içinde bir ekonomik-siyasal birliği ABD'nin tarihinden kopya ederek, önce konfederal sonra federal bir entegrasyon zemininde hedefler belirlese de, Brexit ile Britanya'yı kaybettiği gibi, henüz Britanya AB'den aytılma eğiliminde değilken, İskoçya'nın Britanya'dan ayrılma referandumuyla muhatap oldu. Hala İspanya'da Katalonya'nın durumu belirsizliğini korurken, İtalya'da siyasal sürecin içinde etkin olan Lombardiya Ligi'nin kuzeyi ayırma ve ayrılma talebi yerinde durmaktadır.
AB içindeki "gümrük birliği", "ortak para birimi", "ortak ekonomik hedefler", ulusal ekonomilerin konumunu güçsüzleştirmekte, bu zeminde Almanya dışında bir yapısal-ekonomik krizden kaçış zor gözükmektedir. AB'yi "büyük Almanya" yapma kuşkusu, bu söylediklerimizi içinden çıkılmaz hale getirmektedir.
Fransa'da yaşananlar, 1789, 1830, 1848, 1871 devrimleri ya da 1968 baharından farklı özellikler taşımaktadır. İçinde farklı siyasal-sosyal gruplar olsa da, özellikle Irkçı Sağ'ın etkisi göz ardı edilmemelidir. Tıpkı Hollanda'da yaşanan gösterilerdeki Irkçı Sağ ağırlığı gibi. Zira yaşanan krizin faturası göçmen ve mültecilere kesilecek bir otoriter dönemin işaretlerini vermektedir. Bununla birlikte gösterilerde Paris banliyölerinden gelen yurttaş, göçmen ya da kaçak Afrika kökenliler, Sol gruplar, LGBT ve homofobikler, "sarı yelekliler" başlığı altında istemeden de olsa Le Penciler!le birlikte sahada hareket etmek durumunda kalmaktadırlar. Ortak bir siyasal program ve örgütlülüğün olmaması, bu devrim dalgasına benzeyen olaylarda, en örgütlü olan Irkçı siyasetin Fransa ve diğer AB ülkelerinde neo liberal küreselleşmeye karşı faşizmi bir seçenek olarak gündeme getirme potansiyeline sahiptir. Yani devrim kısacası çalınabilir.
Fransa ne 6. Cumhuriyet, ne de Sol dalganın eşiğindedir. Devrimin cumhuriyeti, aydınlanma karşıtı bir karşı devrimin istemeden de olsa karargahı haline gelebilir.
Neo liberalizme gerçekten emekçi sınıfların ve demokratik sosyalist/demokratik sol/sosyal demokratların, özgürlükleri genişleten, emek haklarını arttıran, aydınlanmacı, özgürlükçü, sosyal adaletçi, sosyal devleti güçlendiren demokratik, laik, hukuk devletini esas alan seçeneği gelmezse, Avrupa kıtası bir kez daha faşizmin dğnyaya ödettiği bir sürecin coğrafyası olabilir. Neo kolonyalizmi küreselleşme diya allayıp pullayanlar, kendi hatalarını dünyaya ödetmeye çalışıyorlar. O yüzden S.O.S