9 Mayıs 2018 Çarşamba

DOĞU AKDENİZ’DE “İRAN KAMPANYASI” HIZLANIYOR


http://politikaakademisi.org/2018/05/09/dogu-akdenizde-iran-kampanyasi-hizlaniyor/

ABD Başkanı Donald Trump’ın “İran’la nükleer anlaşma”dan çekildiğini ilan ettiği gün (https://edition.cnn.com/politics/live-news/trump-iran-nuclear-deal/index.html), İsrail Suriye’deki İran üssünü vurdu. (https://www.telegraph.co.uk/news/2018/05/08/syria-accuses-israel-attacking-army-base-near-damascus/). Bu, elbette bir rastlantı değildi; ama sürpriz olarak da nitelendirilemezdi.
Şöyle ki, sondan başlamak gerekirse, İsrail ve İran, 2004’den beri birbirlerini -“milli güvenlik siyaset belgeleri”nde- karşılıklı olarak “öncelikli tehdit” olarak görüyorlar. İran’ın Doğu Akdeniz’de 1980’lerden beri Suriye’de Beşar Esad ve Lübnan’da Hizbullah’la var olan müttefikliği ve yaşanan savaş ve çatışmalar, İsrail açısından hep bir “vekalet savaşı” olarak nitelendiriliyor. Söz gelimi, 2006’daki II. Lübnan Savaşı, her ne kadar İsrail-Hizbullah çatışması olarak görülse de, İsrail açısından bu savaş aslında İran’la yaşanmış bir savaştı. Yahut Suriye’deki terör gruplarından gelen herhangi bir saldırı, İsrail’e göre İran yapımı bir vekalet savaşı hamlesiydi. Her ne kadar İran yapımı bir örgüt olmasa da, 2011 Arap Kaos’una kadar, Gazze’de Hamas’la yaşanan çatışmalar da İran’ın uzantısı hamleler olarak değerlendiriliyor ve 2007’den itibaren Gazze’ye yönelik “İsrail ablukası” da, İran’ın “silah kaçakçılığı” ya da “terör ihracı” ile ilintirilendiriliyordu. Hamas lideri Halid Meşal de zaten 2011’deki olaylara kadar Şam’da ikamet ediyordu. Suriye’de 2011 Mart’ında Esad karşıtı gösterilerle yansıyan “sözde gecikmiş Arap Baharı”nda, -2016’da normalleşmeye başlasa da- “soğuk barış” görüntüsü veren Türkiye-İsrail ilişkilerinde “ortak rahatsızlık”, Esad karşıtlığında birleşti. Oysa ki 2011 Mart’ına kadar, Türkiye, İsrail-Suriye barışında “kolaylaştırıcı” bir rol üstlenmişti. Bunu bir kenara yazdıktan sonra, İsrail, İran’ın bölgesel, Rusya’nın da küresel anlamda Esad’a yönelik desteğinden ve Suriye’deki varlığından risk algılamaya başladı. Rusya ile doğrudan bir çatışma “imkansız” görülse de, İran’la yaşanan “gerilim birikimi”, beraberinde eski defterleri tekrar gündeme getirdi.
Bu konuda İsrail’de muhafazakar Benyamin Netanyahu hükümetine en büyük destek, 2016’da seçilen ve 2017’de göreve başlayan muhafazakar Cumhuriyetçi Donald Trump’tan geldi. Trump, göreve geldiğinden beri hem İran’a yönelik eski kampanyaları gündeme getirirken, hem de Barack Obama’nın 2016 yazında giderayak imzaladığı “İran nükleer anlaşma”sından memnuniyetsizliğini her seferinde vurguladı. Obama, muhafazakar Netanyahu’yla başkanlığı sürecinde pek çok gerilim yaşamış, hatta Netanyahu ABD Kongresi’ndeki Cumhuriyetçi çoğunluktan da güç alarak, Obama aleyhine Kongre’de konuşma yapma cüretini bile göstermişti.
Trump, Başkanlık görevini üstlendikten sonra, İsrail’i Suudi Arabistan’la birlikte ele aldığı seyahat programında ziyaret ederken, özellikle ABD Büyükelçiliği’ni Kudüs’e taşıma kararı ve Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak kabul etmesi, İran’la ilgili yürüttüğü aleyhte kampanyalarda artık bir noktaya gelindiği gözlemleniyor. Rusya’nın bölgede Suriye-İran’a fiziki, askeri ve siyasi desteğine karşın, İran’a yönelik bir “askeri kampanya”da, doğrudan kendisi değil ama “stratejik ortağı” İsrail, bölgedeki geçmişine dayanarak işi kitlesel bir savaşa dönüştürür mü? En önemli sorulardan biri, Türkiye, Rusya’yla yakınlaşan, ABD ile soğuyan ikliminde İran’a yönelik “olası kampanya”dan uzak durmayı tercih edecek midir? Irak, Lübnan boyutunda İran yanlısı Irak merkezi yönetimi ve Lübnan’daki Hizbullah ortamında, Türkiye belki yine “orta bir yol” bulmayı tercih edecektir. ABD ve İsrail, İran’a karşı “nükleer silah sahibi olduğu kampanya”sını her seferinde dile getirirken, İsrail’in “fiili nükleer güç” olduğu, sav olmaktan öte, fiili bir gerçeklik olarak ele alınmaktadır.
Trump-Netanyahu eksenindeki “İran karşıtı” kampanyanın doğrudan olmasa da siyasal desteği Suudi Arabistan, Ürdün ve Mısır’dan gelmektedir. İşte bu ortamda, Soğuk Savaş sonrasının dengeleri, işaret ettiğimiz Rusya’yla birlikte Çin’in bakışı, BM Güvenlik Konseyi’nin kilitlenmesi, ABD-İsrail hükümetlerinin yoğunlaşan yalnızlığı ortamında denklem daha da karmaşık hale gelmektedir. Suriye’de kronikleşen kaos, aslında ülke içinde oynanan oyunu yeniden berraklaştırmaktadır. 2011 Mart ayından beri süregelen Suriye krizinde asıl hedef, ilk baştan beri ne Esad, ne de Suriye’dir. Doğu Akdeniz’de tasfiye edilmeye çalışılan bölgesel güç İran’ın ta kendisidir. Gerisi de bol haritalı, istatistikli, eski güvenlik uzmanlarının tartıştığı etkisiz TV programlarıdır…