19 Aralık 2016 Pazartesi

YÜRÜTME KRİZİ

https://yerelparadigma.wordpress.com/tavsiyeler-2/ayin-konugu/

Bölümümüzdeki genç meslektaşlarımızın kurduğu Yerel Paradigma'nın "yürütme krizi" sorusunu yanıtladım.

Soru: Neden ‘Yürütme Krizi’nden söz edilmektedir?


Devlet yönetiminde, üç temel kuvvet, kendi konumları zemininde doğru değerlendirilmelidir.  Aslında pek çok farklı rejimde benzer kuvvetler, farklı yöntemlerle varlıklarını sürdürürler. Ancak demokratik sistemin farkı, “kuvvetler ayrılığı” ilkesi yüzeyinde, öncelikle “yürütme”nin denetim ve dengelenmesini sağlamaktır. Şöyle ki, Hobbes’un “Leviathan” metaforunda görüldüğü gibi, devlet gücü kendi haline bırakılırsa sınırsız bir potansiyeli kendi içinde barındırmaktadır.  J.J.Rousseau’nun “genel iradesi”nde tanımlanan, oy ve sandık yoluyla, “milli” vasfıyla belirlendiği ifade edilen güç,  kutsanan çerçevede, “ulusal bir meclis”te, bir siyasi parti çoğunluğu, hatta “tek bir kişi” yönetimine evrilebilir.
İşte bu yüzden çağdaş demokrasiler, ister parlamenter, ister başkanlık ya da yarı başkanlık olsun, yürütmede ifade edilen siyasal iktidarı (gücü) sınırlamaya çalışmışlardır. Leviathan’ı anımsayalım. Sınırsız devlet tahkimatı ve siyasal gücü simgeleyen Leviathan, yedikçe büyüyen bir canavardır.  Söz konusu metafordan yola çıkılarak,  devlete karşı bireyi korumak adına, yazılı anayasalar, siyasal liberalizmle birlikte gündeme gelmiştir. Zaman içinde, tek yerde önce hükümdarda toplanan güç, Montesque’nun işaret ettiği kuvvetler ayrılığı bağlamında, önce parlamentoyla paylaşılmış, sonra da yasama ve yargının kendi kulvarlarında kazandıkları aşamada,  sınırlanan bir bakış açısında ortaya konulmuştur. Yasama, ulusal egemenliği ve gökten yere inen bir anlayışı dışavururken, yargı da ulus adına işlev üstlenmiştir. Ulusal egemenlik burjuvazinin sınıfsal dinamiklerini, yeni iktidar kavramını simgelerken,  süreç içinde sanayileşmeyle birlikte işçi hakları, sosyalist görüşler, genel oy hakkı mücadelesi, sosyal demokrasi; soğuk savaş sonrasında ise sosyal-liberal sentez, neo-liberalizm, küreselleşme, yönetişim gibi başlıklar siyaset bilimi ve kamu yönetimi teorileri içinde yer almıştır.
Bu evrimselleşen dünya siyaset tarihinde, 1930’lu yıllarda yaşanan deneyimlerle, demokratik yöntemlerle iktidara gelen faşizm, demokrasinin intiharı gibi bir gerçekle muhatap olunabileceğini gösterdi. İşte bu yüzden, demokrasiler, çoğunlukçu, sadece sandığa yönelen bir vizyonun yetersiz olabileceğini ete kemiğe büründürürken, çoğulcu, adem-i merkez, elbette laik bir çatıda  anlatılmıştır. Çoğunlukçu milli irade anlayışı, gerilerde kalırken, çoğulcu, laik, toplumsalcı, adem-i merkez ve en önemlisi konsensüse dayanan bir demokrasi, sosyal devlet ilkesiyle bir bütünlüğe kavuşmuştur. Yürütme sınırlanmadığı, anayasamızda da anlatıldığı gibi, yetkili kurum ve kurullar aracılığıyla denetlenmediği ve dengelenmediği sürece, çağdaş demokrasiler dahil pek çok ülkedeki “yürütme krizi” büyüyerek, yapısal ve kronik bir açmaza dönüşecektir.