17 Haziran 2014 Salı

ORANTISIZ SEÇİM?

Daha çok çatışmalarda duymaya alıştığımız "orantısız güç" kullanımı kavramı, 10 Ağustos 2014'te ülkemizde ilk kez "sandık" yoluyla gerçekleşecek Cumhurbaşkanlığı seçimi açısından "orantısız seçim sarmalı"na dönüşmüş durumda.
Şöyle ki; Erdoğan'ın olası adaylığında talip olduğu makam, anayasada işaret edilen Cumhurbaşkanlığı makamı değildir. Siyasal söylevlerinde de sıklıkla belirttiği üzere, "fiili durum" yaratarak, partisinin genel merkezini, parlamento grubunu ve kabineyi yönetecek, adeta 4 koltuğu "bir karpuza" sığdıracak bir "tek adam yönetimi"ne talip olunmaktadır. Elbette bunların yanında, yargıyı da içine alan bir "kuvvetler birliği" esasıyla, ülkeyi hibrit olmanın da ötesinde bir otoriterliğe sürükleyen tasarımlar sözkonusudur. Bu çerçevenin ABD'deki "başkanlık" sistemiyle bir ilgisi yoktur. "Check and balance" adı verilen, kurumların birbirini denetlemesi ve dengelemesi üzerine yapılanmış olan ABD sistemi, gerçekleri ve federal yapısıyla kendine özgüdür. Başka bir ülkede uygulanma şansı da yoktur.
Erdoğan'ın karşısında "aday" olacak kişilerin talip olduğu makam ise parlamenter sistemdeki "Cumhurbaşkanlığı" makamıdır. Simgesel yanı ağır basan, bununla birlikte, 1982 anayasasının çarpık bir biçimde, aynı zamanda "yürütmenin başı" haline getirdiği makam, güçlü atamalar ve veto gibi silahlarıyla, sistem içinde sadece eşgüdüm sağlamamakta, belli bir siyasal-toplumsal ağırlığı da, kendi yaklaşımına göre koyabilmektedir.
Görünen odur ki, Erdoğan, "kuvvetler birliğine" dayalı bir otoriter başkanlık sistemine aday olmakta, karşısındakiler de değindiğim çerçevede "Cumhurbaşkanlığı"na talip olmaktadır.
CHP-MHP'nin "çatı aday" olarak işaret ettiği Prof.Dr.Ekmeleddin İhsanoğlu, daha çok uluslararası kimliğiyle, İslam Konferansı Örgütü'ndeki Genel Sekreterlik göreviyle ve doğduğu, eğitimini aldığı Mısır'la, El Ezher'le, öte yandan Britanya'daki Exeter eğitimiyle dikkat çekmektedir.
Saygın bir uluslararası kimlik elbette önemlidir. Ülkemiz son yıllarda, önemli prestij kayıplarına uğramıştır. Ne var ki, Prof.Dr. İhsanoğlu, CHP yönetiminin, "çatı aday" formülü zemininde, İslami algı çerçevesinde adaylaştırılmıştır. Parti örgütünün düşüncesi, tabanın yaklaşımları göz önüne alınmamış, CHP örgütünün, önüne "son dakika" gelen formüle çok ses çıkartmayacağı öngörülmüştür. Partinin "yeter ki seçilsin" mantığıyla, 30 Mart 2014 yerel seçimlerinde, parti kimliğine bakmadan yaptığı adaylaştırmalar, daha çok bir "platform" görünümünü ortaya koymuştur. Kısacası CHP'nin farklı partilerden destek beklediği "çatı aday"la ilgili, önce kendi tabanı ve örgütünü ikna etmesi gerekmektedir. Ancak bunun için de zaman son derece kısıtlıdır.
İşin bir başka boyutu ise, İhsanoğlu'nun adaylaştırılmasındaki "İslami" çerçevenin, ülkemizde son yıllarda iyice zemine oturtulan, "hegemonya"ya sunduğu hizmettir. Erdoğan'ın ancak İslami duyarlıkları olan bir "aday"la sandıkta yenilebileceği görüşü, hızla okulları neredeyse tamamen "imam-hatipleşen", medyada İslami "oto-sansürün" yaygınlaştığı, yaşam tarzlarının alıştırılarak "dönüştürüldüğü", kurbağanın kısık ateşteki tencerenin içindeki suda yanması gibi bir durumda, mevcut hegemonyaya teslim olmak, "farklı" olmayı ayıp sayan yaklaşımlara ayak uydurmaktır.
Demokrasi, benzeşen unsurlarla değil, farklı adaylar ve partilerle gerçekleşen bir rekabeti yansıtır. Aksi takdirde, neredeyse sadece "iyi bir insan" olmaya indirgenen  adaylaştırma, apolitik, ancak benzer bir unsur olarak, seçimi meşrulaştıran bir çabayı öngörür.
10 Ağustos'taki seçimde, birbirine kişilik olarak olmasa da, kamuoyuna sunulan biçimiyle, benzer dünya görüşleri çerçevesinde yarışacak iki adaydan, kendi partisini konsolide etmiş, partili kimliğiyle "başkanlığa" talip olanın kazanması, kuvvetli bir olasılık olarak masada durmaktadır.
Ezberi bozacak bir yaklaşımın değil, İslamcı iki adayın yarışacağı bir rekabetin, tribünden destekçisi olmak, ileride ne tür hesap hatalarını gündeme getirir?
Tartışma ve siyaseten hesaplaşma zamanıdır...