20 Şubat 2014 Perşembe

OTORİTERLİK SARMALI...

Türk siyasal yaşamının, dönüp dolaşıp odaklandığı zemin ne yazık ki "otoriterlik" oluyor. Bunu tarihsel yapının yansıması, imparatorluk geçmişi, aile dokusu ve yetiştirilme tarzı ve pek çok etmenle açıklamak mümkündür. Ne var ki, demokrasiyi, sandıktan ibaret sayan, J.J Rousseau'yu andığınızda "o da kim" diyen, ama kendisinin "genel irade" kavramını "millileştirerek", "milli irade" kavramını siyasetin üzerinde bir başka vesayetçi yaklaşımı meşrulaştırmak için kullanan zihniyet, 1950'lerden itibaren "alaturka bir demokrasi"yi, topluma "gerçek demokrasi" imiş gibi sunmaya çalışıyor.
Siyasal sistem onlarca yıl "milli irade" ile gelen ve demokrasi yollarını tıkayan zihniyetle, "millet adına" darbe yapan kurumlarla, ortaya tanımlanması güç bir tablo ortaya koydu. Aşiretler, ağalık yapısında "feodal" vesayetle buluşan, "modern siyasal partilerimiz", "özgür irade"yle oy toplarken, hızlı göçle değişen kentlerde de, "alt kimlik siyaseti" ve Emre Kongar hocanın deyimiyle "yağmacı kültürü" besleyen koşullar, çarpık kentleşme yüzeyinde, "çarpıtılmış demokrasi" gerçeğini gündeme getirdi.
Günümüzde otoriterlik, 2000'lerden itibaren liberal etiketli "yararlı salaklar" sayesinde, "askeri vesayete" son verme savıyla, adım adım kendini yeniden tanımladı. İlginçtir, yıllarca askeri darbelerle devrilen Sağ iktidarlar da, onları deviren askeri yönetimler de temelde otoriterdi. "Yok aslında birbirimizden farkımız" derken, Türkiye'de önemli dönüşümlerde, deyim yerindeyse bir "bayrak değişimi"yle, önemli ekonomik ve anayasal değişimler bu "gidip-gelmelerle" yaşandı.
Askeri vesayetin bitmesi, neden "otoriterliğin sonu değil", derken, vesayetin her türlüsüne karşı çıkmanın, demokrasi açısından bir temel duruş olduğunu algılamamız gerekir. Türkiye siyasetinde sivil ya da askeri dönemlerde değişmeyen "otoriterlik", son yasal uygulamalarla daha da kurumsallaşma yoluna girdi. Bugünkü iktidar, "AB çıpası" ve "IMF çıpası"yla siyasal icraatına başlarken, adı konulmamış bir "ucu açık AB giriş süreci", iki taraf açısından da zımnen kabullenilmiş durumda. İnternet yasasıyla "ifade özgürlüğü"nün kısıtlanması, HSYK yasasıyla, bağımsız yargı ve yargıç güvencesinin fiilen zedelenmesi, MİT yasasıyla, bir "istihbarat ve güvenlik devleti" görüntüsünün ortaya konulması, bunca yıl bir arpa boyu yol gidemediğimizi göstermektedir.
Daha fazla demokrasi derken, AB giriş süreci ve uyum yasalarından söz ederken, 1970 model bir otoriterlikte, siyasal İslam'ın yıpranan uygulamalarıyla buluşmuş durumdayız.
Çözüm ve çıkışın, gerçekten demokrasi olduğunu unutmadan, otoriterlik sarmalından kurtulmak zorundayız. Zira artık demokratik olmak, küresel zeminde, bir sistemsel var oluş sorunu ve gerçekten bir ulusal güvenlik meselesidir...