14 Kasım 2013 Perşembe

"AÇILIM FOREVER"...

Ortadoğu'da Soğuk Savaş sonrası değişimler, bir bakıma "devletsiz bir Ortadoğu" tartışmalarını beraberinde getirmişti. ABD'nin 1991 ve 2003 müdahaleleri sonrası, Irak'ta 2005 anayasasına göre oluşan bölgelerin, yasama-yürütme-yargı erklerine sahip olması, merkezi yönetimin gevşek tutulması, aynı ülke içinde birden fazla "silahlı kuvvetin" olması, "bölünme sonrası" mal ayrımı hesapları, petrol paylaşımı senaryoları gündemde epey yer kapladı.
Suriye'de 2011'den beri süren "sözde Bahar" kapsamında da, farklı örgüt ve kimlikler, ülke içinde mevzi sağlamaya, belli yönetim modelleri oluşturmaya başladılar.
Gerek Irak'ta, gerekse de Suriye'de, var olan çözülme süreçleri içinde, belki de tek derli toplu yapılanma örnekleri, Kürt bölgelerinde verilmeye başlandı. 1980-1988 arasındaki İran-Irak savaşında, fiilen otonomilerini kazanan Irak Kürtleri, 1991'deki 1. Körfez Savaşı'ndan sonra, parlamentolarını kurdular, ulusal para birimlerini oluşturdular, kendi gümrüklerini ve nihayetinde Peşmerge birliklerini, yani düzenli ordularını kurdular. 1. Körfez Savaşı sonrası, Türkiye'nin "yoğun mülteci göçüne" karşı talep ettiği önlemler, BM Güvenlik Konseyi tarafından, 36. paralelin üstünü Irak merkezi kuvvetleri için "uçuşa yasak bölge" haline getirirken, güvenliğinin de Türkiye'nin İncirlik üssünde konuşlanan uluslararası "Çekiç Güç" tarafından gerçekleştirilmesi sağlandı. 2003'teki 2. Körfez Savaşı sonrasında ise, 2005 Irak Anayasası'nda "adı konulan" tek bölgesel yönetim, Kürdistan Bölgesel Yönetimi oldu. Bugün Irak Cumhurbaşkanı olan Celal Talabani'nin Kürdistan Yurtseverler Birliği ile Kürdistan Bölgesel Yönetimi Başkanı olan Mesud Barzani'nin, Kürdistan Demokratik Partisi'nin 1990'lardaki "iç savaşı", Türkiye-ABD hattınca engellenmiş, uzlaşma sağlanmıştı. Barzani, Talabani'ye karşı fiilen üstünlük sağlamış durumdadır. Ancak bu bağlamda Barzani-Talabani rekabeti değil, işbirliği ortaya konulmaktadır.
Barzani açısından, Irak dışında, içinde ülkemizin de bulunduğu diğer üç ülkedeki Kürtler (Suriye ve İran), bir prestij noktası olarak durmaktadır. Bir bakıma Barzani, "petrolünü" diğer Kürtler'le paylaşmazken, kendi bölgesi dışındaki Kürtler'in "hamisi rolünü" oynamaya çalışmaktadır. İlginç bir çerçevede, karşısına rakip olarak PKK terör örgütü çıkmaktadır. PKK, 2011 Aralık tarihini bir "milat" olarak görüyordu. Zira, ABD bu tarihte Irak'tan tamamen çekilince, örgütün bu coğrafyadaki varlığı ne olacaktı? 2007 Kasım'ında, Bush-Erdoğan arasında gerçekleşen Beyaz Saray zirvesi sonrası, Türkiye- Kürdistan Bölgesel Yönetimi arasındaki ilişkiler normalleşmeye, Ankara Bağdat'ın yanısıra, Erbil'le de diplomatik-siyasi ilişkilerini yoğunlaştırmaya başlamıştı. PKK terörü, 2010 ve 2011 yazlarında o yüzden, saldırılarını yoğunlaştırmış, "çekilme öncesi" varlığını "terör" kozuyla anımsatma yolunu seçmişti.
2012'den itibaren, rakibi Barzani'nin kontrolündeki Kandil'den, siyasi içerikli mesajlarını arttıran PKK, Türkiye'de BDP-DTK-İmralı zemininde, siyasallaşmış bir "çözüm süreci" çerçevesini ortaya koymaya başladı. 2013'te  resmileşen "İmralı ile diyalog" başlığı altında, PKK terör örgütünün başı Öcalan'ın kendisi dışında bu "üç merkeze", (BDP-DTK-Kandil)e nüfuz ederek, bir "çekilme takvimi" belirlenmeye, bununla bağlantılı "yeni bir anayasa" önerisi olgunlaştırılmaya çalışıldı.
Terör örgütünün "demokratik konfederalizm", "etnik özerklik" başlığı altındaki önerileri, "çok uluslu anayasa", "ana dilde eğitim", "federatif çözüm" başlıklarına dönüştü.
PKK'nın "üç merkezli" siyasal zeminine, son dönemde, Batı'dan oy alma, "yeni ana muhalefet dizayn" etme başlığında, HDK-HDP yapılanmasının da eklenmesi sözkonusu oldu.
Siyasal iktidarın, seçimler öncesi, "silahların susması", sonra da "çaresine bakarız" eğilimi, artık PKK tarafından "yoğun dikkatle" geri çevriliyor. Örgüt temsilcilerinin "çekilmeyi durdurma" söylemleri, perde arkasındaki pazarlıkta dikkat çeken konular.
Ne var ki artık PKK, Türkiye'de değilse de, Suriye'de bir "teritoryal yönetim alanı" kazanmış durumda. En önemli müttefiklerinden PYD, Rojava olarak adlandırılan, Suriye'nin kuzeydoğusunda kendi meclisini kurdu. Şimdi de hükümet hazırlıkları var. Rojava'daki yapılanmadan en çok rahatsız olanların başında ise, Barzani geliyor.
Tam da böylesine bir tarihsel dönüm noktasında, Başbakan'ın Diyarbakır gezisine, Barzani'nin de katılacağı açıklandı. PKK-PYD hattına karşılık, Türkiye-Barzani arasında bir "muhafazakar blok" oluşturma gayreti gündeme gelir mi, bu Mart 2014 yerel seçimlerine yansır mı?
Barzani ve bölgesinin, ABD tarafından ne kadar "kollandığı" bir kez daha anımsanırsa, şöyle bir tablo ortaya çıkabilir. Mesud Barzani, Kürdistan Bölgesel Yönetimi dışındaki Kürt yapılanmalarında, PKK'nın "çok merkezli" tablolarına karşı, kendisini bir "siyasal çekim merkezi" olarak lanse ederek, ABD-Türkiye yüzeyindeki ittifaklarını, "hamilik pozisyonuyla" güçlendirebilir. Bu da kendisine daha fazla nüfuz sağlar. Türkiye'ye yansıması ise, iktidar partisinin, "Güneydoğu oylarını" garanti alması ve Cumhurbaşkanlığı seçimleri ile milletvekili seçimlerini kazanması formülüyle gündeme gelebilir.
Siyasette "2+2" her zaman dört etmiyor. Başbakan'ın "açılımı taçlandıracağız" dediği, "Barzani'li Diyarbakır" gezisi, bu sefer Barzani'ye "açılım" olarak gündeme gelirse, Öcalan'ın "açılım" beklentisi boşa çıkabilir. Zaten son haberler. Öcalan'ın "4 aylık bir opsiyonu" siyasal iktidara vermesi çerçevesinde dile getiriliyor. Bu da yerel seçimlere denk geliyor.
Böylece her seçim öncesi, ya da seçim aralıklarında "açılım" konusu kamuoyunu meşgul edecek. Bu da "açılım forever" demektir...