11 Mayıs 2013 Cumartesi

REYHANLI ATEŞİ...

İçinde yaşadığımız "medya çağı"nda, yaşanan herhangi bir olay, günlük akışın içinde kayboluyor. Bazen, yaşanan hadisenin durumuna göre, gündemde kalma oranı belki en fazla birkaç günü geçmiyor.
Reyhanlı'da yaşanan "araç bombası" olarak açıklanan, farklı bomba türlerinin de iddia edildiği, ardı ardına yaşanan patlamalarda, şimdiye kadar gelen haberlere göre şimdilik en az 42 kişi yaşamını yitirdi, 100 civarında ise yaralı var.
Ölen her insana ve yurttaşlarımıza Tanrı'dan rahmet, yaralılara acil şifalar dilerim.  
İlk açıklamalara bakalım. Sayın Cumhurbaşkanı, "provokasyonlara dikkat" çekerken, sayın başbakan "çözüm süreci"ni sabote etmeye ve Suriyeli sığınmacıları zanlı göstermeye yönelik bir  saldırı olarak değerlendirme yaptı. Sayın dışişleri bakanı "Türkiye'nin gücünü kimseye test etmeye kalkmasın" sözünü, bilmem kaçıncı kez sarfetti.
Demokrasilerin en temel erdemi, özgüven değil özeleştiridir. Siyasal iktidarın kendisine duyduğu aşırı özgüven,   Suriye konusunu "kişisel mesele" haline getirmesi, Davutoğlu'nun "Ortadoğu'ya düzen veren ülke", "imparatorluk mirası" savları, sonunda Ortadoğu'ya Türkiye düzeni getirmedi ama Türkiye'yi "Ortadoğu"laştırdı.
Türkiye, "Suriye"leşiyor mu, Hatay "Lübnan"laşıyor mu, ancak somut bir gerçek var ki, Türkiye klasik dengelerini ne yazık ki kaybediyor. Sayın başbakan, ABD'de 16 Mayıs'ta Obama'yla gerçekleşeceği zirve öncesi, yabancı medyaya verdiği röportajda, Suriye yönetiminin "kimyasal silah" kullanma iddiasını gündeme getirdi ve ABD öncülüğünde BM Güvenlik Konseyi'nin Suriye'de "uçuşa yasak bölge" kurulması önerisini ortaya koydu.
İçişleri Bakanı Muammer Güler, alel acele yaptığı açıklamada, saldırının sorumlusu olarak, Suriye istihbarat örgütü El Muhaberat'ı gösterirken, asıl demek istediğini sonra ifade etti. "Suriyeli sığınmacılar ve Suriye muhalefeti"nin bir suçu yok diyerek, uygulanan politikayı meşrulaştırmaya çalıştı.
İddiaların doğruluğu ispatlanırsa "nihayet", Suriye'ye savaş açmak için, "şartlar olgunlaşmış" olacak mı? Yurttaşlarımızın Suriyeli sığınmacılara yönelen öfkelerinde, siyasal iktidarın Suriye muhalefetini desteklemesi, çeşitli lojistik yardımlarda bulunması hatta silah desteği savları, elbette öncelikli yer kaplıyor. Suriyeli sığınmacıların, mültecilerin elbette potansiyel suçu yok, bu anlamda da hiçbir toplum kesimi "toptan kuşkulu" ya da "suçlu" ilan edilemez. Bununla birlikte "mülteci" görünümünde kimi Hür Suriye Ordusu mensuplarının, ana muhalefet partisi CHP milletvekillerinin bile girmesine izin verilmeyen bazı kamplarda, "savaş talimi" yapmaları, Suriye'ye silahlı saldırılarda bulunup, sözkonusu kamplara dönmeleri, değindiğimiz öfke patlamasını beslemiştir.    
Yandaş medyanın  Alevi yurttaşlarımızı "yerli BAAS'çılar" diye hedef gösterdiği, buna karşılık Suriye'den gelen bazı Sünni Arap sığınmacıları ve Suriye muhalefetini kendine daha yakın gören zihniyeti, gelinen hezeyanın önemli bir göstergesidir. Hatta "çözüm süreci" bile, Sünni Kürt'lerle "Sünni taassubu ve taşra otoriterliği" yüzeyinde bir "kardeşlik" projesini andırırken, acaba Alevi yurttaşlarımız, yeni sistemin "ötekileri" mi oluyor?
Laik bir politika, içeride ve dışarıda uygulanmayınca, içerden dışarıya bir "mezhep" ekseninin yerleştirilmeye çalışılması, akıl alır gibi değil.
ABD'nin bile El Kaide'nin uzantısı "El Nusra Cephesi"ne, siyasal iktidarın verdiği destek için uyarması, Suriye muhalefetinin içinde aynı zamanda İhvan'ın da geriletilmesini istemesi, ABD'li yetkililerin Esad sonrası Suriye senaryolarında "Sünni hegemonyası" değil de, "çok kimlikli" yapı tasarlamaları, işleri gerçekten de çok karıştırdı.
Tam bu sırada, Esad kuvvetlerinin "kimyasal silah" kulanma konusunun ABD tarafından, "kırmızı çizgi" ilan edilmesi, siyasal iktidarın "kimyasal silah" kullanılma savlarını, gelen Suriyeli sığınmacılar üzerinde tespit senaryoları, Erdoğan'ın ABD gezisi öncesi, "beklenen müdahale" için bir birikim oluşturabilir mi sorusu akıllara geldi.
Reyhanlı'daki saldırıda, siyasal iktidar yetkililerinin ısrarla Suriyeli sığınmacılar ve Suriye muhalefetini koruma kaygısı, dikkate değerdir. Sözkonusu saldırıda "görünmeyen el", Türkiye'yi savaşa sürükleyecek mi?
ABD buna izin verir mi? Hizbullah Türkiye ve İsrail'e eş zamanlı taarruza geçer mi? İran Türkiye'ye karşı sessiz durur mu? Rusya ne yapar?
Soru çok, ama Ortadoğu'da sonsuz bir girdaba girmek üzere olduğumuz kesin?