23 Temmuz 2012'den beri Şemdinli'de yaşananlar büyük bir soru işaretini içeriyor. Bir yandan terör örgütünün yayın organları neredeyse "büyük bir kalkışma"nın işaretlerini ve hatta "cephe mücadelesi"ni iddia ederken, siyasal iktidar Şemdinli konusunda yakın zamana kadar "yok sayma" eğilimini sürdürdü. PKK'nın propagandası artınca da, birtakım açıklamalarda bulunmak zorunda kaldı.
Daha bu yazının kaleme alındığı tarih (6 Ağustos 2012)de, Türk Silahlı Kuvvetleri, Hakkari-Şemdinli-Çukurca hattındaki yerleşim birimlerine 6 Ekim 2012'ye kadar "giriş yasağı" koydu. Ortada bazı sorunların varlığı aşikar. Ne var ki, Şemdinli çerçevesinde yaşanan çatışmalara yapısal bir teşhis koyma konusunda ciddi kafa karışıklıkları var. Nedeni ise içinde yaşadığımız iletişim çağında, Sudan'dan Güney Amerika'ya dek uzanan bir engin coğrafyada, yerküreden, hatta uzaydan haber alırken, ülkemizin bir bölgesinden bihaber kalmak, pek mantıkla açıklanabilecek bir durum değil.
Ne terör örgütü bu yerleşim yerlerinde bir "alan hakimiyeti" sağladı, ne de Şemdinli'de herşey "süt liman". Ancak yanıbaşımızdaki siyasal coğrafyanın parçalanması, yeni asimetrik yapıların ortaya çıkması, devlet kavramının Irak-Suriye hattında kaybolması, "topyekün bir felaket"in habercisi gibi gözüküyor.
Aslında konu sadece Kürt antitesiyle ya da "Büyük Kürdistan" potansiyeliyle bağlı gözükmüyor. Mezhep ve etnik köken bazında yeni parçacıklar, bölünen Ortadoğu'da "yeniden haritaların çizilmesi" bağlamında bir anlam taşıyor.
Türkiye'nin özellikle AKP iktidarı bağlamında, bölgedeki "mezhep aritmetiği"ne bel bağlaması, ülkemizin "laik yapısı" ve"ulus-devlet" özelliklerine karşı ciddi riskleri içinde barındırıyor. Sayın başbakanın 5 Ağustos 2012'de A Haber'e yaptığı açıklamalarda, Karacaahmet Cemevi'ni "ucube" olarak değerlendirmesi, Türkiye'nin "asimetrik risklerle" karşı karşıya kaldığı bu günlerde ne yazık ki alışageldiğimiz bir manzarayı tekrar sergiledi. İslamcı bir iktidar denkleminde, Sünni İslamcı bir refleksle hareket edilmesi, ülke içindeki "siyasal birliği" "mezhepsel yüzeyde" ifade etmekte, böylece Aleviler neredeyse bir "engel" haline gelmektedir.
Suriye'de BAAS iktidarına adeta "söylem savaşı" açan AKP, bu çerçevede Nusayrilik bir bakıma Arap Aleviliği'ne de cephe almakta, öte yandan otoriter Sünni zemininde İhvan'a büyük bir sempatiyle bakmaktadır. "İhvan Suriyesi" hasretiyle politika geliştiren AKP kurmayları, ABD'nin "İran'ı izole etme" ve "Şii ekseni"ni yıkma stratejisinde sadece Esad rejimiyle değil aynı zamanda Irak'taki Maliki hükümetine de cephe almaktadır. Zira Maliki de İran yanlısı olarak ele alınmaktadır. Keza Lübnan'daki Hizbullah ta İran nüfuzu bağlamında irdelenmekte, AKP Türkiyesi, Suudi Arabistan ve Katar'la birlikte fotoğraf vermektedir.
Bununla birlikte AKP'nin hesapları Kürt olgusu çerçevesinde sıkışmaktadır. Türkiye'de "muhafazakarlaşma" ve "Sünnileşme" yaklaşımıyla Kürt hareketi AKP tarafından dönüştürülememiştir. Irak'ta Kürdistan Bölgesel Yönetimi parantezinde, PKK tasfiye edilememiş, İran'da PJAK ve Suriye'de PYD, PKK'nın değişik kolları olarak terör örgütünü adeta "uluslararası bir aktör" konumuna getirmiştir.
Suriye'deki kaos, bu kadar "asimetrik yapının" cirit attığı bir bölgede, Türkiye açısından "zincirleme reaksiyon" gösterecek bir risk haritasını ifade etmektedir. "Şemdinli'de neler oluyor" sorusuna net bir yanıt vermek zor. Zira bilgimiz yok. Ama bu tür "derme çatma" oluşumlar, güvenlik zafiyetini arttıracak bir iklimi besleyecektir. Bölgede devlet olmayan yeni yapılar, post modern bir "sürekli savaş" ortamını somutlaştırmaktadır. Ve "yurttaşlığa dayalı gerçek bir modern birliğe", ulusal bir yaklaşıma gereksinim vardır. Yoksa yolun ardı 1916 Sykes Picot, 1920 San Remo ve 1920 Sevr'dir. Yani KARANLIK'tır...
Daha bu yazının kaleme alındığı tarih (6 Ağustos 2012)de, Türk Silahlı Kuvvetleri, Hakkari-Şemdinli-Çukurca hattındaki yerleşim birimlerine 6 Ekim 2012'ye kadar "giriş yasağı" koydu. Ortada bazı sorunların varlığı aşikar. Ne var ki, Şemdinli çerçevesinde yaşanan çatışmalara yapısal bir teşhis koyma konusunda ciddi kafa karışıklıkları var. Nedeni ise içinde yaşadığımız iletişim çağında, Sudan'dan Güney Amerika'ya dek uzanan bir engin coğrafyada, yerküreden, hatta uzaydan haber alırken, ülkemizin bir bölgesinden bihaber kalmak, pek mantıkla açıklanabilecek bir durum değil.
Ne terör örgütü bu yerleşim yerlerinde bir "alan hakimiyeti" sağladı, ne de Şemdinli'de herşey "süt liman". Ancak yanıbaşımızdaki siyasal coğrafyanın parçalanması, yeni asimetrik yapıların ortaya çıkması, devlet kavramının Irak-Suriye hattında kaybolması, "topyekün bir felaket"in habercisi gibi gözüküyor.
Aslında konu sadece Kürt antitesiyle ya da "Büyük Kürdistan" potansiyeliyle bağlı gözükmüyor. Mezhep ve etnik köken bazında yeni parçacıklar, bölünen Ortadoğu'da "yeniden haritaların çizilmesi" bağlamında bir anlam taşıyor.
Türkiye'nin özellikle AKP iktidarı bağlamında, bölgedeki "mezhep aritmetiği"ne bel bağlaması, ülkemizin "laik yapısı" ve"ulus-devlet" özelliklerine karşı ciddi riskleri içinde barındırıyor. Sayın başbakanın 5 Ağustos 2012'de A Haber'e yaptığı açıklamalarda, Karacaahmet Cemevi'ni "ucube" olarak değerlendirmesi, Türkiye'nin "asimetrik risklerle" karşı karşıya kaldığı bu günlerde ne yazık ki alışageldiğimiz bir manzarayı tekrar sergiledi. İslamcı bir iktidar denkleminde, Sünni İslamcı bir refleksle hareket edilmesi, ülke içindeki "siyasal birliği" "mezhepsel yüzeyde" ifade etmekte, böylece Aleviler neredeyse bir "engel" haline gelmektedir.
Suriye'de BAAS iktidarına adeta "söylem savaşı" açan AKP, bu çerçevede Nusayrilik bir bakıma Arap Aleviliği'ne de cephe almakta, öte yandan otoriter Sünni zemininde İhvan'a büyük bir sempatiyle bakmaktadır. "İhvan Suriyesi" hasretiyle politika geliştiren AKP kurmayları, ABD'nin "İran'ı izole etme" ve "Şii ekseni"ni yıkma stratejisinde sadece Esad rejimiyle değil aynı zamanda Irak'taki Maliki hükümetine de cephe almaktadır. Zira Maliki de İran yanlısı olarak ele alınmaktadır. Keza Lübnan'daki Hizbullah ta İran nüfuzu bağlamında irdelenmekte, AKP Türkiyesi, Suudi Arabistan ve Katar'la birlikte fotoğraf vermektedir.
Bununla birlikte AKP'nin hesapları Kürt olgusu çerçevesinde sıkışmaktadır. Türkiye'de "muhafazakarlaşma" ve "Sünnileşme" yaklaşımıyla Kürt hareketi AKP tarafından dönüştürülememiştir. Irak'ta Kürdistan Bölgesel Yönetimi parantezinde, PKK tasfiye edilememiş, İran'da PJAK ve Suriye'de PYD, PKK'nın değişik kolları olarak terör örgütünü adeta "uluslararası bir aktör" konumuna getirmiştir.
Suriye'deki kaos, bu kadar "asimetrik yapının" cirit attığı bir bölgede, Türkiye açısından "zincirleme reaksiyon" gösterecek bir risk haritasını ifade etmektedir. "Şemdinli'de neler oluyor" sorusuna net bir yanıt vermek zor. Zira bilgimiz yok. Ama bu tür "derme çatma" oluşumlar, güvenlik zafiyetini arttıracak bir iklimi besleyecektir. Bölgede devlet olmayan yeni yapılar, post modern bir "sürekli savaş" ortamını somutlaştırmaktadır. Ve "yurttaşlığa dayalı gerçek bir modern birliğe", ulusal bir yaklaşıma gereksinim vardır. Yoksa yolun ardı 1916 Sykes Picot, 1920 San Remo ve 1920 Sevr'dir. Yani KARANLIK'tır...