Bundan 5 yıl önce, 28 Ağustos 2007'de TBMM, Türkiye'nin 11. cumhurbaşkanını seçti. AKP'nin ilk kabinesinin başbakanı, Erdoğan hükümetlerinin değişmez dışişleri bakanı ve AKP'den önce ta FP döneminde bile Erdoğan'ın desteklediği kişi olarak genel başkanlığa aday gösterilen Abdullah Gül, yeni dönemin önemli bir stratejik konumunu simgeledi.
Bu günlerde Gül-Erdoğan çelişkileri çok fazla ön plana çıkartılsa da, Gül'ün cumhurbaşkanlığının ardından "AKP hegemonyası" açısından önemli bir zemin ortaya konuldu. Yüksek yargı, ordu ve yüksek öğrenimdeki direniş kırıldığı gibi, Haziran 2007'de yine Gül'ün işaret ettiği kitlesel davalar, ilginç bir rastlantıyla tam da o tarihte soruşturma olarak başladı. 2008 ve 2009'daki kitlesel tutuklamalar, uzayan yargılama süreci, AKP iktidarı tarafından bu sefer Gülen cemaatiyle anlaşmazlık adına sonradan eleştirilmeye başlandı, ancak 2012'de çıkarılan "3. yargı paketi" bile uygulamaları değiştiremedi. ÖYM'ler mevcut davalar dışında kaldırılsa da, verili zeminde gazeteci, akademisyen, subay, milletvekilleri halen tutukluluk halleriyle bedel ödemekteler.
Konu elbette bununla sınırlı değil. 12 Eylül 2010 referandumuyla, yüksek yargı tamamen değiştirilirken, gerek referandum, gerekse yargılamalarla ordu ve yüksek yargıda "Aleviler'in tasfiyesi", yandaş medya tarafından büyük bir iştahla anlatıldı.
Çankaya, 1982 anayasasının verdiği yetkileri yüksek kurumlara yönelik atamalarda kendi siyasi dünyasını paylaştığı kesimlerden yana kullanırken, parlamentodaki AKP çoğunluğundan gelen yasaları birkaç istisna dışında olduğu gibi onayladı.
Gül'ün en çok önem verdiği konulardan biri, kendisinin yıllarca bulunduğu dış politikadır. Ancak 2009'da dışişleri bakanlığı görevini üstlenen, daha önce Gül'ün bakanlığı döneminde de büyükelçi ünvanlı danışman olarak faaliyette bulunmuş Prof.Dr. Davutoğlu üstlendi. Davutoğlu'nun Neo Osmanlı olarak ta anılan Stratejik Derinlik politikası, "komşularla 0 sorun"dan, komşularla kavgalı ve üstelik savaş senaryolarını barındıran, Türkiye'nin iç alaşımını tehdit eden bir duruma sürüklendi.
Yüksek yargı, ordu ve akademik yüzeyde Aleviler'e yönelik bakış açısı, dış politikada da akıl almaz boyutlara ulaştı. PKK terörü, Suriye'de yaşananlardan sonra, asimetrik tehdit düzeyine ulaştı. El Kaide terörü, Suriye'deki Hür Suriye Ordusu'na verilen AKP desteğinden faydalanarak sadece Suriye'ye değil, Hatay ilimize sızdı ve Aleviler'e tehdit oluşturan bir çerçevede hareket ediyor.
2007 sonrasında AKP, dış politikada "AB çıpası"nı bıraktı, ABD parentezini öne çıkardı. İsrail'le görüntüde yaşanan gerginlik aslında Ilımlı Sünni kuşağın lideri olma siyasetiyle paraleldi.
Gül'ün cumhurbaşkanlığıyla AKP ülke içinde "muhafazakar hegemonya", Ortadoğu'da ise "bölgesel hegemonya" peşine düştü. Yeni düzenlemelerle her ne kadar 28 Ağustos 2012'de görevi sona erse de, Anayasa Mahkemesi'nin kararıyla 2014 Ağustos'una kadar fiilen uzatılmış oldu. AKP'nin kuruluşunun 13. yıldönümünde Gül-Erdoğan nöbet değişimi gerçekleşecek mi? Her iki liderin sağlıkları hakkındaki spekülasyonlar arasında bile bir denge oluştu. Geçen sene 30 Ağustos ve 29 Ekim törenleri "terör" gerekçesiyle iptal edilirken, bu sene "sağlık" gerekçesi ön planda. Dolayısıyla öne sürülen iddilar çok daha manipülatif bir çerçevede ele alınma potansiyeline sahiptir. Gül cumhurbaşkanlığının 5. yıldönümünü "kulağındaki rahatsızlık" nedeniyle hastahanede geçirmek zorunda kalmıştır. Parlamentonun son kez seçtiği cumhurbaşkanıyla, seçmenin ilk seçtiği cumhurbaşkanı, yeni dönemde siyasal işbirliğini devam ettirecek mi? Bir sistem bu kadar "kişilerin değişmezliğine" yaslanabilir mi? Muhafazakar hegemonya rastlantılarla mı kendini sürdürüyor? Sözkonusu soruların ardından, net olarak vurgulanabilecek somut gerçek, geride kalan 5 yılda Gül-Erdoğan işbirliğinin hegemonyayı pekiştirdiğidir. Sonrası seçim-toto oynamaktan ibaret...
Bu günlerde Gül-Erdoğan çelişkileri çok fazla ön plana çıkartılsa da, Gül'ün cumhurbaşkanlığının ardından "AKP hegemonyası" açısından önemli bir zemin ortaya konuldu. Yüksek yargı, ordu ve yüksek öğrenimdeki direniş kırıldığı gibi, Haziran 2007'de yine Gül'ün işaret ettiği kitlesel davalar, ilginç bir rastlantıyla tam da o tarihte soruşturma olarak başladı. 2008 ve 2009'daki kitlesel tutuklamalar, uzayan yargılama süreci, AKP iktidarı tarafından bu sefer Gülen cemaatiyle anlaşmazlık adına sonradan eleştirilmeye başlandı, ancak 2012'de çıkarılan "3. yargı paketi" bile uygulamaları değiştiremedi. ÖYM'ler mevcut davalar dışında kaldırılsa da, verili zeminde gazeteci, akademisyen, subay, milletvekilleri halen tutukluluk halleriyle bedel ödemekteler.
Konu elbette bununla sınırlı değil. 12 Eylül 2010 referandumuyla, yüksek yargı tamamen değiştirilirken, gerek referandum, gerekse yargılamalarla ordu ve yüksek yargıda "Aleviler'in tasfiyesi", yandaş medya tarafından büyük bir iştahla anlatıldı.
Çankaya, 1982 anayasasının verdiği yetkileri yüksek kurumlara yönelik atamalarda kendi siyasi dünyasını paylaştığı kesimlerden yana kullanırken, parlamentodaki AKP çoğunluğundan gelen yasaları birkaç istisna dışında olduğu gibi onayladı.
Gül'ün en çok önem verdiği konulardan biri, kendisinin yıllarca bulunduğu dış politikadır. Ancak 2009'da dışişleri bakanlığı görevini üstlenen, daha önce Gül'ün bakanlığı döneminde de büyükelçi ünvanlı danışman olarak faaliyette bulunmuş Prof.Dr. Davutoğlu üstlendi. Davutoğlu'nun Neo Osmanlı olarak ta anılan Stratejik Derinlik politikası, "komşularla 0 sorun"dan, komşularla kavgalı ve üstelik savaş senaryolarını barındıran, Türkiye'nin iç alaşımını tehdit eden bir duruma sürüklendi.
Yüksek yargı, ordu ve akademik yüzeyde Aleviler'e yönelik bakış açısı, dış politikada da akıl almaz boyutlara ulaştı. PKK terörü, Suriye'de yaşananlardan sonra, asimetrik tehdit düzeyine ulaştı. El Kaide terörü, Suriye'deki Hür Suriye Ordusu'na verilen AKP desteğinden faydalanarak sadece Suriye'ye değil, Hatay ilimize sızdı ve Aleviler'e tehdit oluşturan bir çerçevede hareket ediyor.
2007 sonrasında AKP, dış politikada "AB çıpası"nı bıraktı, ABD parentezini öne çıkardı. İsrail'le görüntüde yaşanan gerginlik aslında Ilımlı Sünni kuşağın lideri olma siyasetiyle paraleldi.
Gül'ün cumhurbaşkanlığıyla AKP ülke içinde "muhafazakar hegemonya", Ortadoğu'da ise "bölgesel hegemonya" peşine düştü. Yeni düzenlemelerle her ne kadar 28 Ağustos 2012'de görevi sona erse de, Anayasa Mahkemesi'nin kararıyla 2014 Ağustos'una kadar fiilen uzatılmış oldu. AKP'nin kuruluşunun 13. yıldönümünde Gül-Erdoğan nöbet değişimi gerçekleşecek mi? Her iki liderin sağlıkları hakkındaki spekülasyonlar arasında bile bir denge oluştu. Geçen sene 30 Ağustos ve 29 Ekim törenleri "terör" gerekçesiyle iptal edilirken, bu sene "sağlık" gerekçesi ön planda. Dolayısıyla öne sürülen iddilar çok daha manipülatif bir çerçevede ele alınma potansiyeline sahiptir. Gül cumhurbaşkanlığının 5. yıldönümünü "kulağındaki rahatsızlık" nedeniyle hastahanede geçirmek zorunda kalmıştır. Parlamentonun son kez seçtiği cumhurbaşkanıyla, seçmenin ilk seçtiği cumhurbaşkanı, yeni dönemde siyasal işbirliğini devam ettirecek mi? Bir sistem bu kadar "kişilerin değişmezliğine" yaslanabilir mi? Muhafazakar hegemonya rastlantılarla mı kendini sürdürüyor? Sözkonusu soruların ardından, net olarak vurgulanabilecek somut gerçek, geride kalan 5 yılda Gül-Erdoğan işbirliğinin hegemonyayı pekiştirdiğidir. Sonrası seçim-toto oynamaktan ibaret...