30 Ağustos 2012 Perşembe

BİR 30 AĞUSTOS YAZISI...

Öncelikle 30 Ağustos Zafer Bayramımızı kutlarım. Atatürk ve silah arkadaşlarıyla, şehit ve gazilerimize ne kadar minnettar olsak azdır. Ne var ki, bu coşkuyu buruklaştıran bir siyasal iklimde yaşıyoruz. Gün geçtikçe hegemonlaşan ve otoriter yapısını iyice belirginleştiren siyasal iktidar, ulusal bayramlarla ilgili, taktiksel bir uygulama ortaya koyarak, kendi siyasal ve kültürel kodlarını yerleştirmeye çalışıyor.
Bu açıdan 2011 yılında gerek Zafer Bayramı, gerekse de Cumhuriyet Bayramı kutlamaları, "terör" gerekçesiyle rafa kaldırılmıştı. 2012'de 23 Nisan ve 19 Mayıs törenleri "stadlardan" yasaklandı. 5 Mayıs 2012'de "çelenk yönetmeliği"nde yapılan değişiklikle de, siyasal partilerin ve demokratik kitle örgütlerinin ulusal bayramlarda Atatürk Anıtları'na "çelenk koyması" yasaklandı. Bayramlar, devlet erkanının katıldığı, "renksiz, soğuk" ve "zoraki" anmalara dönüştürülmeye çalışıldı. 2012 Zafer Bayramı'nda Cumhurbaşkanı Gül'ün "kulak rahatsızlığı" nedeniyle "Çankaya resepsiyonu"nun iptal edilmesi "sağlık gerekçesi"yle anlaşılsa da, TBMM Başkanı'nın diğer resmi kutlamalara vekaleten başkanlık ederken, resepsiyondan vazgeçilmesi başka bir çerçevede değerlendirilebilir mi?
2011 Zafer Bayramı'nda, YAŞ toplantıları öncesinde yapılan Balyoz ve casusluk gibi davalar eşliğinde oluşturulan yeni komuta kademesi, TSK'nın ev sahipliğindeki 30 Ağustos'tan vazgeçti ve "topuk selamı"yla ev sahipliğini Cumhurbaşkanı Gül'e bıraktı. Aslında 2012 bu açıdan "bir ilk"e sahne olacak ve 30 Ağustos'un "ev sahibi" Çankaya olacaktı.
Siyasal iktidar açısından 30 Ağustos'la ilgili rahatsızlık, "yeni paradigma"nın simgeleri açısından bir anlam taşımaktadır. AKP'nin "muhafazakar demokrat" etiketinde kurumsallaştırmaya çalıştığı "Ilımlı İslam" ya da "siyasal İslam" anlayışı, "yeni bir toplum" yaratmayı öngörmektedir. Bu bağlamda TSK ve yüksek yargıda yapılan düzenlemeler, üst yapıda çok stratejik bir konum arzetse de, özellikle "4+4+4" başlığındaki eğitim düzenlemeleriyle, İmam-Hatip okulları, tüm bir Milli Eğitim'i kapsar hale getirilmektedir. Yeni kuşaklar yetiştirilirken hala Atatürk resimlerinin okullarda olması, "Andımız"ın sabah okunması derken, tüm simgeler br bir uygulamadan kaldırılmaktadır. Zira yeni bir toplum, ancak geçmişin karalanmasıyla yaratılabilir. Siyasal İslam anlayışı aslında sadece "laikleri" değil, özellikle Aleviler'i de "azınlık" çerçevesinde görmekte, bununla birlikte "Aleviler'e tahammül" başlığı altında bir asimilasyon politikasını gündeme getirmeye çalışmaktadır. Hatta "yandaş medya", Suriye Sünnileri'ne duyduğu aşkı abartarak, kendi Alevi yurttaşlarımıza "yerli BAASçılar" diyecek kadar "gözü dönmüş" bir vaziyettedir.  Vurgulanan parantezde, siyasal Sünni İslam başlığı daha geçerli bir anlam taşıyacaktır. Sünnilik'le eritilmeye çalışılan Kürtler direndikçe "ötekileştirilecek"tir. Müslüman olmayan yurttaşlar ise zaten "bir tehlike" olarak görülmediğinden, "lutfen" yaşasalar da, gerek Yahudilik'e karşı "nefret söylemi", gerekse de Ermeni ve Rum olmayı "aşağılanma sebebi" gören mevcut kültürel altyapı "duruma göre" gıdıklanmaktadır.
30 Ağustos ruhunda, başkaldırı ve bağımsızlık aşkı vardır. Ancak Ortadoğu'da "taşeronluk" hevesi, bu ruhu sakıncalı görmektedir.
Dolayısıyla 30 Ağustos tartışmaları, bir günlük gündemden öte yapısal bir dönüşümün simgesi konumundadır. CHP örgütleri başta olmak üzere gösterilen "direnç" ise, henüz bu dönüşümün tamamlanmadığı, hegemon yapının öğütemediği dinamiklerin diri olduğunu göstermektedir. O zaman tarihin aydınlık tarafında mücadeleye devam...