Profesyonel bir politikacı olsam, İstanbul İl Kongresi'ne 10 gün kala "suya sabuna dokunmayan" bir yazı kaleme almayı tercih ederdim. Ya da hiçbirşey yazmamayı yeğlerdim.
Gelgelelim gelişmeler hepimizi farklı algılamalara sevketti. CHP'de Mayıs 2010'dan itibaren, genel başkan değişimiyle birlikte başlayan "iktidar azmi", sosyal demokrat politikalara hız verme gayreti, ilk günlerden beri, pek çok partiliyi heyecanlandırdı. Zira CHP artık yıllardan sonra nihayet "iktidara yol açacak", "kitleselleşecek" ve "ekip anlayışları"nı aşacak bir vizyona sahip olacaktı.
Bu bağlamda genel başkanın samimi çabalarını takdir etmekle birlikte, partideki kadro sorununun sürdüğü, ekip-hizip anlayışının sadece belli bir dönemle sınırlı kalmadığı, parti liderliğinin böyle bir hedefi olmamasına karşın, genel başkanı "kuşatma" gayretkeşliğiyle başka bir "dar kadroculuk"un tohumlarının atılmaya başlandığı bir risk durumuyla karşı karşıyayız.
CHP'nin son yıllarda en fazla oy aldığı seçim, 2009 Yerel Seçimleri oldu. AKP %38 oy alırken, CHP %25'de kaldı. Aslında siyaseten yine bir başarı kazanılamamıştı ancak CHP'nin İstanbul'da Büyükşehir Belediye Başkanlığı'ndaki oyları %38'e varmıştı. Bunda elbette CHP'nin adayı, dönemin CHP grup başkanvekili Kemal Kılılçdaroğlu isminin çok büyük katkısı vardı. Yolsuzluklara dayalı "dosyalı muhalefet"in öncüsü Kılıçdaroğlu, CHP İstanbul İl Başkanı Gürsel Tekin'le iyi bir takım çalışması yaptı. "Bu ikili", partinin o zamana kadar ulaşamadığı kent periferisine yani varoşlara ulaştı, "çarşaf açılımı" gibi yol kazaları olsa da, CHP İstanbul'da kendine güvenen bir parti konumuna geldi.
"2009 İstanbul ruhu", 2010'daki malum gelişmelerin ardından oluşan siyasal belirsizlik tablosunda, bu sefer CHP Genel Merkezi'ne taşındı. Kılıçdaroğlu genel başkan, Tekin ise birtakım gerilimlerden sonra genel başkan yardımcısı oldu.
Bugün internet sitelerinde "ikinci adam istifa etti" başlıklarında siyasal ve hukuki açıdan yetersizlikler var. Zira "yeni tüzük"le Sav'ın tasfiye edilmesinden sonra, Kasım 2010 MYK düzenlemesi ve Aralık 2010 Olağanüstü Kurultayı'nın ardından Tekin "ikinci adam" olmuştu gerçekten...
Ancak Haziran 2011 genel seçimlerinden sonra Tekin, "örgütlenmeden sorumlu genel başkan yardımcılığı" ile anılan "2. adamlık" konumunu genel başkanın yaptığı düzenlemeyle bırakmak durumunda kaldı. 2012'deki "olağan kurultay süreci"nde ise İstanbul'un ilçe kongreleri sürecine müdahale etmedi ya da edemedi.
Partide yaşanan tartışmalarda, 1991-2002 arasındaki koalisyon süreçlerinde yer alan kimi eski politikacıların, 2012 itibarıyla CHP'deki tartışmalı ortamda İstanbul il kongresine "müdahil" olma ve "belirleme" hevesine girdikleri iddiaları ele alınıyor.
CHP'de "CHP'li olma" kimliğinin bazı çevrelerce bir handikap haline getirilmesi konusu ise bir spekülasyondan ibarettir diye düşünmek istiyor insan.
Tüm bu tartışmaların dışında, CHP İstanbul İl'inin sevin ya da sevmeyin, "son seçilmiş başkanı"nın fikrinin dahi alınmaması, genel merkez adına birtakım politikacıların "sıkı markaja" girişmeleri "bardağı taşıran son damla" oldu.
3 Mayıs 2012, CHP'de önemli bir kilometre taşıdır. 2002'den beri AKP iktidardadır. 3 Kasım 2002 seçimleri öncesinde DSP-ANAP ekseninde, "MHP'siz ve Ecevit'siz" bir koalisyon öngörülüyor ve Derviş'e "umut adam" diye bakılıyordu. Gülen de bu formülün "isimsiz kahramanı" diye adlandırılıyordu.
Sözkonusu formüllerin sonucunda bugün çatırdamış da olsa, son 10 yıldan beri AKP-Gülen koalisyonu yaşıyor. Erdoğan "rakipsiz bir lider" gibi görülüyor.
CHP'de bu iflas etmiş senaryolar tutmaz. Partinin iktidara gelme yolu AKP'ye benzemek değil, ona seçenek olmaktır.
Genel başkanı bu kadrolar rahat bıraksın ki, başkalaşma değil ama DEMOKRATİK DEĞİŞİM İstanbul'dan başlasın...
Gelgelelim gelişmeler hepimizi farklı algılamalara sevketti. CHP'de Mayıs 2010'dan itibaren, genel başkan değişimiyle birlikte başlayan "iktidar azmi", sosyal demokrat politikalara hız verme gayreti, ilk günlerden beri, pek çok partiliyi heyecanlandırdı. Zira CHP artık yıllardan sonra nihayet "iktidara yol açacak", "kitleselleşecek" ve "ekip anlayışları"nı aşacak bir vizyona sahip olacaktı.
Bu bağlamda genel başkanın samimi çabalarını takdir etmekle birlikte, partideki kadro sorununun sürdüğü, ekip-hizip anlayışının sadece belli bir dönemle sınırlı kalmadığı, parti liderliğinin böyle bir hedefi olmamasına karşın, genel başkanı "kuşatma" gayretkeşliğiyle başka bir "dar kadroculuk"un tohumlarının atılmaya başlandığı bir risk durumuyla karşı karşıyayız.
CHP'nin son yıllarda en fazla oy aldığı seçim, 2009 Yerel Seçimleri oldu. AKP %38 oy alırken, CHP %25'de kaldı. Aslında siyaseten yine bir başarı kazanılamamıştı ancak CHP'nin İstanbul'da Büyükşehir Belediye Başkanlığı'ndaki oyları %38'e varmıştı. Bunda elbette CHP'nin adayı, dönemin CHP grup başkanvekili Kemal Kılılçdaroğlu isminin çok büyük katkısı vardı. Yolsuzluklara dayalı "dosyalı muhalefet"in öncüsü Kılıçdaroğlu, CHP İstanbul İl Başkanı Gürsel Tekin'le iyi bir takım çalışması yaptı. "Bu ikili", partinin o zamana kadar ulaşamadığı kent periferisine yani varoşlara ulaştı, "çarşaf açılımı" gibi yol kazaları olsa da, CHP İstanbul'da kendine güvenen bir parti konumuna geldi.
"2009 İstanbul ruhu", 2010'daki malum gelişmelerin ardından oluşan siyasal belirsizlik tablosunda, bu sefer CHP Genel Merkezi'ne taşındı. Kılıçdaroğlu genel başkan, Tekin ise birtakım gerilimlerden sonra genel başkan yardımcısı oldu.
Bugün internet sitelerinde "ikinci adam istifa etti" başlıklarında siyasal ve hukuki açıdan yetersizlikler var. Zira "yeni tüzük"le Sav'ın tasfiye edilmesinden sonra, Kasım 2010 MYK düzenlemesi ve Aralık 2010 Olağanüstü Kurultayı'nın ardından Tekin "ikinci adam" olmuştu gerçekten...
Ancak Haziran 2011 genel seçimlerinden sonra Tekin, "örgütlenmeden sorumlu genel başkan yardımcılığı" ile anılan "2. adamlık" konumunu genel başkanın yaptığı düzenlemeyle bırakmak durumunda kaldı. 2012'deki "olağan kurultay süreci"nde ise İstanbul'un ilçe kongreleri sürecine müdahale etmedi ya da edemedi.
Partide yaşanan tartışmalarda, 1991-2002 arasındaki koalisyon süreçlerinde yer alan kimi eski politikacıların, 2012 itibarıyla CHP'deki tartışmalı ortamda İstanbul il kongresine "müdahil" olma ve "belirleme" hevesine girdikleri iddiaları ele alınıyor.
CHP'de "CHP'li olma" kimliğinin bazı çevrelerce bir handikap haline getirilmesi konusu ise bir spekülasyondan ibarettir diye düşünmek istiyor insan.
Tüm bu tartışmaların dışında, CHP İstanbul İl'inin sevin ya da sevmeyin, "son seçilmiş başkanı"nın fikrinin dahi alınmaması, genel merkez adına birtakım politikacıların "sıkı markaja" girişmeleri "bardağı taşıran son damla" oldu.
3 Mayıs 2012, CHP'de önemli bir kilometre taşıdır. 2002'den beri AKP iktidardadır. 3 Kasım 2002 seçimleri öncesinde DSP-ANAP ekseninde, "MHP'siz ve Ecevit'siz" bir koalisyon öngörülüyor ve Derviş'e "umut adam" diye bakılıyordu. Gülen de bu formülün "isimsiz kahramanı" diye adlandırılıyordu.
Sözkonusu formüllerin sonucunda bugün çatırdamış da olsa, son 10 yıldan beri AKP-Gülen koalisyonu yaşıyor. Erdoğan "rakipsiz bir lider" gibi görülüyor.
CHP'de bu iflas etmiş senaryolar tutmaz. Partinin iktidara gelme yolu AKP'ye benzemek değil, ona seçenek olmaktır.
Genel başkanı bu kadrolar rahat bıraksın ki, başkalaşma değil ama DEMOKRATİK DEĞİŞİM İstanbul'dan başlasın...