Son dönemlerde, bölgemizde ve ülkemizde, muhafazakarların dincileştiği, dincilerin de muhafazakarlaştığı gözlemleniyor. Bu konuda Nilgün Cerrahoğlu'nun ilgili yazısını öneririm. (Nilgün Cerrahoğlu, "Sekülarizm Neden Sorgulanıyor?", Cumhuriyet, 26 Mayıs 2012, http://www.cumhuriyet.com.tr/?hn=340472 ) Ve konu sadece İslamcılık'la ilgili olarak gündeme gelmiyor.
Türkiye'de 2002'ye kadar "Merkez Sağ" partiler ve siyasetlerden söz ederken, artık İslamcılık akımından gelen ve "Milli Görüş gömleği"ni çıkardığını iddia eden AKP; "muhafazakar demokrat" bir kimliği tercih ediyor. Bu çerçevede Türkiye'nin değişen sosyolojik yapısının, sosyolojik çevrenin değerlerinin, merkeze hoyratça egemen olma eğiliminin, iyi değerlendirilmesi gerekiyor. Bu süreci "Avamlık Halleri" başlıklı kısa notumda ele almıştım.
Avamlık, bir tavırdan ziyade, bir varoluş, kente, kentsel ve modern değerleri tümden reddediş, hatta yok etme, yerine ise yenisini ikame edemeyiş gibi post-modern bir çaresizliği ortaya koymaktadır. Böyle olunca, bilimden, sanattan "intikam alma" bir nevi "tarihi bir coşku" yaşatsa da, aynı kahredici soru gündeme gelmektedir. Yerine neyi koyacaksınız?
Nilüfer Göle, yıllar önce kaleme aldığı Modern Mahrem kitabında, "mahrem"in modernleştiğini, "tesettür"ün bir kimlik ifade etme aracı olmanın yanısıra, eğitim ve iş dünyasında "var olma" mücadelesinin, İslami akımların geleneksel olarak "kadını eve kapatma" refleksini alt üst ettiği ortaya koymaktaydı. Böylece, "mahrem" de modernleşme sürecinden kurtulamıyordu.
Tüm bu iyimser yaklaşımlara karşın, siyasal iktidar sözcülerinin, "kürtaj ve sezaryan" başta olmak üzere, "kadın vücudu"na yönelik "teşhir" edici yaklaşımları, "mahrem"e dayalı siyasetin, "avamlık halleri"ni bir kez daha teyit etti. Ancak "tecavüz"e yönelik değerlendirmeler, kutuplaşmış toplumda derin bir travma yarattı. Kürtajı "tecavüz"de de "yanlış" bulan zihniyet, bir nevi bilinçaltını ete kemiğe büründürdü.
Şöyle ki, "o da tahrik etmeseydi", "dişi kuyruğunu sallamasa erkek peşinden gitmez", "o da haketti" gibi, toplumsal cinsiyetin erkek baskın karakteri, dincileşen muhafazakarlığın, "modern kadın"a duyduğu öfke ve intikam duygularını dillendirdi. Bu bağlamda "tecavüz"ün "meşrulaşması"nın "hangi kadın"lara yönelik olarak ima edildiği, söz konusu anlayışın, "tecavüzcü"yü korumak gibi bir sapmaya yol açacağı gün gibi aşikar. İçinde yaşadığımız toplumda "tecavüzcüsüyle evlendirilme", "çocuk yaşta kızların evlenmesi" gibi ananevi uygulamalar her ne kadar kırsal kesimler için geçerli olsa da, artık "tecavüz", yaptırımsal gücüyle, "modern kadını" cezalandırma ve "muhafazarlaşarak" biat ettirilmesi hamlesini vurgulamaktadır.
Bu çerçevede, değişen toplumsal dokuda, "mahalle baskısı", "tecavüz silahı"yla daha da güçlendirilmiştir. Tecavüzden doğan çocuğa "devletin bakması" gibi öneriler ise, "vahametin" derecesini göstermesi açısından ibretlik bir tabloyu resmetmektedir.
Türkiye'de 2002'ye kadar "Merkez Sağ" partiler ve siyasetlerden söz ederken, artık İslamcılık akımından gelen ve "Milli Görüş gömleği"ni çıkardığını iddia eden AKP; "muhafazakar demokrat" bir kimliği tercih ediyor. Bu çerçevede Türkiye'nin değişen sosyolojik yapısının, sosyolojik çevrenin değerlerinin, merkeze hoyratça egemen olma eğiliminin, iyi değerlendirilmesi gerekiyor. Bu süreci "Avamlık Halleri" başlıklı kısa notumda ele almıştım.
Avamlık, bir tavırdan ziyade, bir varoluş, kente, kentsel ve modern değerleri tümden reddediş, hatta yok etme, yerine ise yenisini ikame edemeyiş gibi post-modern bir çaresizliği ortaya koymaktadır. Böyle olunca, bilimden, sanattan "intikam alma" bir nevi "tarihi bir coşku" yaşatsa da, aynı kahredici soru gündeme gelmektedir. Yerine neyi koyacaksınız?
Nilüfer Göle, yıllar önce kaleme aldığı Modern Mahrem kitabında, "mahrem"in modernleştiğini, "tesettür"ün bir kimlik ifade etme aracı olmanın yanısıra, eğitim ve iş dünyasında "var olma" mücadelesinin, İslami akımların geleneksel olarak "kadını eve kapatma" refleksini alt üst ettiği ortaya koymaktaydı. Böylece, "mahrem" de modernleşme sürecinden kurtulamıyordu.
Tüm bu iyimser yaklaşımlara karşın, siyasal iktidar sözcülerinin, "kürtaj ve sezaryan" başta olmak üzere, "kadın vücudu"na yönelik "teşhir" edici yaklaşımları, "mahrem"e dayalı siyasetin, "avamlık halleri"ni bir kez daha teyit etti. Ancak "tecavüz"e yönelik değerlendirmeler, kutuplaşmış toplumda derin bir travma yarattı. Kürtajı "tecavüz"de de "yanlış" bulan zihniyet, bir nevi bilinçaltını ete kemiğe büründürdü.
Şöyle ki, "o da tahrik etmeseydi", "dişi kuyruğunu sallamasa erkek peşinden gitmez", "o da haketti" gibi, toplumsal cinsiyetin erkek baskın karakteri, dincileşen muhafazakarlığın, "modern kadın"a duyduğu öfke ve intikam duygularını dillendirdi. Bu bağlamda "tecavüz"ün "meşrulaşması"nın "hangi kadın"lara yönelik olarak ima edildiği, söz konusu anlayışın, "tecavüzcü"yü korumak gibi bir sapmaya yol açacağı gün gibi aşikar. İçinde yaşadığımız toplumda "tecavüzcüsüyle evlendirilme", "çocuk yaşta kızların evlenmesi" gibi ananevi uygulamalar her ne kadar kırsal kesimler için geçerli olsa da, artık "tecavüz", yaptırımsal gücüyle, "modern kadını" cezalandırma ve "muhafazarlaşarak" biat ettirilmesi hamlesini vurgulamaktadır.
Bu çerçevede, değişen toplumsal dokuda, "mahalle baskısı", "tecavüz silahı"yla daha da güçlendirilmiştir. Tecavüzden doğan çocuğa "devletin bakması" gibi öneriler ise, "vahametin" derecesini göstermesi açısından ibretlik bir tabloyu resmetmektedir.