Siyasal gündemde bazı tarih ve buluşmalar, özellikle öne çıkarılınca, ister istemez beklentiler de çoğalıyor. Erdoğan'ın 16 Kasım 2013 Diyarbakır ziyareti, bu bağlamda, ulusal medyada, çeşitli başlıklarla inceleniyor. İçinde yaşadığımız Gösteri Toplumu'nda (Bkz: Guy Debord, Society of the Spectacle, Zone Books, New York, 1994 ) siyaset deyim yerindeyse bir temaşa sanatıdır. Debord'un aynı adlı yapıtında belirttiği üzere, siyasetin kendisi, mutlaka popüler figürlerle desteklenmeli, siyasal etkinlikler birer gösteri (şov) havasında geçmelidir.
İşte bu bağlamda, Şivan Perver ve İbrahim Tatlıses'in "düet" yaptıkları "Diyarbakır çıkarması", belirttiğimiz siyaset tarzının tipik bir yansımasıdır.
Öte yandan Erdoğan'ın "Diyarbakır çıkarması"nın asıl "yıldızı", Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi Başkanı ve Irak Kürdistan Demokrat Partisi Genel Başkanı Mesud Barzani'dir. 2005 Irak anayasasına göre, resmi sıfatlara kavuşan Barzani, Kürtler açısından fiilen "devletleşen" ilk lider olarak algılanmaktadır.
PKK terör örgütü lideri Öcalan'la "İmralı"da yapılan diyalog, PKK'nın "çekilme süreci"nin aksamaya başladığı momentumda, Barzani'nin Diyarbakır ziyareti gerçekleşmiştir. Peki bu çerçevede Barzani, PKK'ya karşı bir koz mudur, yoksa rakip midir? Dile getirdiğimiz soru, bir bakıma indirgemeci bir anlayışı ifade etmektedir. Zira Barzani, zaman zaman ters düştüğü PKK'yı, kendi kontrolündeki Kandil'de barındırmaktadır. Bununla birlikte, PKK ile, İran-Suriye hattında ters düşmektedir. Sözgelimi, Barzani, Suriye'nin Rojava bölgesiyle sınırlarını kapatmıştır. PKK'nın uzantısı kabul edilen PYD'nin Rojava'da ilan ettiği fiili yönetim, biçim olarak Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi'nin "yol haritası"nı andırmaktadır. Ancak Barzani, şimdiye kadar, Türkiye ile ilişkilerinde kimi zaman bir kart, kimi zaman bir unsur olarak ele aldığı PKK-PYD çizgisinin, kendine ait bir bölgeye kavuşmasından rahatsızdır. Kürtler arasındaki "devlet tekeli"ni elinde kaçırma riski, kendisini rahatsız etmektedir.
Türkiye'ye gelişinde, "toplu nikah" ile süslenen "şov algısı", beraberinde, farklı formülleri de akıllara getirmektedir. Barzani, Erdoğan'la Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi ve Diyarbakır Valiliği'ne gitmiştir. İlk ziyaret, bu geziden rahatsız olan PKK-BDP çizgisinin hem içini rahatlatmak, hem de yumuşatmak için bir anlam taşımaktadır. PKK'nın, 2011 Aralık'ta ABD'nin Irak'tan çekildiği süreçten beri, en önemli endişesi, Türkiye-Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi arasındaki bir anlaşmada, dışlanmak, tasfiye edilmek korkusudur.
Bu yüzden zaman zaman terörün yoğunluğunu 2010 ve 2011 yazlarında olduğu gibi arttırmıştır.
Erdoğan'ın Diyarbakır'a gitmeden, "çözüm sürecini taçlandıracağız" mesajı, BDP'li büyükşehir belediyesindeki temaslarla birlikte değerlendirilirse, hala "İmralı" ile "diyalog"un masa üstünde devam ettiği gözlemlenebilir.
1 Mart 2003 tezkeresi TBMM'de reddedildikten sonra, AKP'deki "fireler" hesaplanırken, Barzani'ye yakın 70 AKP milletvekilinin birlikte "hayır" oyu kullandığı spekülasyonları yapılmıştı. Bu elbette Türkiye için yeni bir durumdu. Bir başka ülkede, daha o zaman "bölge" statüsü de kazanmamış, hatta Irak açısından legalize olmamış Barzani'nin, TBMM'de "etkili bir gruba" sahip olduğu imajı rahatsızlık yaratmıştı. Sonra bu konunun üzerinde çok fazla durulmadı.
Erdoğan, siyasal iktidarı boyunca, çeşitli "Kürt açılımları" gerçekleştirdi. Bugünküne benzer bir tablo, 2005 Ağustos'unda yaşanmış, Başbakan'ın "Diyarbakır çıkarması", bir "çözüm süreci"nin başlangıcı olarak lanse edilmişti. Daha sonra 2009 ilkbaharında, ABD'nin de desteklediği bir başka "açılım" denemesi gerçekleşti. Sonbahar'da "Habur"la gündemden kalktı.
2013'te kamuoyuyla paylaşılan, İmralı adasında PKK terör örgütü lideri Öcalan'la resmileşen diyaloğun ardından ilan edilen "çözüm süreci" ve "demokratikleşme paketi", 2013 sonbaharında, PKK sözcüleri tarafından anons edilen, "çekilmenin durması"yla tıkanıklığa kavuştu.
Kasım 2013'teki "Diyarbakır çıkarması"nda, 2003 tezkere oylamasında üzerinde durulmayan, "Barzani etkisi", şimdi meşru zeminde "Barzani'ye açılım"la mı ortaya konulacak? "Gülen hareketi", AKP ile "asimetrik koalisyon"dan dışlanırken, Barzani mi "asimetrik koalisyon"a dahil olacak? PKK-BDP çizgisi, siyasal ktidar ile Barzani'nin "adı konmamış koalisyonu"na karşı, yerel seçimlerde nasıl bir tavır alacak?
Barzani, ABD-Türkiye ile süren müttefikliğini, PKK'nın, PYD ve PJAK uzantılarına karşı koz olarak mı kullanacak?
Siyasal iktidarın "Barzani açılımı"nın en kritik avantajlarından biri, muhafazakar Sünni bir tabana, İslamcı bir söyleme sahip olarak, Barzani etkisini, muhafazakar kitlelerde hissettirmesidir. Böylece "muhafazakar post-modern koalisyon", mesela AKP içindeki MHP kökenlilerin de rahatsız olmayacağı bir formülle ele alınmakta, yaklaşan 3 seçim garanti altına alınmaya çalışılmaktadır.
BDP'nin "yumuşatılması" ise, seçim öncesi "terörün hortlaması"nın önlenmesi ile bağlantılıdır. "Çözüm" ve "paketler" bir başka "bahar"a saklanmakta, Barzani ile petrol anlaşmaları da, "muhafazakar post modern koalisyon" için verimli bir yüzeyi teşkil etmektedir. ABD memnundur, İran ise beklemektedir.
Irak'la "normalleşen ilişkiler" ise, "Barzani açılımı"nı rahatlatmakta, Maliki'nin Batı açısından tamamen kaybedilmesi engellenmektedir.
Sonuç olarak, bölgede oluşan "post-modern" koalisyon, başka ittifaklar ya da siyasal işbirliklerini, federasyon tartışmalarını, küresel ve bölgesel yeni ortakları içine alma potansiyeline sahiptir. Zaman içinde etkileri daha net biçimde görülecektir.
İşte bu bağlamda, Şivan Perver ve İbrahim Tatlıses'in "düet" yaptıkları "Diyarbakır çıkarması", belirttiğimiz siyaset tarzının tipik bir yansımasıdır.
Öte yandan Erdoğan'ın "Diyarbakır çıkarması"nın asıl "yıldızı", Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi Başkanı ve Irak Kürdistan Demokrat Partisi Genel Başkanı Mesud Barzani'dir. 2005 Irak anayasasına göre, resmi sıfatlara kavuşan Barzani, Kürtler açısından fiilen "devletleşen" ilk lider olarak algılanmaktadır.
PKK terör örgütü lideri Öcalan'la "İmralı"da yapılan diyalog, PKK'nın "çekilme süreci"nin aksamaya başladığı momentumda, Barzani'nin Diyarbakır ziyareti gerçekleşmiştir. Peki bu çerçevede Barzani, PKK'ya karşı bir koz mudur, yoksa rakip midir? Dile getirdiğimiz soru, bir bakıma indirgemeci bir anlayışı ifade etmektedir. Zira Barzani, zaman zaman ters düştüğü PKK'yı, kendi kontrolündeki Kandil'de barındırmaktadır. Bununla birlikte, PKK ile, İran-Suriye hattında ters düşmektedir. Sözgelimi, Barzani, Suriye'nin Rojava bölgesiyle sınırlarını kapatmıştır. PKK'nın uzantısı kabul edilen PYD'nin Rojava'da ilan ettiği fiili yönetim, biçim olarak Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi'nin "yol haritası"nı andırmaktadır. Ancak Barzani, şimdiye kadar, Türkiye ile ilişkilerinde kimi zaman bir kart, kimi zaman bir unsur olarak ele aldığı PKK-PYD çizgisinin, kendine ait bir bölgeye kavuşmasından rahatsızdır. Kürtler arasındaki "devlet tekeli"ni elinde kaçırma riski, kendisini rahatsız etmektedir.
Türkiye'ye gelişinde, "toplu nikah" ile süslenen "şov algısı", beraberinde, farklı formülleri de akıllara getirmektedir. Barzani, Erdoğan'la Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi ve Diyarbakır Valiliği'ne gitmiştir. İlk ziyaret, bu geziden rahatsız olan PKK-BDP çizgisinin hem içini rahatlatmak, hem de yumuşatmak için bir anlam taşımaktadır. PKK'nın, 2011 Aralık'ta ABD'nin Irak'tan çekildiği süreçten beri, en önemli endişesi, Türkiye-Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi arasındaki bir anlaşmada, dışlanmak, tasfiye edilmek korkusudur.
Bu yüzden zaman zaman terörün yoğunluğunu 2010 ve 2011 yazlarında olduğu gibi arttırmıştır.
Erdoğan'ın Diyarbakır'a gitmeden, "çözüm sürecini taçlandıracağız" mesajı, BDP'li büyükşehir belediyesindeki temaslarla birlikte değerlendirilirse, hala "İmralı" ile "diyalog"un masa üstünde devam ettiği gözlemlenebilir.
1 Mart 2003 tezkeresi TBMM'de reddedildikten sonra, AKP'deki "fireler" hesaplanırken, Barzani'ye yakın 70 AKP milletvekilinin birlikte "hayır" oyu kullandığı spekülasyonları yapılmıştı. Bu elbette Türkiye için yeni bir durumdu. Bir başka ülkede, daha o zaman "bölge" statüsü de kazanmamış, hatta Irak açısından legalize olmamış Barzani'nin, TBMM'de "etkili bir gruba" sahip olduğu imajı rahatsızlık yaratmıştı. Sonra bu konunun üzerinde çok fazla durulmadı.
Erdoğan, siyasal iktidarı boyunca, çeşitli "Kürt açılımları" gerçekleştirdi. Bugünküne benzer bir tablo, 2005 Ağustos'unda yaşanmış, Başbakan'ın "Diyarbakır çıkarması", bir "çözüm süreci"nin başlangıcı olarak lanse edilmişti. Daha sonra 2009 ilkbaharında, ABD'nin de desteklediği bir başka "açılım" denemesi gerçekleşti. Sonbahar'da "Habur"la gündemden kalktı.
2013'te kamuoyuyla paylaşılan, İmralı adasında PKK terör örgütü lideri Öcalan'la resmileşen diyaloğun ardından ilan edilen "çözüm süreci" ve "demokratikleşme paketi", 2013 sonbaharında, PKK sözcüleri tarafından anons edilen, "çekilmenin durması"yla tıkanıklığa kavuştu.
Kasım 2013'teki "Diyarbakır çıkarması"nda, 2003 tezkere oylamasında üzerinde durulmayan, "Barzani etkisi", şimdi meşru zeminde "Barzani'ye açılım"la mı ortaya konulacak? "Gülen hareketi", AKP ile "asimetrik koalisyon"dan dışlanırken, Barzani mi "asimetrik koalisyon"a dahil olacak? PKK-BDP çizgisi, siyasal ktidar ile Barzani'nin "adı konmamış koalisyonu"na karşı, yerel seçimlerde nasıl bir tavır alacak?
Barzani, ABD-Türkiye ile süren müttefikliğini, PKK'nın, PYD ve PJAK uzantılarına karşı koz olarak mı kullanacak?
Siyasal iktidarın "Barzani açılımı"nın en kritik avantajlarından biri, muhafazakar Sünni bir tabana, İslamcı bir söyleme sahip olarak, Barzani etkisini, muhafazakar kitlelerde hissettirmesidir. Böylece "muhafazakar post-modern koalisyon", mesela AKP içindeki MHP kökenlilerin de rahatsız olmayacağı bir formülle ele alınmakta, yaklaşan 3 seçim garanti altına alınmaya çalışılmaktadır.
BDP'nin "yumuşatılması" ise, seçim öncesi "terörün hortlaması"nın önlenmesi ile bağlantılıdır. "Çözüm" ve "paketler" bir başka "bahar"a saklanmakta, Barzani ile petrol anlaşmaları da, "muhafazakar post modern koalisyon" için verimli bir yüzeyi teşkil etmektedir. ABD memnundur, İran ise beklemektedir.
Irak'la "normalleşen ilişkiler" ise, "Barzani açılımı"nı rahatlatmakta, Maliki'nin Batı açısından tamamen kaybedilmesi engellenmektedir.
Sonuç olarak, bölgede oluşan "post-modern" koalisyon, başka ittifaklar ya da siyasal işbirliklerini, federasyon tartışmalarını, küresel ve bölgesel yeni ortakları içine alma potansiyeline sahiptir. Zaman içinde etkileri daha net biçimde görülecektir.