Türkiye uzun yıllar karnından konuşmayı alışkanlık edinen bir halet-i ruhiyeyle yaşadı. Siyasal-toplumsal projelerini net ifade edemeyenler, genel birtakım kavram ve gelişmelere sığınarak, "dünyada eğilim böyle, yapacak birşey yok" ya da "zamana ayak uyduracağız" tepkileri altında, kaçamak değerlendirmelerle dolaylı göndermeler yaptılar. Hatta "zamanın ruhu" kavramını bile, anlamını epey zorlayarak, içini boşaltarak, kendilerini haklı çıkarmaya çalıştılar.
Türkiye'de ne zaman "ulus-devlet bitti" tartışmasına rastlasam, bu refleks ve tepkileri gözlemleme olanağına kavuşuyorum. "Zamanın ruhu", "büyük küresel gelişmeler" adı altında, bildik çabalar ortaya konulmaya çalışıyor. Öyle birtakım "Zihni Sinir projeleri" gündeme geliyor ki, Türkiye'nin adını değiştirmek, ulusal kimliği tasfiye etmek, bayrağın adını ve kendisini değiştirmek, neredeyse "güle oynaya" kamuoyu gündemine getiriliyor, sonra da bu yaklaşımları karşı dile getirilen eleştirel sözler, "çağdışı olmak", "ırkçı-kafatasçı kafa yapısına sahip olmak" ile tanımlanıyor.
İlginçtir, "çözüm süreci"nin muhatabı kabul edilen PKK terör örgütünün başı Öcalan bile, 21 Mart 2013'te Diyarbakır meydanında okunan "bildirisinde", ayrı bir Kürt devletinden değil de, "Ortadoğu federasyonu"ndan, "İslami üst kimlik"ten söz edebiliyor. Kimse gerçek niyetini -ayan beyan belli olanlar bile- söylemeyi tercih etmiyor.
Ulus-devlet elbette değişmez-tartışılmaz bir konu değil. Varlığını 15.-16. yüzyıllara kadar götürenler var. Marksist bakış çerçevesinde, burjuva devrimlerinin etkisiyle , teritoryal bir alanda, seküler bir zeminde, sanayi toplumunun, modernist üstyapının türevleri olarak anılan ulus-devlet, siyasal kimliğini 1789 Fransız devrimiyle birlikte kazandı. Ulus-devletin en temel motivasyonu ise siyasal bağlamdaki milliyetçilik olarak kendini gösterirken, modernizmin gerilettiği skolastik din anlayışının yerine, yeni kutsal ulus-devlet simgeleri oldu.
Batı Avrupa'da siyasal ulus-devletler, 18. ve 19. yüzyıl çerçevesinde kurumsallaşırken, 20. yüzyılda 3 ana kırılma noktası yeni ulus-devletleri doğurdu.
Birinci Dalga 1.Dünya Savaşı'nın ardından gündeme geldi. Osmanlı İmparatorluğu ve Avusturya-Macaristan İmparatorluğu'nun tasfiyesiyle Balkanlar ve Ortadoğu'da yeni ulus-devletler doğdu. Ortadoğu'daki yapılar 1916'da Sykes-Picot Anlaşmasıyla Britanya ve Fransa arasında oluşturulan nüfuz bölgeleri üzerinden, Milletler Cemiyeti'nin himayesinde düzenlenen 1920'deki San Remo Konferansı'ndaki mandalarla oluşturulurken, Balkanlar'daki yeni devletler ağırlıklı olarak 1919'daki Versailles üzerinden yapılandırıldı.
İkinci Dalga, 2.Dünya Savaşı'ndan sonra realize oldu. 1.Dünya Savaşı sonrası Ortadoğu'da oluşturulan mandalar, dekolonizayon süreciyle bağımsızlığa kavuşurken, BAAS'çılık bu coğrafyada hakim oldu. Reaksiyoner Batı karşıtlığı, bağlantısızlık, Sovyet sempatizanlığı, Arap halkları üzerinde yeni bir heyecan yarattı.
Üçüncü Dalga ise Soğuk Savaş sonrasında oluştu. SSCB'den, Yugoslavya'dan ayrılan Cumhuriyetler, yeni devletler oldular. Ne var ki bu yapılar, zaten devletti, ancak reel sosyalizm ve Kızılordu baskısı kalkınca devletleştiler. Doğu Almanya'nın "varlık nedeni" reel sosyalizm ve SSCB vesayeti idi. Orta Asya ve Balkanlar'daki yeni devletlere, Ortadoğu'da 1. ve 2. Körfez Savaşları sonrasında, yenilere eklemlenmeye gebe.
Irak'daki Sünni Kürt, Sünni Arap ve Şii Arap antitelerinden, Sünni Kürt bölgesi, Kürdistan Bölgesel Yönetimi olarak, 2005'te "özerk bölge" olurken, Türkiye'de PKK terör örgütü, Kürt sorununu kendince manipüle ederek, oluşan jeopolitik boşluk üzerinde, yeni bir manevra alanı buldu. 2011'de ABD Irak'tan çekildikten sonra, Türkiye-Barzani bölgesi arasındaki yakın ilişkiden rahatsız oldu, terörü konjonktürel olarak yükseltti. Ve yıllardan beri kapalı kapılar ardındaki "görüşmeler", 2013'te kamuoyu nezdinde siyasal yüzeyde, terör örgütü lideriyle yapılmaya başlandı.
Öcalan'ın kendince yaptığı, bir ulus-devletten başka bir ulus-devlet ya da diğer ülkelerdeki benzerleriyle birleşerek, daha büyük bir ulus-devlet kurmaktır. Tarihte dalgalar halinde yaşanan kırılma noktaları, ulus-devletleri bitirmemiş, yeni ulus-devletler doğurmuştur.
Ulus-devlet bitmemiş, ancak yenilerinin kurulması tartışmaları gündeme gelmiştir. Dolayısıyla İslami üst kimlikle, Sünni referanslarla ya da Sosyalist kimlikle "halkların kardeşliği" çerçevesinde bir özgürlük mücadelesi söz konusu değildir.
Konu, YENİ ULUS DEVLETLER kurma konusudur.
Türk kadim devlet geleneğine yönelik kampanya da bu çerçeve içinde anlaşılmalıdır...