6 Mayıs 2017 Cumartesi

REFERANDUM SONRASI SİYASET HALLERİ?

16 Nisan 2017'deki referandumda, "cumhurbaşkanlığı sistemi" adı verilen, ne yazık ki, anayasa hukuku ve demokratik standartları zorlayan maddeler, oylama sırasında YSK'nın "mühürsüz zarflarla" ilgili aldığı kararların gölgesinde, "kıl payı" onaylanmış gözüküyor. Milyonlarca oy hakkındaki iddialar, AİHM yolunda, 1950'den beri "dürüst seçim" yapan ülkemizi zorlayan, demokratik meşruiyeti zedeleyen bir noktaya geldi.
Kuvvetler birliği ve otoriter yapıyı çağrıştıran yeni siyaset ortamında, aslında siyasal iktidarın da ezberini bozan bir tablo ortaya çıktı. Bir yandan geleneksel Sağ'ın konsolide sayılan  %60-70 bandındaki oranı bu kez yakalanamazken, geriye kalan %50 civarındaki "hayır" oylarının siyasal sahibi aranıyor. İlginç bir biçimde, Erdoğan'ın parti liderliğine dönüşünün, yerel yönetimler ve parti yönetiminde tasfiyesi, liderliğin tılsımı beklenirken, "hayır"da ciddi bir arayış var.
Referandum gecesi ortaya çıkan siyasal tabloda, CHP-MHP-HDP tabanının ifade edildiği bir "benzemezler zemini" belirginleşti. Tıpkı 7 Haziran 2015'te olduğu gibi...2019 Kasım'ında, itirazlara karşın kabul edildiği ilan edilen yeni sisteme göre, Türkiye bir ilki deneyecek. Parlamento seçimleri ve cumhurbaşkanlığı seçimleri, aynı gün, farklı sandıklarda yapılacak. Eğer parlamento seçimleri mevcut seçim sistemine göre yapılırsa, meclis dengeleri ve cumhurbaşkanlığı farklı yüzeylerde ifade edilebilir. Böylece, parlamenter hükümet sisteminde koalisyon dediğimiz, siyasal güçler arasındaki işbirliği, yeni sistemde, cumhurbaşkanı yardımcılıkları ve kabine üyelikleri çerçevesinde dile getirilebilir. Buradan yola çıkarak, nasıl 1982 anayasasının engellemeye çalıştığı koalisyonlar, 1991'den itibaren yeniden gündeme geldiyse, yeni sistemde de, bu sefer farklı bir çerçevede koalisyon gerçekliğiyle karşı karşıya kalınabilir. 1 Mayıs 2017 akşamı CNN Türk'te Ahmet Hakan'a konuşan,  CHP eski genel başkanı Deniz Baykal, sembolik değil icracı cumhurbaşkanı adayının, mutlaka parti genel başkanı olmasını zannederim bu meyanda anlatmaya çalıştı. Hem partisinin örgüt, taban ve seçmenine nüfuz eden, hem de ikinci turda, farklı siyasal partilerden aldığı destekle, cumhurbaşkanı yardımcılıkları  ve kabineyi farklı siyasal partilerden gelen temsilcilerle oluşturma da, bu perspektifte belirtildi. "Ekmeleddin İhsanoğlu"nun 2014 Ağustos'undaki başarısız bir tayinle, parti yetkili kurullarına danışılmadan, "tıpış tıpış" oy veren seçmen formülüyle gündeme gelmesi de, bu konuşmadaki eleştirinin uzantısı olarak vurgulandı.
Temel problem, Baykal'ın 18 yıllık genel başkanlığı sırasındaki yönetim anlayışını unutarak, mevcut Kılıçdaroğlu yönetimini eleştirmesiyle tekrar gündeme geldi. Gelen ve giden CHP yönetimleri, parti içi demokrasi ve "tek adamlık" konusunda, "istikrarı" bozmazken!, yerel yönetimler ve parti yönetiminde, mevcut iktidarın "tek adamlık" anlayışı, gittikçe tüm siyasal partilerimizi kuşatıyor ve partiler bu zihniyeti içselleştiriyor.
7 Mayıs 2017'de Fransa'da gerçekleştirilecek Fransız cumhurbaşkanlığı seçimlerinin 2. turunda, merkezde gözüken Macron, muhafazakarlar ve sosyalistlerden aldığı destekle %23'lerden %60'lara çıkarken, Madam Le Pen'in aşırı sağcı Ulusal Cephe'si, %37'lerde kalan bir performansı, kamuoyu yoklamalarında gösteriyor. Sonuç, elbette sandıkta belli olacak. Sanırım, Baykal'ın ifade ettiği tablo, Fransa'yı andırıyor. Birinci turda, parti liderliği ve parti seçim çalışması ön planda iken, ikinci turda farklı siyasal güçlerden alınan destek, iktidarı getirebiliyor. Buna benzer bir tablo, baba Le Pen ve Chirac arasında yaşanmış, sosyalistler ikinci turda merkez Sağ Chirac'a oy vermişlerdi. Fransa'nın Cumhuriyetçi geleneği bu zeminde ağır basıyor.
2019 Kasım'da muhalefetin göstereceği aday, bu sisteme göre, "icracı" olmak zorunda. Sembolik bir adayla, "kaybetmeye" mahkum kampanya, belediye başkanları ve meclis grubunu belirleyen, aday olmayan ve siyasal dükalığını kuran bir genel başkan profilini anımsatıyor. Baykal, her ne kadar, "partiyi elinde tutan, riske girmeyen" ve sembolik adaya destek veren bir genel başkan profilini eleştirse de, kendisinin de, parlamenter gözüken hibrit sistemde, siyasal kutuplaşmada, iktidarı kazanma olanağı bulmayan ana muhalefette, aynı anlayışı benimsediğini anımsatmamız gerekiyor.
Meseleye, Baykal-Kılıçdaroğlu ekseninden bakarsak, işin derinliğini gerçekten kaçırırız. Bazı kalemler, "sistemi kabul etmiyoruz, muhatap olmayalım" derken, 2019'da "aday çıkartmamayı" mı, yoksa simgesel adayla, var olan sistem ve müttefiklerini, muhalefet cephesinde desteklemeyi mi kastediyorlar?
Seçim sistemi değişir ve meclis için, dar bölge tek turlu ya da iki turlu seçim sistemi gelirse, siyasal iktidar, MHP ile birlikte, konsolide Sağ'ı bu sefer parlamentoda kümülatif bir yüzeyde hakim kılarak, "güçlü başkanlık" adı altında, zayıflamış bir MHP ile fiili bir koalisyonu ortaya koyacaktır. CHP-HDP arasında her tür yakınlaşma tepki görürken, AKP-MHP ve dışarıdan Barzani'nin destek verdiği bir siyasal tablo mümkün olabilecektir.
Siyasal stratejilerin şimdiden çizilmesi gerekiyor. 11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün Baykal'a verdiği "sert yanıtın" altında eski arkadaşlarına derin sitemi dikkat çekmiştir. Öte yandan CHP'de Fikri Sağlar hakkındaki "ihraç" önerisi, CHP Genel Başkan Yardımcısı Selin Sayek Böke'nin istifası, eski usulle siyaseti yürütmenin imkansız hale geldiğini göstermektedir.
Demokrasiyi önce kendi bünyesinde uygulayacak bir ana muhalefet, diğer siyasal kesimlere de "model" olacaktır. Parti içi kavga ve kulislerin "baldan tatlı" havası, siyasal zehirlenmeye dönüşmek üzeredir.
Yeni lider ve kadrolarla, artık "yeni şeyler söylemek lazım". Yoksa tünelin sonu pek umut vermemektedir. Ya da eski Bizans gibi, "meleklerin cinsiyeti"ni tartışmaya devam?