http://politikaakademisi.org/2017/05/17/beyaz-sarayda-noktali-virgul/
16 Mayıs 2017’de Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ABD Başkanı Donald Trump’a gerçekleştirdiği ziyaret, Türk-ABD ilişkilerinin son derece karmaşık ve tartışmalı bir dönemine denk geldi. Erdoğan, Washington’dan önce Pekin’de, Çin’in öncülüğünde, “tek kuşak, tek yol” şiarıyla planlanan “Yeni İpek Yolu” projesinin toplantısındaydı. Yeni döneme damgasını vurması beklenen projede, demiryolları, karayolu ve deniz yolu üzerinden, Çin başta olmak üzere, bölge ülkelerinin mallarını, dünya pazarlarına ulaştırması, enerji güzergahlarının güçlendirilmesi perspektifi geliştirilmektedir.
Cumhurbaşkanının ABD ziyareti, bu iddialı toplantının ardından gerçekleşti. Zirve öncesindeki en sıkıntılı konu, ABD liderliğinin, Rakka Operasyonu öncesi, PKK terör örgütünün Suriye’deki uzantısı PYD ve silahlı kanadı YPG’ye “ağır silahlar vermesi”ni içeren kararı çerçevesinde yansıdı. Bu kararın akabinde, Rusya devlet başkanı Putin’in, PYD’ye “silah desteği” vermeseler de, siyasi desteklerinin sürdüğünü açıklaması, gün geçtikçe, iki büyük güçle, özellikle PYD konusundaki açmazların arttığı bir Türk dış politikası izlenimi yarattı.
Erdoğan-Trump zirvesinde, iki liderin vücut dilini kullanmaları, olası bir sert polemik endişesi, boşa çıktı. Tam tersi, sıcak bir karşılama, dostane bir ortam çerçevesinde, siyasal iletişimin ve siyaset psikolojisinin gerekleri fazlasıyla yerine getirildi. Ancak içinde yaşadığımız iletişim çağında, “ne” değil, “nasıl” sorusu öne geçtiğinden, “içerik”te neler yaşandığı, kafaları fazlasıyla meşgul eden bir sorular dizisi olarak gündeme geldi. Toplum, siyasal PR hareketleriyle tatmin edilirken, siyasal ve akademik elitin kafasındaki tartışmalar, haklı olarak bitmedi.
Öncelikle, ABD’nin PYD-YPG’ye silah desteğinin kesilmesiyle ilgili, şimdiye dek kamuoyuna iletilen bir gelişme tespit edilmedi. Erdoğan’ın ABD’ye geldiği gün, FETÖ terör yapılanmasının başındaki Gülen’in, Washington Post’a yazdığı “Artık Tanımadığım Türkiye” (https://www.washingtonpost.com/opinions/global-opinions/the-turkey-i-no-longer-know/2017/05/15/bda71c62-397c-11e7-8854-21f359183e8c_story.html) yazısında, Türkiye’ye yönelik ağır eleştiriler vardı. Türkiye, Fethullah Gülen’in Türkiye’ye “iadesi” konusunda, Trump’tan ziyade, ABD hukukunun iç engellerine takılmış durumda ve bu konuda da somut bir ilerleme kaydedilmedi. Dolayısıyla Cumhurbaşkanı’nın “virgül değil nokta” hassasiyetinde, ilişkilere belki bir noktalı virgül konulmuş oldu. Ve bu bağlamda da kısa vadeli stratejik konularda adım atıldığını söylemek bir hayli zor gözüküyor.
Trump, heyetler arası 2 saat süren çalışma yemeğine geçmeden önce, ikili zirvenin ardından, medyaya yaptığı bilgilendirmede, Türk-ABD ilişkilerini Kore savaşından itibaren ele aldı, Soğuk Savaş’taki işbirliği ve Soğuk Savaş sonrası “terörle mücadele”deki dayanışmaya vurgulu atıflar yaptı. Cumhurbaşkanı Erdoğan da, “terörle mücadele”de, kendi deyimiyle “DEAŞ” yani IŞİD başta olmak üzere, terör örgütlerine karşı mücadeleye ağırlık verdi. Bir sonraki değerlendirmede ise, PYD’nin adını vererek, bu örgüte verilen desteğin “uluslar arası mutabakata” aykırı olduğunu ihsas ettirdi. Aslında bu eleştiri, her ne kadar ABD’ye yönelik ise de, Rusya’ya da somut bir göndermeyi işaret etmektedir.
Erdoğan, “enerji” ve “savunma” başlıklarına atfen, ilişkilerin stratejik geleceğini değerlendirirken, Trump’ın seçim zaferi ve Ortadoğu’nun geleceği arasında da bir beklentisi olduğunu hissettirdi.
Bu konuda “yeni bir dönem” ya da “dağ fare doğurdu” gibi başlıklar, günlük politikanın etkilerini ortaya koyan, fazla duygusal ya da buradan çıkarım sağlamaya çalışan uğraşlardır. Zirvenin gerçekleşmesi, diyaloğun devam etmesi açısından önemlidir. 1947’den beri müttefik, 1952’den beri NATO’da Soğuk Savaş ve sonrası işbirliğine devam eden iki ülke, 1990’lardan sonra, artan çelişkiler ve bölgesel değişimin çıktılarıyla sorunlar yaşamaktadır. Körfez Savaşları sonunda, siyasal olarak sahnede daha fazla yer alan Barzani yönetimindeki Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi’yle ilgili, 2007 Erdoğan-Bush zirvesinden sonra, farklı bakış açıları yumuşamış ve Türkiye, diğer Batı eksenindeki ülkeler gibi, Barzani antitesiyle yakın ilişkiler kurmuştur. Ne var ki Suriye’deki PYD konusu, Batı açısından çelişkileri arttırdığı gibi, ülkemiz açısından da “PKK’nın başka bir ülkede devletleşmesi” anlamına gelmektedir. Üstelik PKK terörünün KCK yapılanması, öz yönetim adı altındaki kantonlaşma siyasetinde, Güneydoğu Anadolu topraklarımız ile Suriye’nin kuzeyini aynı parantez içinde değerlendirmektedir.
Trump, Ortadoğu’ya gerçekleştireceği kapsamlı ziyarette, Suudi Arabistan ve İsrail’e öncelik vermiştir. Yakınlarda Mısır Devlet Başkanı Sisi’yi Beyaz Saray’da ağırlamıştır. İran karşıtlığı ekseninin yoğunlaştığı zeminde; Türkiye-İsrail-Suudi Arabistan-Mısır ve Ürdün, ABD eksenindeki bölge ülkeleri ön plana çıkmaktadır. Ancak Trump’ın başını ağrıtan diğer konular, Rus diplomatlara, İsrail’den IŞİD’le ilgili aldığı özel bir istihbaratı paylaşması ve FBI direktörüne, Rusya’yla işbirliği yaptğı savları üzerine kısa zamanda görevini bırakmak durumunda kalan Ulusal Güvenlik eski danışmanı Mike Flynn hakkındaki soruşturmayı sonlandırması talebi üzerine şekillenmektedir. Zaten bunun üzerine FBI direktörü Comey, Trump tarafından görevden alınmıştır.
İşte böylesine “sorunlu bir ABD liderliği” gölgesinde, “PR”ı bol, içeriği “temennilerle” karışık bir Türk-ABD zirvesi gerçekleşmiştir. Sırtlar sıvazlanmış, geleceğe yönelik parlak sözlerle iç kamuoyu rahatlatılmıştır. Sorunlar ve yaşam ise devam etmektedir…