Çok değil, 6 yıl önce Balkanlar ve Kafkasya'da haritalar bir kez daha çizilmişti. 2008 Mart'ında BM'deki Ahtisaari Raporu'nun ardından, BM'nin herhangi bir organında karar alınmamasına karşın, Kosova bağımsızlığını tek taraflı ilan etmişti. Kosova'nın, Yugoslavya'yı oluşturan Cumhuriyetler'den "kategorik" bir farkı vardı. Federasyonu oluşturan 6 devletten biri değildi. Zira "Yugoslav Federal Anayasası"nda, sadece federe devletlerin anayasaya göre, federasyondan ayrılma hakları vardı. Soğuk Savaş döneminde, bu hak, Yugoslav Kızılordusu'nun da konumundan dolayı fiilen uygulanamıyordu. 1990'ların başındaki durum, Hırvatistan ve Slovenya'nın Batı'nın desteğiyle "ilk ayrılan devletler" olması, Bosna iç savaşı, yaşanan katliamlar malumdur. Bosna'ya 1995'teki NATO müdahalesi, ardından Holbrooke'ın getirdiği "Dayton Barışı"yla, Bosna-Hersek'in kendisi federasyona dönüşmüştü.
Gelgelelim 1999'da bu sefer Kosova'ya yapılan NATO müdahalesi, farklı bir zemini ortaya koydu. Çünkü Kosova Sırbistan'a bağlı bir "özerk bölge" idi, ve anayasaya göre ayrılma hakkı yoktu. 1999-2008 arasında "NATO antitesi" haline getirilen Kosova, Ahtisaari'nin "ünlü planı"nın ardından, "tek yanlı" bağımsızlık ilanını gerçekleştirdi. Rusya ve Sırbistan, "tek yanlı bağımsızlık" ilanını şiddetle reddederken, ABD, Batılı devletler, bu arada Türkiye Kosova'yı tanıdı.
Bu kararın yansıması 2008'de Kafkasya'dan geldi. 1991'de bağımsızlığa kavuştuktan itibaren SSCB dönemindeki "özerk bölgeleri" Güney Osetya ve Abhazya'da devlet otoritesi olmayan Gürcistan, fiilen Rusya'nın etkin olduğu iki bölgeye askeri harekat düzenleme girişiminde bulundu. Batı destekli devlet başkanı Saakaşvili'nin kendisi bile Rusya'nın askeri müdahalesinden zor kurtulurken, Rusya Güney Osetya ve Abhazya'daki fiili konumunu kendince resmileştirdi, her iki "özerk bölgeyi", bağımsız devlet olarak tanıdı. ABD, Batı ülkeleri ve Türkiye, bu "tek yanlı bağımsızlık" ilanlarını tanımadı. O dönem, Kosova ile kültürel bağlar "tanıma" konusunda Türkiye açısından gerekçe olarak ileri sürülürken, Abhazya özelinde, Türkiye'nin Kafkas kökenli yurttaşları olduğu çelişki doğurdu. Zira asıl gerekçe kültürel bağlar değil, ABD ve Batı sistemi içindeki konumumuz olmuştur.
Rusya'nın 2008'de Gürcistan'a gerçekleştirdiği "askeri operasyon", "Kafkas Savaşı" olarak adlandırılmıştı. Bu bağlamda Rusya'nın "askeri kararlılığı", hem "özerk bölgeleri" kontrol altına alma, hem de Soğuk Savaş sonrası, kendi "arka bahçesi"nde Atlantik ekseninin yayılmasından duyduğu rahatsızlıktan kaynaklanıyordu. NATO'nun 2008'de gerçekleştirdiği Bükreş Zirvesi'nden beri, Gürcistan ve Ukrayna, NATO Üyelik Eylem Planı (MAP) zemininde, NATO'ya "aday" ülkeler haline getirildiler ve NATO'ya davet edildiler. 5 Ocak 2008'de Gürcistan, gayrı resmi referandumda, %77'lik bir "evet" oyuyla NATO'ya katılma iradesi gösterdi. Prosedür dışı bu davranışa, Rusya Ağustos 2008'de "Kafkas Savaşı"yla yanıt verdi. "Gül devrimi"yle gelen Saakaşvili de 2013'te iktidarı kaybetti.
2010'da Timoşenko'ya karşı seçim kazanarak devlet başkanı seçilen Yanukoviç, Rusya yanlısı bir lider olarak biliniyordu. Daha önce başbakanlık ta yapan Yanukoviç, 2004'te de "devlet başkanlığı"nı kazandığını ilan etmiş, ancak diğer aday Yuşçenko'nun "seçimde şaibe" itirazları ile, "Turuncu devrim"e sahne olacak, kitlesel gösterilerle, geri çekilmek durumunda kalmıştı. 2010'da "rövanşı" aldığı algısı yaratan Yanukoviç, otoriter yöntemler uyguladı, rakibi Timoşenko'yu hapse attırdı, yolsuzluk iddialarına maruz kaldı.
Yanukoviç'in 22 Şubat 2014'te kaçmak durumunda kaldığı "yeni devrim" sarmalında, Kasım 2013'te AB ile ticaret anlaşmasını reddetmesi, bu noktadan sonra başlayan kitlesel gösteriler rol oynadı. Rusya'dan geldiği iddia edilen 15 milyar $ da bu iktidarı kurtaramadı.
Katolik ve Ortodoks mezheplerinin, siyasal kimliği belirlemede etkin olduğu ülkede, Batı'daki Katolik nüfus NATO-AB ekseninde bir siyasal tercihi ortaya koyarken, Doğu'daki Ortodoks nüfus hem Rus yanlısı, bir bölümü de etnik olarak Rus. Bu Ruslar'ın bir bölümü, Kırım Tatarları'nın sürülmesinden sonra Kırım'a yerleştirilen Ruslar.
Rusya açısından en stratejik konu,
Kırım'daki donanmasının ana karargahının Karadeniz'de kalıcı olmasıdır. Baltık'ın dışında en etkin olduğu Kırım'daki "ana donanma üssü", Rusya-Ukrayna arasındaki anlaşma ile 2017'ye kadar varlığını sürdürecek. Ne var ki Rusya, 2017 sonrası da, Kırım'dan ayrılmayacağını, resmen ortaya koyuyor. Dolayısıyla Kırım'daki statükonun bozulması Rusya için "kırmızı çizgi" gözükmektedir. 2008'deki Kafkas Savaşı'nın ardından, Güney Osetya ve Abhazya, Rusya tarafından "bağımsız devletler" olarak tanındılar. Gerçekte ise Rusya'nın kontrolünde birer bölgeye dönüştüler.
Ukrayna'da da aynısı olur mu? Kırım'ı da içine alan ve Ortodoks nüfusu barındıran Doğu Ukrayna, sadece Rusya'nın tanıdığı ve fiilen Rusya'nın yönettiği bir bölgeye dönüşür mü? Batı Ukrayna da, Batı sistemine katılır mı?
26 Şubat 2014'te ordusunu "savaş hali" koşullarında, "alarm"a geçiren Rusya'nın, "kırmızı çizgileri"ne sahip çıkacağı, NATO'yu daha fazla içine sokmak istemeyeceği anlaşılıyor. Tarihi bağları itibarıyla, Kırım Tatarları'yla yakın ilişkileri olan Türkiye'nin tercihi, Batı sistemiyle koşut olarak, aynı Gürcistan konusunda olduğu gibi, Ukrayna'nın toprak bütünlüğü olacaktır.
Tüm bu değerlendirmelerin ışığında, Karadeniz'deki koşullar savaş riskini yüksek oranda ifade etmektedir. .
Gelgelelim 1999'da bu sefer Kosova'ya yapılan NATO müdahalesi, farklı bir zemini ortaya koydu. Çünkü Kosova Sırbistan'a bağlı bir "özerk bölge" idi, ve anayasaya göre ayrılma hakkı yoktu. 1999-2008 arasında "NATO antitesi" haline getirilen Kosova, Ahtisaari'nin "ünlü planı"nın ardından, "tek yanlı" bağımsızlık ilanını gerçekleştirdi. Rusya ve Sırbistan, "tek yanlı bağımsızlık" ilanını şiddetle reddederken, ABD, Batılı devletler, bu arada Türkiye Kosova'yı tanıdı.
Bu kararın yansıması 2008'de Kafkasya'dan geldi. 1991'de bağımsızlığa kavuştuktan itibaren SSCB dönemindeki "özerk bölgeleri" Güney Osetya ve Abhazya'da devlet otoritesi olmayan Gürcistan, fiilen Rusya'nın etkin olduğu iki bölgeye askeri harekat düzenleme girişiminde bulundu. Batı destekli devlet başkanı Saakaşvili'nin kendisi bile Rusya'nın askeri müdahalesinden zor kurtulurken, Rusya Güney Osetya ve Abhazya'daki fiili konumunu kendince resmileştirdi, her iki "özerk bölgeyi", bağımsız devlet olarak tanıdı. ABD, Batı ülkeleri ve Türkiye, bu "tek yanlı bağımsızlık" ilanlarını tanımadı. O dönem, Kosova ile kültürel bağlar "tanıma" konusunda Türkiye açısından gerekçe olarak ileri sürülürken, Abhazya özelinde, Türkiye'nin Kafkas kökenli yurttaşları olduğu çelişki doğurdu. Zira asıl gerekçe kültürel bağlar değil, ABD ve Batı sistemi içindeki konumumuz olmuştur.
Rusya'nın 2008'de Gürcistan'a gerçekleştirdiği "askeri operasyon", "Kafkas Savaşı" olarak adlandırılmıştı. Bu bağlamda Rusya'nın "askeri kararlılığı", hem "özerk bölgeleri" kontrol altına alma, hem de Soğuk Savaş sonrası, kendi "arka bahçesi"nde Atlantik ekseninin yayılmasından duyduğu rahatsızlıktan kaynaklanıyordu. NATO'nun 2008'de gerçekleştirdiği Bükreş Zirvesi'nden beri, Gürcistan ve Ukrayna, NATO Üyelik Eylem Planı (MAP) zemininde, NATO'ya "aday" ülkeler haline getirildiler ve NATO'ya davet edildiler. 5 Ocak 2008'de Gürcistan, gayrı resmi referandumda, %77'lik bir "evet" oyuyla NATO'ya katılma iradesi gösterdi. Prosedür dışı bu davranışa, Rusya Ağustos 2008'de "Kafkas Savaşı"yla yanıt verdi. "Gül devrimi"yle gelen Saakaşvili de 2013'te iktidarı kaybetti.
2010'da Timoşenko'ya karşı seçim kazanarak devlet başkanı seçilen Yanukoviç, Rusya yanlısı bir lider olarak biliniyordu. Daha önce başbakanlık ta yapan Yanukoviç, 2004'te de "devlet başkanlığı"nı kazandığını ilan etmiş, ancak diğer aday Yuşçenko'nun "seçimde şaibe" itirazları ile, "Turuncu devrim"e sahne olacak, kitlesel gösterilerle, geri çekilmek durumunda kalmıştı. 2010'da "rövanşı" aldığı algısı yaratan Yanukoviç, otoriter yöntemler uyguladı, rakibi Timoşenko'yu hapse attırdı, yolsuzluk iddialarına maruz kaldı.
Yanukoviç'in 22 Şubat 2014'te kaçmak durumunda kaldığı "yeni devrim" sarmalında, Kasım 2013'te AB ile ticaret anlaşmasını reddetmesi, bu noktadan sonra başlayan kitlesel gösteriler rol oynadı. Rusya'dan geldiği iddia edilen 15 milyar $ da bu iktidarı kurtaramadı.
Katolik ve Ortodoks mezheplerinin, siyasal kimliği belirlemede etkin olduğu ülkede, Batı'daki Katolik nüfus NATO-AB ekseninde bir siyasal tercihi ortaya koyarken, Doğu'daki Ortodoks nüfus hem Rus yanlısı, bir bölümü de etnik olarak Rus. Bu Ruslar'ın bir bölümü, Kırım Tatarları'nın sürülmesinden sonra Kırım'a yerleştirilen Ruslar.
Rusya açısından en stratejik konu,
Kırım'daki donanmasının ana karargahının Karadeniz'de kalıcı olmasıdır. Baltık'ın dışında en etkin olduğu Kırım'daki "ana donanma üssü", Rusya-Ukrayna arasındaki anlaşma ile 2017'ye kadar varlığını sürdürecek. Ne var ki Rusya, 2017 sonrası da, Kırım'dan ayrılmayacağını, resmen ortaya koyuyor. Dolayısıyla Kırım'daki statükonun bozulması Rusya için "kırmızı çizgi" gözükmektedir. 2008'deki Kafkas Savaşı'nın ardından, Güney Osetya ve Abhazya, Rusya tarafından "bağımsız devletler" olarak tanındılar. Gerçekte ise Rusya'nın kontrolünde birer bölgeye dönüştüler.
Ukrayna'da da aynısı olur mu? Kırım'ı da içine alan ve Ortodoks nüfusu barındıran Doğu Ukrayna, sadece Rusya'nın tanıdığı ve fiilen Rusya'nın yönettiği bir bölgeye dönüşür mü? Batı Ukrayna da, Batı sistemine katılır mı?
26 Şubat 2014'te ordusunu "savaş hali" koşullarında, "alarm"a geçiren Rusya'nın, "kırmızı çizgileri"ne sahip çıkacağı, NATO'yu daha fazla içine sokmak istemeyeceği anlaşılıyor. Tarihi bağları itibarıyla, Kırım Tatarları'yla yakın ilişkileri olan Türkiye'nin tercihi, Batı sistemiyle koşut olarak, aynı Gürcistan konusunda olduğu gibi, Ukrayna'nın toprak bütünlüğü olacaktır.
Tüm bu değerlendirmelerin ışığında, Karadeniz'deki koşullar savaş riskini yüksek oranda ifade etmektedir. .