Siyasetin oldukça sıkıştığı bir süreci yaşıyoruz. Bir yandan 20 yıla yaklaşan bir iktidar yıpranması, bir yandan da, farklı unsurları, ortak paydada bir araya getirmeye çalışan bir muhalefet çabasını görüyoruz. Bunun kuşkusuz en önemli nedenleri arasında, 2017'deki referandumun ardından, 2018'de uygulamaya giren cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi yatmaktadır.
Bu nedenselliği şöyle tarif edebiliriz. Cumhurbaşkanlığı seçiminin iki turlu olması, bir ittifak zorunluluğunu gündeme getirmektedir. Bireysel anlamda parlamenter sistemi benimsemekle birlikte, yöntemi ele aldığımızda, iki turlu sistemin temelinde, ilk turda değil, ikinci turda ittifak, somut ve olgusal bir nitelik taşımaktadır. İlk turda ittifak demek, "benzemezler ittifakı"nı gündeme getirmektedir. Üstelik, seçim dışı dönemde, kalıcı ittifak ortaya konulduğunda, bileşenler yıpranmakta, siyasetsizlik egemen olmaya başlamaktadır. İki turlu seçimin bu bağlamda en somut uygulandığı sistem, Fransa'daki yarı cumhurbaşkanlığı seçiminde anlamını bulmaktadır. 2017'de Fransa'da cumhurbaşkanlığı görevine seçilen Macron, ilk turda %25, ikinci turda neredeyse %65 oy alarak, Le Pen'e karşı seçim kazanmıştır. Siyaseten merkez olarak kendini niteleyen Macron, yeni bir partiyle Sosyalistler'i ve Sağ'daki Cumhuriyet için Birlik ittifakını geçmiştir. Geçmişte merkez sağ Chirac ta, Le Pen'e karşı, Sosyalistler'in oyunu ikinci turda toplamıştı.
Türkiye'de kalıcı hale gelen Cumhur ve Millet ittifaklarında, Cumhur ittifakının adayı Cumhurbaşkanı Erdoğan olarak, neredeyse 2018'den beri belliyken, muhalefetin içinde "ortak aday" mı, yoksa "farklı adaylar"la ikinci tura hazırlık öngörülmektedir? En ilginç soru da, 2019'da yerel seçimlerde elde edilen sonuçlar zemininde, HDP'nin kendi konumunun ötesinde, resmen üyesi olmadığı muhalefet bloğunda, bir "özgül ağırlık" taşımaya başlaması ya da belirleyici bir tol üstlenmeyi talep etmesinde görülmektedir.
Türkiye'de seçmen profilinin 1961 seçimlerinden beri %65-70 civarında milliyetçi-muhafazakar olduğu bir çerçevede, ana muhalefet açısından, "ittifak öncüsü" olmak, gün geçtikçe İyi Parti'nin artan oy oranıyla, HDP parantezi dahil, soru işaretlerini kendi içinde arttırmaktadır.
Cumhur İttifakı açısından, artan ekonomik zorluklar, uzun süren iktidar yıpranması bir dezavantaj haline dönüşmektedir. Ya yeni bir hikaye yaratacak, ya da siyaseten risk altına girecektir. İktidar ittifakı, bir bütünleşmeden ziyade, bakanlık paylaşımının olmadığı koalisyona dönüşmektedir. Muhalefette ise İyi Parti'nin konumu, belirleyici olacaktır.
Siyasal iletişimde, sadece iki unsurla, mesela iki ittifakla siyasal rekabeti tanımlamak, seçmeni alakart değil, tabldota mahkum eden bir indirgemeciliği anımsatmaktadır.
DSP lideri Ecevit, demokratik siyasetin "tek yollar"a kapalı olduğunu ifade ederdi. Dolayısı ile, bir önceki yazımızda söylediğimiz gibi, siyasette "üçüncü yollar"a gereksinim var. Siyasal-toplumsal koşullar bunu elbette çıkarır, siyaset kendi içinde bu seçeneği üretir. Ama bu gidişle, iki seçim (2023 dahil) beklemek gerekecek..