14 Nisan 2014 Pazartesi

SEÇİMDEN SONRA...

30 Mart 2014'te düzenlenen yerel seçimlerden sonra, çok şey yazılıp çizildi. Özellikle, seçim gecesi ya da akabindeki günlerde bir değerlendirme yapmamaya gayret ettim. Sapla samanın oldukça karıştığı seçim kampanyası sürecinde, yeni birtakım siyasal pozisyonların tanığı olduk.
17 Aralık ve 25 Aralık 2013'te başlatılan yolsuzluk operasyonlarında, aralarında yakınlarda salıverilen bakan çocukları ve şimdilerde Ziraat Bankası yönetim kuruluğu üyeliğine getirilen Halkbank eski genel müdürünün de olduğu kişiler gözaltına alındı.  
Aralık 2013-Mart 2014 arasında internet üzerinden servis edilen "tape"lerle, siyasal iktidarın, gerek yolsuzluklar, gerekse de medyayı manipüle etme çerçevesinde pek çok kayıt yayınlandı.
7 Şubat 2012'de MİT müsteşarının ifadeye çağrılmasıyla su yüzüne çıkan Gülen cemaati ve AKP arasındaki kavga, Mart 2014 yerel seçimlerinde, inanılmaz boyutlara geldi. Asimetrik koalisyon dağıldı. Koalisyonun büyük ortağı AKP, seçimlerdeki performansıyla ayakta kalan taraf olduğunu ortaya koyarken, Gülen cemaatinin, bürokrasi ve yargıdaki uzantıları siyasal iktidar tarafından tasfiye edildi.
Dikkat edilecek olursa, seçimlerdeki koz paylaşımında, AKP-Gülen rekabetini anlatıyoruz. Muhalefet açısından yapılacak analizlerde, CHP "Sağ"da yer alan birtakım adaylarla ve İstanbul'da Sarıgül'le seçimin gidişatını değiştirebileceğini düşündü. Gittikçe muhafazakarlaşan toplumda, "muhafazakar seçmene" hitap eden "transferlerle", oy artırılabileceği hesap edildi. Ancak 1980 sonrasında, halen HP'nin 1983'teki %30.46'lık oy oranına şimdiye kadar ne SHP-CHP çizgisi, ne de DSP ulaşamadı. CHP, 2011 genel seçimlerinde elde ettiği %26'ya yaklaşan oy oranını ancak koruyabildi.
MHP, büyükşehirlerden oy alamamasına karşılık, 2011'deki %13'e yaklaşan oylarını %17'lere taşıdı. BDP-HDP çizgisinin geneldeki oy oranı, toplamda %6'ya ancak yaklaşırken, güneydoğudaki belediye sayısını olduça arttırdı ve "özerk yönetim", "petrolden pay alma" gibi, iddialı yaklaşımları da gündeme getiriyorlar. 
MHP ve BDP'nin, siyasal güçlerini arttırması, önümüzdeki günlerde "çözüm süreci" ve karşıtlığı odaklı bir siyasal tabloyla karşılacağımızı gösteriyor.
AKP'nin otoriter ve hegemon yapısında, Kürt muhalefetiyle "anayasal pazarlıklar" ve "çözüm süreci" başlıklı diyalog sürse de, Gülen cemaatinin "ortaklığı" kaybedilince, "otoriterlik" ağır basmaya, milliyetçi tonlar  yükselmeye başladı. Üstelik, demokratik rejim açısından kaygı veren, "internet yasası", "MİT yasası" derken, şimdi de Anayasa Mahkemesi'nin varlığını sorgulayan, tehlikeli bir bakış açısı pekişmeye başladı. 30 Mart gecesi yapılan "balkon konuşması", Ağustos 2014'te gerçekleştirilecek "cumhurbaşkanlığı seçimi" öncesinde baskının daha da artacağı kaygısını uyandırdı. 30 Mart öncesinde, yayınlanan "tape"lere karşı, kendi tabanını tahkim eden, mağduriyet algısı yaratan iktidar, siyasal açıdan kazançlı çıktı.  
CHP, kendi içinde bir siyasal hesaplaşma yapmayı tercih etmedi. Zira Ağustos'ta cumhurbaşkanlığı seçimi var. Haziran 2015 genel seçimleri öncesinde, olağan kurultay takvimi işletilirse, belki bir siyasal tartışma ortamı doğar. Ne var ki, milletvekili genel seçimleri öncesinde, "adayları belirleyecek" genel merkez yönetimine karşı, vitrinde sınırlı değişiklik talebinin dışında, siyasal bir sürecin işleyeceğini ileri sürmek ham bir hayal olarak gözükmektedir. 
Peki bu seçim neyi değiştirdi diye soracak olursak, herhalde cumhurbaşkanlığı seçiminin bir provası oldu. Endişe verici konu, siyasetteki gerilim ve kutuplaşmanın azalmaması, siyasal iktidarın bu yolla oylarını yükseltme ya da en azından koruma avantajını, yüksek ateşin devamından yana bir tercihle ortaya koymasıdır. 
Suriye politikası hakkında Batı medyasında dile getirilen korkunç savlar, nasıl bir çıkmaz yola girildiğini, "değerli yalnızlık" adı altında, hibrit bir rejimin, yargı engeli de tanımadan kurumsallaştırılmaya çalıştırıldığını gösteriyor. 
Nefret söylemine, şiddete ve gerilime son vermeye, demokrasiye, uzlaşmaya, barışın diline ulaşmaya ihtiyacımız var. 
Yarınlar çok geç olmadan...