21 Nisan 2014 Pazartesi

CUMHURBAŞKANLIĞI SEÇİMLERİ...

Yaklaşık 3.5 ay sonra, Türkiye'de ilk kez Cumhurbaşkanı, halk tarafından seçilecek. 2007 baharında "367" denkleminde kilitlenen "cumhurbaşkanlığı seçimleri", Cumhuriyet mitinglerine karşın, 22 Temmuz'da yapılan genel seçimlerin ardından, AKP'nin %47'yle parlamentoda oluşan iktidar çoğunluğunun Abdullah Gül'ü seçmesiyle sonuçlandı. "Cumhurbaşkanı seçememe"nin anayasal zorunluluğu ile gidilen erken seçimde, iktidar partisinin oylarını yükselterek, mevcut konumunu pekiştirmesi, o dönemde oluşan "olağanüstü hava"yı bozdu. Bununla birlikte, seçimden önce alınan referandum kararı sonucu, Ekim 2007'de seçmen, %68.5'luk oy oranı  ile cumhurbaşkanının "halk tarafından", 5 yıllığına ve en fazla iki dönem seçilmesini onayladı.  İlginçtir, 12 Eylül 2010 referandumunda, bu sefer %57.8 ile "anayasa değişiklikleri"ni seçmen kabul etmişti. Sağ'ın "birleşik cephe" oyları, %60 ila %70 bandında değişiyor. Tıpkı, 1980 öncesinde olduğu gibi??
2014 Ağustos'una giderken, artık "rejim krizi"ne yol açan bir "cumhurbaşkanlığı yarışı" yerine, "iktidar partisinin şimdiki cumhurbaşkanı mı tekrar seçilecek, yoksa başbakanı mı cumhurbaşkanı olacak?" sorusu, kamuoyunun gündemini meşgul ediyor.15 Haziran 2012'de Anayasa Mahkemesi'nin parlamento tarafından, 7 yıllığına seçilen Gül'ün, yeni anayasal değişikliklerle, 5 yıllığına "bir kez daha seçilme hakkı" olduğunu tespit etmesi, güncel tartışmalara konu oluyor.
2007'deki "Cumhurbaşkanlığı seçimi", iktidarın otoriter ve hegemonik yönünün ortaya çıkmasını sağlayan bir dönüm noktası olmuştu. Çankaya ve anayasal yargı denetiminin aşıldığı algısı, 2010 referandumundan sonra, verili zemindeki durumu güçlendirmişti. Ne var ki, 7 Şubat 2012'de, MİT müsteşarı Fidan'ın "müzakere süreci"ne binaen, yargı tarafından çağrılması, tutuklanma olasılığı, işin hükümete kadar uzanacağı iddialarıyla, AKP-Gülen arasındaki rekabet su yüzüne çıktı. Sonrası malum, 17 ve 25 Aralık 2013 soruşturmaları, "tapeler" konuşulmaya başlandı. Bu atmosferde, 2 milyon oy kaybı ve 6 puanlık gerilemeye rağmen, iktidar %43'le birinci parti olma konumunu devam ettirdi, seçim gecesi yapılan "balkon konuşması" ile, daha otoriter ve sert bir döneme girileceğinin işareti verildi.
Peki şu soruyu sormayacak mıyız? 10 Ağustos'ta ve 24 Ağustos'ta yapılacak cumhurbaşkanlığı seçiminde, iktidar bu kadar "seçeneksiz" mi ki, konuşulan adaylar, hep iktidar eksenli çıkıyor. Hatta iktidarın potansiyel adaylarından  hangisine oy verilebileceği dile getiriliyor.
Siyasal İslam paradigması, Ortadoğu'da işlevini kaybederken, Türkiye'de, kimi zaman milliyetçi, kimi zaman mezhep temelli, ama mutlaka otoriter bir tonla varlığını pekiştiriyor. Muhalefette, hem şaşkınlık, hem de çaresizlik egemen.
Bir yandan "merkez Sağ"a zorla oturtulmaya çalışılan CHP, bir yandan AKP'ye muhafazakar, CHP'ye ulus-devlet milliyetçisi yüzleriyle muhatap olan MHP, bir yanda da, artık kendince Kürt özerkliğinin peşinde, modern ve seküler bir "bölgesel model" olmaya çalışan BDP.
AKP'nin karşısında, "benzemezler"den oluşan bir muhalefetin varlığı, "AKP ve diğerleri" algısını güçlendiriyor, muhalefet şimdiden "yenilgiyi kabullenmiş" gözüküyor.
Erdoğan'ın sadece "cumhurbaşkanı" seçilmekle yetinmeyeceği görülüyor. Bu bağlamda, çok eleştirdikleri 1982 anayasasının, cumhurbaşkanını yalnız devletin değil aynı zamanda "yürütmenin başı" görmesinde kaynaklanan konumunu, fiili "yarı başkanlık"la dönüştürmek, dar bölgeyle oluşacak parlamentoda getireceği anayasal değişiklikler ile "başkanlık" olarak değiştirmesi hedefi somutlaşıyor.  
"Kuvvetler birliği" ve "güdümlü yargı"ya, "istihbarat vesayeti"ne dayanacak böyle bir bakış, demokrasiyi korkarım unutulmuş bir ütopya konumuna getirecektir.
Peki gerçekten muhalefetin hazırlığı nedir?