7 Ocak 1946, Demokrat Parti (DP)nin kuruluş yıldönümüdür. Türk siyasal yaşamında DP, önemli bir siyasal odak olmasının yanısıra, Cumhuriyet'i kuran CHP'nin dışında, ülkede siyasal iktidara gelen ilk partidir. DP, "çok partili yaşam"a geçme kararına koşut olarak, CHP'nin içinden doğmuş bir partidir. Zaten siyasal geleceği de, diyalektik çerçevede hep CHP ile yaşadığı siyasal rekabete ve çelişkilere dayanmıştır.
DP'nin kuruluşundaki sosyolojik ittifak, Frey'in deyimiyle, 1930'lu yıllardaki "devletçilik" uygulamaları yüzeyinde gelişen ticari burjuvazi ile köylülük arasında olmuştur. (Frederick W.Frey, The Turkish Political Elite, Massachusetts Institute of Technology, Cambridge, Massachusetts, 1965) Frey, Cumhuriyet'i kuran askeri ve bürokratik elitin (1.Elit)'in CHP'de, karşısındaki sosyolojik ittifakın ise (2.Elit) DP'de temsil edildiğini iddia etmiştir.
DP'nin sosyolojik tabanında ticari burjuvazi ve köylülüğün buluşması, Avrupa demokrasileriyle karşılaştırıldığında, tutarsız gözükebilir. Ne var ki, sanayi devrimini tamamlamamış, yukarıdan aşağıya burjuvazi geliştirmeye çalışan, ulusal kalkınmacı bir yapıda, var olan sınıfsal temel, ancak bu kadarına izin veriyordu. Ancak DP'de temsil edilen farklı kesimler ve hassasiyetler, Tanıl Bora'nın ifadesiyle "Türk Sağı'nın Üç Hali"nin yani "milliyetçilik, muhafazakarlık ve İslamcılık"ın belli bir denge yüzeyinde "ortak çatı altında" yer almasına sahne olmuştur.
(Tanıl Bora, Türk Sağı'nın Üç Hali, Birikim Yayınları, İstanbul, 1998)
Bu birliktelik, 1960'ların sonundaki hızlı kalkınma sürecinde DP'nin devamı niteliğindeki AP'de "Büyük Sağ" ittifakın parçalanmasıyla bozulmuşsa da, 1970'lerin ikinci yarısında Demokratik Sol'da yer alan CHP'ye karşı "Milliyetçi Cephe" adıyla, iki koalisyonda (AP-MSP-MHP) birlikte olmuşlar, 12 Eylül 1980'den sonra ise, sözkonusu 3 parti, diğer siyasal partilerle birlikte kapatılınca, ANAP çatısı altında, "dört eğilim"in "üçü" olarak aynı partide temsil edilmişlerdir. Demirel'in DYP'si, Erbakan'ın RP'si, Türkeş'in MHP'si güçlendikçe, ANAP dağılmıştır.
1980'lerin ikinci yarısında ANAP-DYP rekabeti yoğunlaşmış, iki parti 2000'lerde çökünce, AKP AP'nin siyasi devamı DYP ile Özal'ın ANAP'ının "seçmen mirası"na kondu, bununla birlikte DP'de temsil edilen milliyetçi-muhafazakar eğilimleri simgesel düzeye indirgeyerek, İslamcı eğilimi merkezine aldı. Zira AKP, 1960'ların sonunda AP'ye karşı "küçük ve orta ölçekli işletmeler"in temsilcisi olarak doğmuş, İslamcı değerlerin oluşturduğu Milli Görüş'ten bir sapmadır. Ancak "yeni ANAP" olamamıştır.
DP kurulduğunda, ABD tarafından "Türk liberalleri" olarak adlandırılmıştı. Halbuki "üç halde", liberalizm bir kuvvetli unsur olarak yer almadı. Sadece ekonomide "liberalizm" Sağ'ın lugatında yer aldı. DP-AP-DYP-ANAP, ekonomide liberalizmi ön plana çıkardı ancak siyasal-toplumsal-kültürel bağlamda "milliyetçi-muhafazakar-İslamcı" eğilimler gündeme geldi. DP'nin kurucu genel başkanı Celal Bayar, "Atatürk'ün son başbakanı"ydı . En önemli sözlerinden biri, "Atatürk'ü sevmek milli bir ibadettir" idi.
DP'nin "efsanevi başbakanı" Menderes, kitlelerle kurduğu bağları, entelektüellerle kuramamış, elinde tuttuğu parlamento çoğunluğunu "milli irade"ye eşitlemiş, otoriter bir yönetime savrulmuştur. Bunda elbette "tek parti CHP"sinden kalan yasal zeminin etkisi vardı. 1924 anayasası "tek parti" koşullarına göre hazırlanmıştı, ayrı bir siyasal partiler yasası yoktu, seçimler "çoğunluk sistemi"ne göre yapılıyordu. Kuvvetler Birliği esası sözkonusuydu.
DP, bu altyapıyı değiştirmedi, bir önceki dönemin muktedir partisi, ana muhalefet CHP, 1958'de toplanan kurultayında yayınladığı, "ilk hedefler beyannamesi"yle, nispi seçim sistemi, radyo özerkliği, basın özgürlüğü, anayasal yargı gibi demokratik reformları öngören bir çerçeve hazırladı. Bu talepler, 1961 anayasasının da temel zemini olmuştu. Ne yazık ki, kuvvetler ayrılığını getiren anayasa, bir askeri müdahale ile gelmişti.
Başbakan Menderes, Dışişleri Bakanı Zorlu ve Maliye Bakanı Hasan Polatkan'ın, doğal yargıç ilkesine uymayan bir "olağanüstü yargılama" ile mahkum edilmeleri ve asılmaları, DP'lilerin cezaevlerinde siyasi mahkum olması, siyasal haklarından yoksun bırakılmaları, DP geleneğini, daha demokratikleştirmedi, mağduriyet üzerine bir siyasal inşayı getirdi.
Zannederim mağduriyet, Türk Sağı'nın en başat özelliklerinden biri oldu. Kitlelerle Demirel de, Özal da buluştu, 1990'larda Çiller-Yılmaz ikilisi elinde, DP geleneği var olan zeminini de kaybetti.
1980 sonrası, Sağ'da yaşanan rüzgarlarla birlikte, CHP geleneğinde de yapısal bir değişimin işaretleri görülmeye başlandı. Zaman içinde DP geleneği eridikçe, CHP'de "Sol"dan ziyade, "merkez-liberal" eğilimlerin talep görmesi, göze çarptı.
Bu bağlamda, Soğuk Savaş sonrası, SHP-CHP geleneğinde, adı konmamış bir "liberalleşme" hamlesi kendisini ortaya koydu. DSP ilk adımı atarak, piyasa ekonomisini kabullendi. SHP'de Baykal'ın muhalefeti, liberal kimlikle algılansa da, CHP'nin "yeniden kuruluşu"nda benimsenen "liberal yaklaşımın" aksine, zaman içinde, partinin geleneksel kurucu değerleri ön plana çıktı. Karayalçın SHP genel başkanıyken, "liberal Sol"dan söz etti. DSP-MHP-ANAP koalisyonunun "bağımsız bakanı" ve daha sonra CHP genel başkan yardımcılığı görevini bir müddet sürdüren Derviş, "sosyal-liberal sentez"i gündeme getirdi.
2010 sonrası CHP'de yönetimde etkin yer alan Prof.Ayata, hazırladığı program taslağında, "sosyal liberalizmi", CHP'nin temel eğilimlerinden biri olarak ele aldı.
Acaba, bugünkü tartışmalarda, "DP mirası"nda, 1950'lerin sonunda DP'den ayrılan ve CHP'ye katılan Hürriyet Partisi ekibinin çizgisi mi, CHP'de bir rol kazanıyor? Prof. Turan Güneş, bu partinin ve sonra CHP'nin etkin bir kurmayı olarak, Ecevit'le birlikte "Ortanın Solu" hareketinde belirleyici olmuştu.
Soğuk Savaş sonrası, bugünlerde otoriterleşen, kendisini "muhafazakar demokrat" olarak isimlendiren AKP'ye baktıkça, şu soru gündeme geliyor.
DP mirası "muhafazakar"laştıkça, CHP daha mı "liberalleşiyor"? Sol bunun neresinde?
"Kırat"ı reddeden bir Sağ, ne kadar DP mirasına sahip çıkabilecek? Yoksa, yeni bir süvari mi ortaya çıkar?
Bekleyip görmekte fayda var...
DP'nin kuruluşundaki sosyolojik ittifak, Frey'in deyimiyle, 1930'lu yıllardaki "devletçilik" uygulamaları yüzeyinde gelişen ticari burjuvazi ile köylülük arasında olmuştur. (Frederick W.Frey, The Turkish Political Elite, Massachusetts Institute of Technology, Cambridge, Massachusetts, 1965) Frey, Cumhuriyet'i kuran askeri ve bürokratik elitin (1.Elit)'in CHP'de, karşısındaki sosyolojik ittifakın ise (2.Elit) DP'de temsil edildiğini iddia etmiştir.
DP'nin sosyolojik tabanında ticari burjuvazi ve köylülüğün buluşması, Avrupa demokrasileriyle karşılaştırıldığında, tutarsız gözükebilir. Ne var ki, sanayi devrimini tamamlamamış, yukarıdan aşağıya burjuvazi geliştirmeye çalışan, ulusal kalkınmacı bir yapıda, var olan sınıfsal temel, ancak bu kadarına izin veriyordu. Ancak DP'de temsil edilen farklı kesimler ve hassasiyetler, Tanıl Bora'nın ifadesiyle "Türk Sağı'nın Üç Hali"nin yani "milliyetçilik, muhafazakarlık ve İslamcılık"ın belli bir denge yüzeyinde "ortak çatı altında" yer almasına sahne olmuştur.
(Tanıl Bora, Türk Sağı'nın Üç Hali, Birikim Yayınları, İstanbul, 1998)
Bu birliktelik, 1960'ların sonundaki hızlı kalkınma sürecinde DP'nin devamı niteliğindeki AP'de "Büyük Sağ" ittifakın parçalanmasıyla bozulmuşsa da, 1970'lerin ikinci yarısında Demokratik Sol'da yer alan CHP'ye karşı "Milliyetçi Cephe" adıyla, iki koalisyonda (AP-MSP-MHP) birlikte olmuşlar, 12 Eylül 1980'den sonra ise, sözkonusu 3 parti, diğer siyasal partilerle birlikte kapatılınca, ANAP çatısı altında, "dört eğilim"in "üçü" olarak aynı partide temsil edilmişlerdir. Demirel'in DYP'si, Erbakan'ın RP'si, Türkeş'in MHP'si güçlendikçe, ANAP dağılmıştır.
1980'lerin ikinci yarısında ANAP-DYP rekabeti yoğunlaşmış, iki parti 2000'lerde çökünce, AKP AP'nin siyasi devamı DYP ile Özal'ın ANAP'ının "seçmen mirası"na kondu, bununla birlikte DP'de temsil edilen milliyetçi-muhafazakar eğilimleri simgesel düzeye indirgeyerek, İslamcı eğilimi merkezine aldı. Zira AKP, 1960'ların sonunda AP'ye karşı "küçük ve orta ölçekli işletmeler"in temsilcisi olarak doğmuş, İslamcı değerlerin oluşturduğu Milli Görüş'ten bir sapmadır. Ancak "yeni ANAP" olamamıştır.
DP kurulduğunda, ABD tarafından "Türk liberalleri" olarak adlandırılmıştı. Halbuki "üç halde", liberalizm bir kuvvetli unsur olarak yer almadı. Sadece ekonomide "liberalizm" Sağ'ın lugatında yer aldı. DP-AP-DYP-ANAP, ekonomide liberalizmi ön plana çıkardı ancak siyasal-toplumsal-kültürel bağlamda "milliyetçi-muhafazakar-İslamcı" eğilimler gündeme geldi. DP'nin kurucu genel başkanı Celal Bayar, "Atatürk'ün son başbakanı"ydı . En önemli sözlerinden biri, "Atatürk'ü sevmek milli bir ibadettir" idi.
DP'nin "efsanevi başbakanı" Menderes, kitlelerle kurduğu bağları, entelektüellerle kuramamış, elinde tuttuğu parlamento çoğunluğunu "milli irade"ye eşitlemiş, otoriter bir yönetime savrulmuştur. Bunda elbette "tek parti CHP"sinden kalan yasal zeminin etkisi vardı. 1924 anayasası "tek parti" koşullarına göre hazırlanmıştı, ayrı bir siyasal partiler yasası yoktu, seçimler "çoğunluk sistemi"ne göre yapılıyordu. Kuvvetler Birliği esası sözkonusuydu.
DP, bu altyapıyı değiştirmedi, bir önceki dönemin muktedir partisi, ana muhalefet CHP, 1958'de toplanan kurultayında yayınladığı, "ilk hedefler beyannamesi"yle, nispi seçim sistemi, radyo özerkliği, basın özgürlüğü, anayasal yargı gibi demokratik reformları öngören bir çerçeve hazırladı. Bu talepler, 1961 anayasasının da temel zemini olmuştu. Ne yazık ki, kuvvetler ayrılığını getiren anayasa, bir askeri müdahale ile gelmişti.
Başbakan Menderes, Dışişleri Bakanı Zorlu ve Maliye Bakanı Hasan Polatkan'ın, doğal yargıç ilkesine uymayan bir "olağanüstü yargılama" ile mahkum edilmeleri ve asılmaları, DP'lilerin cezaevlerinde siyasi mahkum olması, siyasal haklarından yoksun bırakılmaları, DP geleneğini, daha demokratikleştirmedi, mağduriyet üzerine bir siyasal inşayı getirdi.
Zannederim mağduriyet, Türk Sağı'nın en başat özelliklerinden biri oldu. Kitlelerle Demirel de, Özal da buluştu, 1990'larda Çiller-Yılmaz ikilisi elinde, DP geleneği var olan zeminini de kaybetti.
1980 sonrası, Sağ'da yaşanan rüzgarlarla birlikte, CHP geleneğinde de yapısal bir değişimin işaretleri görülmeye başlandı. Zaman içinde DP geleneği eridikçe, CHP'de "Sol"dan ziyade, "merkez-liberal" eğilimlerin talep görmesi, göze çarptı.
Bu bağlamda, Soğuk Savaş sonrası, SHP-CHP geleneğinde, adı konmamış bir "liberalleşme" hamlesi kendisini ortaya koydu. DSP ilk adımı atarak, piyasa ekonomisini kabullendi. SHP'de Baykal'ın muhalefeti, liberal kimlikle algılansa da, CHP'nin "yeniden kuruluşu"nda benimsenen "liberal yaklaşımın" aksine, zaman içinde, partinin geleneksel kurucu değerleri ön plana çıktı. Karayalçın SHP genel başkanıyken, "liberal Sol"dan söz etti. DSP-MHP-ANAP koalisyonunun "bağımsız bakanı" ve daha sonra CHP genel başkan yardımcılığı görevini bir müddet sürdüren Derviş, "sosyal-liberal sentez"i gündeme getirdi.
2010 sonrası CHP'de yönetimde etkin yer alan Prof.Ayata, hazırladığı program taslağında, "sosyal liberalizmi", CHP'nin temel eğilimlerinden biri olarak ele aldı.
Acaba, bugünkü tartışmalarda, "DP mirası"nda, 1950'lerin sonunda DP'den ayrılan ve CHP'ye katılan Hürriyet Partisi ekibinin çizgisi mi, CHP'de bir rol kazanıyor? Prof. Turan Güneş, bu partinin ve sonra CHP'nin etkin bir kurmayı olarak, Ecevit'le birlikte "Ortanın Solu" hareketinde belirleyici olmuştu.
Soğuk Savaş sonrası, bugünlerde otoriterleşen, kendisini "muhafazakar demokrat" olarak isimlendiren AKP'ye baktıkça, şu soru gündeme geliyor.
DP mirası "muhafazakar"laştıkça, CHP daha mı "liberalleşiyor"? Sol bunun neresinde?
"Kırat"ı reddeden bir Sağ, ne kadar DP mirasına sahip çıkabilecek? Yoksa, yeni bir süvari mi ortaya çıkar?
Bekleyip görmekte fayda var...