Türk medyasında dış politikayı izlemek zordur. Kimi zaman hamaset, kimi zaman da felakete dayalı "algı yönetimi"ne dayalı çabalar, gerçeğin önemli oranda manipüle edildiği bir ortam sağlar. Bu elbette sadece Türkiye açısından ele alınacak bir konu değildir. Günlük yaşam içinde, Batı toplumlarında da insanlar, dış politika sayfalarına, "şöylesine bir göz atarlar", biraz önce değindiğimiz, psikolojik savaşın etkisi altına az ya da çok girerek, koşuşturmaya devam ederler.
Konuya ülkemizden başlamamızın nedeni, son yıllarda dış politikanın fazlaca bir "iç politika malzemesi" yapılması, bu bağlamda özellikle Ortadoğu'ya dayalı haberlerde, "bölgesel bir güç" imajı çizilmesi, hemen her konunun Türkiye'ye yönelik, "komplo teorileri"yle işlenmesi, sonuçta da ya Ortadoğu'ya nüfuz eden bir "neo-emperyal güç" olma, ya da "bölünme" gibi bir sendromun, yeniden üretilmesidir. Dolayısıyla yurttaşlar, genişleme-bölünme hattında gidip gelen, zıt paranoyaların etkisinde, gittikçe toplumsal ruh hali bozulan bir durum sergilemeye mecbur bırakılmaktadırlar.
Suriye konusunda, Mart 2011'de başlayan "iç savaş" ortamında, Batı destekli olası bir askeri müdahale hevesi içinde olanlar, derin bir hayal kırıklığı yaşadılar. Beşşar Esad'ın önümüzdeki Mart'ı gördüğü takdirde 3. yılını dolduracak direnişi, ülkemiz üzerinden muhalif grupların silahlandırılma ve eğitim alma iddiaları, yanıbaşımızda pek çok tartışmayı da beraberinde getirdi. Bir taraftan El Kaide uzantısı El Nusra, bir taraftan muhalif grupların silahlı güçlerinden Özgür Suriye Ordusu (ÖSO)'ya verildiği savlanan destekler, ÖSO-El Nusra, ÖSO-Irak Şam İslam Devleti (IŞİD) çatışmaları derken, ısrarla görmezden gelinen konu, Suriye'nin kuzeyinde oluşan "yeni Kürdistan" gerçeğidir. Türkiye'nin Barzani destekli Suriye Kürt Ulusal Konseyi'ne (SKUK) muhalif gruplar içinde gösterdiği sempati, bir başka Kürt grubun çalışmalarına karşı, "ağırlık unsuru" sağlama gayretini ortaya koymaktadır. SKUK'un merkezi bile Suriye'nin dışında, Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi (KBY)nin başkenti Erbil'dedir.
Oysa Demokratik Birlik Partisi (PYD), Suriye'deki Rojava bölgesinde, fiili bir Kürdistan daha oluşturmuş konumdadır. Tek yanlı olarak, kantonlara dayalı "özerk" yönetimler kurduğunu ilan eden PYD, bir süreci tamamlamak üzeredir. 21 Ocak 2014'de Cizire kantonu özerkliğini ilan ederken, 27 Ocak'ta Kobani kantonu özerkliğini ortaya koymuş, 29 Ocak 2014'te ise Efrin kantonu aynı yolu izleyeceğini duyurmuştur. (http://www.hurriyet.com.tr/dunya/25666463.asp)
Üç kantonda, "demokratik özerk" bir çerçeve öngörülmüştür. Bu arada Suriye'deki Kürt bölgesinin Rojava olarak anılması, Türk medyasının daha dikkatini yeni çekmiştir. Rojava, Kürtçe'de Batı anlamına gelmektedir. Peki nerenin Batısı? "Büyük Kürdistan"ın Batısı dediğimizde, şimdiye kadar, "hayal" olarak nitelendirilen harita bir bakıma ete kemiğe bürünmektedir. Şimdilik PYD ile Barzani bölgesi arasında siyasal ihtilaflar vardır, üstelik SKUK'un militanları, Barzani bölgesinde eğitim görmüşlerdir. Cenevre 2'de de PYD'nin temsili, SKUK'un girişimleri, Suriye'deki diğer muhalif grupların itirazı ve Türkiye'nin talepleriyle, bu seferlik engellenmiştir.
PYD, Türkiye'deki terör örgütü PKK'nın siyasal uzantısıdır. Bölücü örgüt Türkiye sınırları içerisinde olmasa da, Suriye'de "Rojava" bölgesinde, siyasal bir varlık (antite)nin, dolaylı olarak sahibi olmuştur. Bu çerçevede, fiilen yönetilen bir toprak parçasının, belirleyicisi haline gelmiştir.
Türkiye'nin içinde, BDP-HDP hattındaki parlamento kanatları, DTK adındaki fiili çatı örgülenmeleri ele alındığında, yeni bir süreçle karşı karşıyayız. Ülke içindeki konumu bir yana bırakılırsa, örgüt Suriye'deki fiili yönetimle adeta bir "dış politika" konusu haline gelmiştir.
Suriye-Irak toprakları, Doğu Akdeniz'den Basra'ya uzanan, gün geçtikçe bölünen, jeopolitik anlamda "Ortadoğu'nun kalbi" sayılacak bir bölgeyi ifade etmektedir. Kürtler, şimdilik yeni antiteler, ulus inşa etme süreçleri yaşarken, Araplar mezhepsel anlamda, radikal akımların temsil edildiği örgütlerin etkinliklerinde, gün geçtikçe kabile, aşiret yapılarına doğru mesafe almaktadırlar. Uluslaşan Kürtler ve parçalı yapılara bölünen Araplar arasında, orta vadede bir "stratejik boşluk" yaşanması olasıdır. Parçalanan Araplar ve bütünleşen Kürtler ikilemi, bir bakıma bölgenin "yeni realitesi" olmaya adaydır.
Türkiye ve İran'ın "yeni realite" karşısında, nasıl bir tavır alacakları, Suudi Arabistan, İsrail ve Mısır'ın yeni konumları, bu sürecin daha iyi anlaşılmasını sağlayacaktır.
Yeni Ortadoğu'nun "Batı'sı", Doğu Akdeniz'de gözükmektedir...
Konuya ülkemizden başlamamızın nedeni, son yıllarda dış politikanın fazlaca bir "iç politika malzemesi" yapılması, bu bağlamda özellikle Ortadoğu'ya dayalı haberlerde, "bölgesel bir güç" imajı çizilmesi, hemen her konunun Türkiye'ye yönelik, "komplo teorileri"yle işlenmesi, sonuçta da ya Ortadoğu'ya nüfuz eden bir "neo-emperyal güç" olma, ya da "bölünme" gibi bir sendromun, yeniden üretilmesidir. Dolayısıyla yurttaşlar, genişleme-bölünme hattında gidip gelen, zıt paranoyaların etkisinde, gittikçe toplumsal ruh hali bozulan bir durum sergilemeye mecbur bırakılmaktadırlar.
Suriye konusunda, Mart 2011'de başlayan "iç savaş" ortamında, Batı destekli olası bir askeri müdahale hevesi içinde olanlar, derin bir hayal kırıklığı yaşadılar. Beşşar Esad'ın önümüzdeki Mart'ı gördüğü takdirde 3. yılını dolduracak direnişi, ülkemiz üzerinden muhalif grupların silahlandırılma ve eğitim alma iddiaları, yanıbaşımızda pek çok tartışmayı da beraberinde getirdi. Bir taraftan El Kaide uzantısı El Nusra, bir taraftan muhalif grupların silahlı güçlerinden Özgür Suriye Ordusu (ÖSO)'ya verildiği savlanan destekler, ÖSO-El Nusra, ÖSO-Irak Şam İslam Devleti (IŞİD) çatışmaları derken, ısrarla görmezden gelinen konu, Suriye'nin kuzeyinde oluşan "yeni Kürdistan" gerçeğidir. Türkiye'nin Barzani destekli Suriye Kürt Ulusal Konseyi'ne (SKUK) muhalif gruplar içinde gösterdiği sempati, bir başka Kürt grubun çalışmalarına karşı, "ağırlık unsuru" sağlama gayretini ortaya koymaktadır. SKUK'un merkezi bile Suriye'nin dışında, Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi (KBY)nin başkenti Erbil'dedir.
Oysa Demokratik Birlik Partisi (PYD), Suriye'deki Rojava bölgesinde, fiili bir Kürdistan daha oluşturmuş konumdadır. Tek yanlı olarak, kantonlara dayalı "özerk" yönetimler kurduğunu ilan eden PYD, bir süreci tamamlamak üzeredir. 21 Ocak 2014'de Cizire kantonu özerkliğini ilan ederken, 27 Ocak'ta Kobani kantonu özerkliğini ortaya koymuş, 29 Ocak 2014'te ise Efrin kantonu aynı yolu izleyeceğini duyurmuştur. (http://www.hurriyet.com.tr/dunya/25666463.asp)
Üç kantonda, "demokratik özerk" bir çerçeve öngörülmüştür. Bu arada Suriye'deki Kürt bölgesinin Rojava olarak anılması, Türk medyasının daha dikkatini yeni çekmiştir. Rojava, Kürtçe'de Batı anlamına gelmektedir. Peki nerenin Batısı? "Büyük Kürdistan"ın Batısı dediğimizde, şimdiye kadar, "hayal" olarak nitelendirilen harita bir bakıma ete kemiğe bürünmektedir. Şimdilik PYD ile Barzani bölgesi arasında siyasal ihtilaflar vardır, üstelik SKUK'un militanları, Barzani bölgesinde eğitim görmüşlerdir. Cenevre 2'de de PYD'nin temsili, SKUK'un girişimleri, Suriye'deki diğer muhalif grupların itirazı ve Türkiye'nin talepleriyle, bu seferlik engellenmiştir.
PYD, Türkiye'deki terör örgütü PKK'nın siyasal uzantısıdır. Bölücü örgüt Türkiye sınırları içerisinde olmasa da, Suriye'de "Rojava" bölgesinde, siyasal bir varlık (antite)nin, dolaylı olarak sahibi olmuştur. Bu çerçevede, fiilen yönetilen bir toprak parçasının, belirleyicisi haline gelmiştir.
Türkiye'nin içinde, BDP-HDP hattındaki parlamento kanatları, DTK adındaki fiili çatı örgülenmeleri ele alındığında, yeni bir süreçle karşı karşıyayız. Ülke içindeki konumu bir yana bırakılırsa, örgüt Suriye'deki fiili yönetimle adeta bir "dış politika" konusu haline gelmiştir.
Suriye-Irak toprakları, Doğu Akdeniz'den Basra'ya uzanan, gün geçtikçe bölünen, jeopolitik anlamda "Ortadoğu'nun kalbi" sayılacak bir bölgeyi ifade etmektedir. Kürtler, şimdilik yeni antiteler, ulus inşa etme süreçleri yaşarken, Araplar mezhepsel anlamda, radikal akımların temsil edildiği örgütlerin etkinliklerinde, gün geçtikçe kabile, aşiret yapılarına doğru mesafe almaktadırlar. Uluslaşan Kürtler ve parçalı yapılara bölünen Araplar arasında, orta vadede bir "stratejik boşluk" yaşanması olasıdır. Parçalanan Araplar ve bütünleşen Kürtler ikilemi, bir bakıma bölgenin "yeni realitesi" olmaya adaydır.
Türkiye ve İran'ın "yeni realite" karşısında, nasıl bir tavır alacakları, Suudi Arabistan, İsrail ve Mısır'ın yeni konumları, bu sürecin daha iyi anlaşılmasını sağlayacaktır.
Yeni Ortadoğu'nun "Batı'sı", Doğu Akdeniz'de gözükmektedir...