Batı medyasında siyasal iktidar hakkında giderek dozu artan sertlikteki haber ve analizler, "objektif koşullar"ın kırıldığı, Türkiye'de siyasal bir iklim değişikliğinin gündeme geleceği olasılığını zihinlere getiriyor. Gelgelelim yapılan kamuoyu araştırmalarında, iktidar partisinin halen açık ara önde olması, objektif-sübjektif koşulların çelişmesi ve analizlerin "dilek ve temenniyle karışık" bir çerçevede ortaya konulmasını yoğunlaştırıyor.
Wall Street Journal (WSJ)'de Türkiye hakkında yapılan çözümleme, tüm bu değerlendirmelerin dışında, ülkemizin giderek "tipik bir Ortadoğu rejimi" haline dönüştüğünü gösteriyor. Gazete, Türkiye'nin "istihbarat şefi" olarak adlandırdığı MİT müsteşarı Hakan Fidan hakkında derin bir analiz yaparken, kendisinin Türk dış politikasında ne kadar etkin olduğunu ifade ediyor.
Güçlü istihbarat, etkin diplomasi elbette her ülke için önem arzediyor. Ne var ki Fidan'ın özellikle Suriye konusunda son zamanlarda Batı'yla çelişen bir politika yürüttüğü iddiası, ayrı bir değer taşıyor. Ortadoğu'nun otoriter rejimlerinde, istihbarat yapılanmalarının diplomaside ve iç politikadaki etkinlikleri, güdümlü bir medya, dikkat çeken bir hariciye, farklı anlaşılmaları da hafızalara kazıyor.
Türkiye'de siyasal iktidar çevrelerinin, sözgelimi ABD-Rusya arasındaki anlaşmayla ve bu anlaşmanın BM Güvenlik Konseyi kararı haline gelmesiyle ete kemiğe bürünen, Suriye'deki kimyasal silahların tasfiyesi konusunda, ne tür bir değişik yaklaşımı olabilir? Davutoğlu'nun kendi kitabının ismi olan "stratejik derinlik" anlayışı, bir büyük gücün yardımıyla, Ortadoğu başta olmak üzere, Türkiye'nin "yakın çevresinde" bir periferi kurma arayışını dile getirirken, "stratejik özerklik" ya da "değerli yalnızlık" adı altında, ABD'ye ve diğer küresel-bölgesel güçlere karşın bir "özgün" uygulamalar zinciri mi tartışılıyor? İşin ilginci, bu "yalnız" ve "özerk" siyasada, Türk istihbaratının kendi çalışma tercihlerinin belirleyici olduğu savlanıyor.
İstihbarat merkezli bir dış politika, Ortadoğu'nun arkaik rejimlerinden kalan bir miras. Çin'den alınması düşünülen füze sistemi, NATO sistemine uyumsuzluk, İran'la delinen ambargo iddiaları ve fiktif altın ihracatı suçlamaları, Suriye'de ABD-Rusya'ya rağmen, halen müdahil olma arayışı, El Nusra'yla sürekli gündeme getirilen işbirliği, Mısır'da İhvan sonrası, askeri darbeden duyulan memnuniyetsizlikle ABD'ye eleştirel dil kullanma, İsrail'le Mavi Marmara sonrası "özür"den sonra, tazminat ve abluka taleplerinin masada olması, AB giriş sürecinin artık gündem maddesi olmaması ve benzer başlıklar, bir yeniden değerlendirmeyi gerektiriyor. Bu bağlamda bir Ortadoğu rejimi değil, Ortadoğu'ya demokrasinin ve modern ekonominin modeli olmak gerekiyor. Bir NATO üyesi, bir ABD müttefiki, bir AB giriş sürecinde ülke ve bir Avrupa Konseyi üyesi olarak, yürürlükten kalkan "ılımlı modelleri" bir yana bırakarak elbette...
Wall Street Journal (WSJ)'de Türkiye hakkında yapılan çözümleme, tüm bu değerlendirmelerin dışında, ülkemizin giderek "tipik bir Ortadoğu rejimi" haline dönüştüğünü gösteriyor. Gazete, Türkiye'nin "istihbarat şefi" olarak adlandırdığı MİT müsteşarı Hakan Fidan hakkında derin bir analiz yaparken, kendisinin Türk dış politikasında ne kadar etkin olduğunu ifade ediyor.
Güçlü istihbarat, etkin diplomasi elbette her ülke için önem arzediyor. Ne var ki Fidan'ın özellikle Suriye konusunda son zamanlarda Batı'yla çelişen bir politika yürüttüğü iddiası, ayrı bir değer taşıyor. Ortadoğu'nun otoriter rejimlerinde, istihbarat yapılanmalarının diplomaside ve iç politikadaki etkinlikleri, güdümlü bir medya, dikkat çeken bir hariciye, farklı anlaşılmaları da hafızalara kazıyor.
Türkiye'de siyasal iktidar çevrelerinin, sözgelimi ABD-Rusya arasındaki anlaşmayla ve bu anlaşmanın BM Güvenlik Konseyi kararı haline gelmesiyle ete kemiğe bürünen, Suriye'deki kimyasal silahların tasfiyesi konusunda, ne tür bir değişik yaklaşımı olabilir? Davutoğlu'nun kendi kitabının ismi olan "stratejik derinlik" anlayışı, bir büyük gücün yardımıyla, Ortadoğu başta olmak üzere, Türkiye'nin "yakın çevresinde" bir periferi kurma arayışını dile getirirken, "stratejik özerklik" ya da "değerli yalnızlık" adı altında, ABD'ye ve diğer küresel-bölgesel güçlere karşın bir "özgün" uygulamalar zinciri mi tartışılıyor? İşin ilginci, bu "yalnız" ve "özerk" siyasada, Türk istihbaratının kendi çalışma tercihlerinin belirleyici olduğu savlanıyor.
İstihbarat merkezli bir dış politika, Ortadoğu'nun arkaik rejimlerinden kalan bir miras. Çin'den alınması düşünülen füze sistemi, NATO sistemine uyumsuzluk, İran'la delinen ambargo iddiaları ve fiktif altın ihracatı suçlamaları, Suriye'de ABD-Rusya'ya rağmen, halen müdahil olma arayışı, El Nusra'yla sürekli gündeme getirilen işbirliği, Mısır'da İhvan sonrası, askeri darbeden duyulan memnuniyetsizlikle ABD'ye eleştirel dil kullanma, İsrail'le Mavi Marmara sonrası "özür"den sonra, tazminat ve abluka taleplerinin masada olması, AB giriş sürecinin artık gündem maddesi olmaması ve benzer başlıklar, bir yeniden değerlendirmeyi gerektiriyor. Bu bağlamda bir Ortadoğu rejimi değil, Ortadoğu'ya demokrasinin ve modern ekonominin modeli olmak gerekiyor. Bir NATO üyesi, bir ABD müttefiki, bir AB giriş sürecinde ülke ve bir Avrupa Konseyi üyesi olarak, yürürlükten kalkan "ılımlı modelleri" bir yana bırakarak elbette...