http://www.sosyaldemokratdergi.org/deniz-tansi-ortadoguda-kuresel-muhafazakarlik-ve-yeniden-realizm/
Tarihsel süreç içinde, büyük güçlerin rekabet ve savaş alanı olan Ortadoğu, ne yazık ki akıllara; kan, gözyaşı, çatışma ve terörle geliyor. Trump’ın ABD başkanlığı görevini üstlenmesinden sonra farklı bir Ortadoğu tasarımıyla karşı karşıya gelinmiş görülüyor. Her ne kadar özde bir değişiklik kaydedilmiyorsa da, Obama dönemindeki “sözde Arap Baharı”, “ılımlı İslam”, “İhvan” ve “Katar” başlıklı siyasalar, artık değerini yitirmiş gözüküyor.
Obama; “piyasa ekonomisi”, “biçimsel demokrasi” ve “İslamcı” akımlar arasında bir ilinti kurarak bölgedeki değişimi -deyim yerindeyse- değerlere dayalı, İslamcı bir demokrasiyle yerine getirecek bir arayış içindeydi. Bu anlayış ise, “neo-con” Oğul Bush ve ekibinin 11 Eylül 2001 sonrası Ilımlı İslam arayışlarının “liberal” bir uzantısıydı. Obama, savaş yerine iç siyasal mobilizasyonla, 1980’lerin sonunda Doğu Bloku’nun yıkılmasında tanık olunduğu üzere, Ortadoğu’da da İslamcı ağırlığı olan “halk ayaklanmaları” yoluyla özgürlüklerin sağlanacağı gibi oksimoron bir siyaset güttü.
Ortadoğu’da Trump faktörü
Sonuçta, Libya’da devlet fiilen ortadan kalktı ve Suriye kaosunda logaritmik bir sıçrama gösteren IŞİD -Irak içlerinden Suriye’ye kadar uzanan- “kapkara bir imparatorluğa” dönüştü. Mısır’da İhvan en fazla bir yıl iktidar oldu; Mübarek’i deviren askerler Mursi’yi de devirerek, Suudlar’ın ve Körfez ülkelerinin sponsorluğunda, Batı destekli bir darbeyle Genelkurmay Başkanı Sisi’yi ülkenin başına geçirdiler. Bu dönemde, “sözde Arap Baharı”nın merkezinde Suriye yer almıştı. “Esad gidecek, İhvan gelecek” sloganında, Türkiye’deki siyasal iktidar da heveslenirken; ortaya Rusya’nın ağırlığının arttığı, askeri, iktisadi ve sosyal açıdan nüfuz ettiği, haritası bölünen bir Suriye coğrafyası çıktı.
Obama sonrasında Trump, Rusya ile birlikte “IŞİD karşıtı siyasete” ağırlık verirken, yine Rusya ile beraber Suriye’de PYD yapılanmasına “IŞİD karşıtlığı” çerçevesinde destek verdi. 25 Eylül 2017’de bağımsızlık referandumuna hazırlanan Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin Başkanı Barzani de, hem siyasal iktidarın, hem de ABD’nin en sağlam müttefiklerinden biri olarak güçleniyor. Trump, bölgeye gerçekleştirdiği ziyaret öncesi Mısır devlet başkanı Sisi’yi en iyi şekilde ağırlayarak, tercihlerini vurguladı. Bölgedeki temaslarında ise Suudi Arabistan, İsrail ve Vatikan ön planda konumlandı.
Trump, Suudi Arabistan’ın bölgede ABD siyasetindeki konumunu merkezi zemine alırken, 110 milyar dolarlık silah satışı anlaşmasıyla net mesajlar verdi. İsrail’i ABD’nin “stratejik ortağı” olarak yeniden ön plana çıkardı; Obama döneminde yara alan ilişkileri onardı. Suudi Arabistan’la Sünni İslam’a, İsrail’le Yahudi dünyasına, Vatikan’la ise Katolik Hıristiyan dünyasına seslendi. Huntington’ın “medeniyetler çatışması” tezinde, dinlere dayalı uygarlıklar çatışmasına başka bir pencereden bakarak, bu sefer yine dinler üzerinden “uygarlıklar uzlaşması” tasarımını ortaya koydu. Dikkat edilecek olursa, ister “çatışma” isterse de “uzlaşma”da referans, dinler üzerinden veriliyor ve her ikisinde de muhafazakar bir siyaset anlayışı öne çıkıyor. Trump’ın muhafazakarlığında, ülkelerin rejimlerinde demokratik bir nitelik aramayıp her rejimi olduğu gibi kabul ederek, stratejik işbirliği ve elbette ABD çıkarları kutsanıyor. Bu yüzden, Suud rejimi ile İsrail siyaseti gibi çok zıt gözüken yapılar ABD siyasetinde belli bir yüzeye yerleşiyor.
Katar krizi ve Türkiye
Bu bağlamda ise “İran karşıtlığı” çok daha fazla pekiştiriliyor. Zira Suud ve İsrail rejimlerinin ortak düşmanı “İran tehdidi” olarak gündeme geliyor. Tam da bu noktada, “Katar krizi” bir başlık olarak yükseliyor. Basra Körfezi’nde İran’la ortak doğal gaz alanları, Hamas’a gösterdiği ev sahipliği, sözde Arap Baharı sırasında İhvan’a verdiği destek ve El Cezire’yi “bölgesel bir CNN” gibi kullanarak Ortadoğu’da “canlı yayında halk devrimleri” örgütlemesi Katar’ı hedef ülke haline getirdi.
Türkiye’de siyasal İslam zeminindeki siyasal iktidar, Suudi Arabistan’la ilişkilere her zaman özen gösterirken, “Katar krizi”nde, simgesel bir askeri üsle, sürece ortadan dahil oldu. Suudi Arabistan’a ve Körfez ülkelerine meydan okurken, Suriye’ye olası yeni askeri operasyonlar için sinyaller verdi. Ancak ABD’nin Suudi Arabistan ve Körfez ülkeleri, İsrail, Mısır, Ürdün temelindeki siyasetinde, Türkiye’nin tamamen sistem dışına çıkacağı beklentisi boşunadır. Nasıl bir zamanlar Suriye üzerinden bölgesel liderlik taslanmaya çalışılmışsa, Katar krizinde bu ülkeyle “ikili bir değerli yalnızlık” ya da ayrı bir merkez olmaya mı çalışılmaktadır? Rusya’yla yakınlaşan siyaset, Suriye’deki siyasette tamamen ters düşmektedir.
Bu bağlamda, Trump’ın siyasetinde “demokrasi ihracı” değil, muhafazakar siyasetin uluslararası ilişkilerdeki realizmi gündeme gelmekte; bir zamanlar Türkiye-Suriye-Mısır üzerinden düşünülen “İhvan kuşağı” çok hızlı biçimde tarihin arşivinde sararmaktadır. Siyasal iktidar ise, “değerler” ve “realizm” ikileminde, daha önce defalarca görüldüğü üzere, yine kısa sürede realizmle nikah tazeleyecektir.
*Deniz Tansi
Yrd. Doç. Dr., Yeditepe Üniversitesi
dtansi@gmail.com
Yrd. Doç. Dr., Yeditepe Üniversitesi
dtansi@gmail.com