http://politikaakademisi.org/2016/11/21/sangay-bir-cikis-yolu-mu/
Arşivi biraz karıştırdığımızda, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Kasım 2013’de Başbakan sıfatıyla gerçekleştirdiği bir Rusya gezisinde, Rusya lideri Putin’e, “Türkiye’yi AB’ye almazlarsa, Şangay İşbirliği Örgütü’ne katılma talebini” ilettiğini görüyoruz. Ne var ki, Türkiye’nin Şangay ilgisi daha da geriye dayanıyor. 1996’da Rusya, Çin, Kazakistan, Kırgızistan, Tacikistan tarafından oluşturulan “Şangay Beşlisi”, 2001’de Özbekistan’ın katılmasıyla Şangay İşbirliği Örgütü’ne (ŞİÖ) dönüştü. Türkiye, 2012’den beri ŞİÖ’nün zaten “diyalog ortağı”; bu çerçevede düzenli olarak ŞİÖ zirvelerine katılıyor. Bu, bir nevi, “gözlemci üye” niteliğinden bir önceki konumu ifade ediyor. Peki Cumhurbaşkanı Erdoğan, Kasım 2013’teki ŞİÖ talebini 2016 Kasım’ında neden tekrarlama ihtiyacını hissetti? Bir bakıma, “AB katılım süreci”yle birlikte ŞİÖ diyalog ortağı niteliğini eş zamanlı yürüten Türkiye, gerçekten de bir kavşak noktasında mı? Kamuoyunda, 15 Temmuz 2016 kalkışması sonrasında hakim olan ABD ve AB karşıtlığı yüzeyinde kesifleşen Batı karşıtlığı ortak parantezi, bu tür çıkışlara kolaylık mı sağlıyor? Yoksa iç kamuoyu, bu tür salvolarla konsolide mi ediliyor?
Bir noktayı düzelterek konuyu açmak lazım. AB ve ŞİÖ üyelikleri birbirinin alternatifi mi? Aslında tartışmanın iç yüzünü sergileyecek ipuçları da tam burada saklı. Türkiye, aynı zamanda AB katılım sürecinde yer alan bir “aday ülke” ve ŞİÖ “diyalog ortaklığı”nın yanında, Avrupa Konseyi kurucu üyeliği, NATO üyeliğini eş zamanlı sürdürüyor. Üstelik, ŞİÖ’nün kurucularından Rusya, 1992’de Kollektif Savunma Antlaşması’na dayanarak, 2002’de oluşan Kollektif Savunma Örgütü (KSÖ)’nün kurucu üyesi. KSÖ’de ise Ermenistan, Belarus, Kazakistan, Kırgızistan, Tacikistan üye olarak yer almakta; Afganistan ve Sırbistan ise gözlemci üye olarak KSÖ’de faaliyet göstermektedirler. KSÖ’yü özel olarak değerlendirmemin sebebi, ŞİÖ’ye yeni bir blok olarak Bakanların, sistematik şaşkınlıklarını önlemektir. Zira KSÖ, NATO gibi, adı üzerinde, “kollektif bir savunma”ya dayanmakta, deyim yerindeyse NATO’nun tam olmasa da, göreli bir simetrisini ortaya koymaktadır. ŞİÖ ise, 16-17 Haziran 2004 zirvesinde, Bölgesel Terörizm Yapısı (RATS)’nı kurdu. 2006’da uyuşturucu karşıtı yapıyı da, anti-terör kapsamında ele aldığını duyurdu. 2006’da “askeri blok” kurma niyetlerinin olmadığı açıklansa da, “terör, aşırı akımlar ve ayrılıkçı akımlar”a karşı, 2003 yılından beri ortak askeri tatbikatlar düzenledi. 2003’te, aynı zamanda, ekonomik işbirliğini öngören çerçeve antlaşma da imzalandı.
ŞİÖ’nin askeri zemini, ekonomik çerçeveyi öngören yapısının temelleri, Soğuk Savaş döneminde, çeşitli sınır anlaşmazlıkları yaşayan, SSCB ve Çin’in, Soğuk Savaş sonrası, Rusya ve Çin olarak “ortak çatı” altında bir araya gelmesiyle atılmıştır. Türkiye’de de birtakım çevreleri heyecanlandıran özelliği ise, Putin’in yakın danışmanlarından Alexander Dugin’in “Avrasya jeopolitiği”ne yaslanan hayalleridir. Dugin’in “Avrasya”sı, sadece Asya steplerinde değil, Fransa ve Almanya’yı kendi deyimiyle, “Transatlantik”ten yani Batı’dan koparan bir Avrasya ütopyasını beslemektedir. Hatta Ortadoğu’da İsrail’e kadar inen bir Avrasya’dan söz ediyoruz. Bu, bir başka açıdan “Avrusya” suçlamalarına da neden olmuştur. Bununla birlikte, ABD ile iktisadi ve askeri rekabette çok mesafe kateden Çin’in yok sayıldığı bir Avrasya mümkün değildir. Nitekim 2005’te iki ülke, ŞİÖ dışında Peace Mission 2005 askeri tatbikatını gerçekleştirmişlerdir. Elbette Avrupa’nın içlerine uzanan bir Avrasya, sadece bir emperyal fanteziden ibaret görünmektedir.
Peki Türkiye’nin “diyalog ortağı” olduğu ŞİÖ’ye tam üye olması, hangi jeopolitik tasarımların ya da stratejilerin dışavurumudur? Konu, sadece AB ile yaşanan krizler midir? Siyasal iktidar, AB sürecinde, 2006’dan bu yana yaşanan fiili hareketsizliğin, 2016’daki 15 Temmuz kalkışmasından sonra artık resmi bir “donma” boyutuna sürüklendiğini görmektedir. Önümüzdeki günlerde Avrupa Parlamentosu (AP)’nun Türkiye ile tüm müzakereleri dondurma çağrısını içeren bir tavsiye kararı üzerinde çalıştığı bilinmektedir. ABD ile yaşanan FETÖ krizi ise, yeni yönetimle aşılacak mıdır? Bu, bir başka tartışma konusudur. Türkiye’de demokratik süreçle ilgili eleştirilerde özellikle ŞİÖ kartının kullanılması, AB ile güven bunalımını beslemektedir.
Öte yandan, Türkiye açısından ŞİÖ, ne AB’ye, ne de NATO’ya alternatif bir konumdadır. Belki de ŞİÖ üyeliği, dış politikada bir başka zenginliği getirecektir. Bununla birlikte, Türkiye, bu tür hamlelerle ne AB üyeliğini zorlayabilir, ne de Batı’daki tüm kurumsal yükümlülüklerinden kurtulabilir. AB katılımcı üyeliği, Avrupa Konseyi kurucu üyeliği, NATO müttefikliği, sadece parti hükümetleriyle değil, devlet kararı, siyasal uzlaşmalar ve konjonktürel gereksinimlerle ortaya konmuştur. Ülkemizin modernleşme yolu, 1839 Tanzimat Fermanı’ndan beri kesintisiz bir gelişim içerisindedir. Cumhuriyet’le birlikte bu yol daha da güçlendirilmiştir.
Artık Ortadoğu’da kalıcı varlığını hissettiren Rusya; İran, Hindistan, Afganistan, Moğolistan ve Pakistan’ı ŞİÖ’de “gözlemci üye” olarak desteklemekte, İran’la işbirliğini, Basra’dan Doğu Akdeniz’e, Suriye ve Lübnan’a kadar devam ettirmektedir. Suriye’nin Tartus deniz üssündeki kalıcılığını, 50 yıllık bir perspektifle açıklamaktadır. Avrasya’nın Ortadoğu’ya indiği zeminde, Türkiye, ŞİÖ gözlemci üyesi İran’la bölgesel rekabetini arttırmakta, Suriye konusunda, Rusya’yla pürüzleri azaltmaya gayret etse de, Irak-Suriye hattında, İran’la ciddi bir gerginliği yaşamaktadır. Musul-Rakka hattında neler yaşanacağı, İran yanlısı Haşdi Şabi’nin Musul ve diğer kentlerdeki operasyonları, Türkiye tarafından kaygıyla izlenmektedir. Suriye’de PYD terörü konusunda, İran ve Rusya’yla görüş ayrılıkları sürmektedir. Kafkasya’da yer alan Türkiye gibi bir başka “diyalog ortağı” Ermenistan’la, diğer “diyalog ortağı” Azerbaycan arasında hala Ermenistan işgali Karabağ’da devam etmekte, Türkiye’nin toprak bütünlüğünü Ermenistan halen tanımamaktadır.
İşte bu çerçevede, Türkiye, ŞİÖ üyeliğini bir çıkış olarak tasarlamaktadır…