29 Eylül 2015 Salı

"OYUN BİTTİ HERKES EVİNE..."

Ülkemize özgü uzun bayram tatili sürecinde, Batı medyasında çıkan iki analiz, ya gözlerden kaçırıldı, ya da bayram rehavetinin azizliğine uğradı. İlk analiz, Financial Times'ta David Gardner'in imzasını taşıyordu. (BBC Türkçe, "Financial Times: Türkiye Kaosa Sürüklenebilir", 23 Eylül 2015, http://www.bbc.com/turkce/haberler/2015/09/150922_ft_turkiye_analiz?ocid=socialflow_twitter) Gardner, 1 Kasım 2015'teki "tekrar seçim"de, yoğunlaşan PKK terörünü, sivil halk üzerindeki KCK yapılanması aracılığıyla   ilçe bazlarında yaşanan "toplu kalkışma girişimleri"ni, devletle, halk ve terör örgütü arasındaki yapısal krizlerden ve çatışmalardan dem vuruyordu. Bu bağlamda seçimlerde "güvenlik gerekçesiyle", Kürt oylarının yok sayılması durumunda, siyasal iktidarla birlikte Erdoğan'ın da meşruiyetini yitirme riskiyle karşı karşıya kaldığını belirtmişti. İç politikadan alıştığımız üzere,  Erdoğan'ın başkanlığı ve Kürtler'in özerkliği korelasyonunun dışında, Erdoğan'ın başkanlığı ya da AKP iktidarını HDP'nin engellemesi denkleminde, PKK terörüyle ilgili tartışmaları ön plana çıkarıyordu.
İkinci analiz ise, daha şiddetli bir vurguyla gündeme getirildi. Foreign Affairs'daki analizde, Türkiye'de siyasal mekanizmanın kontrolü kaybettiği ve "iç savaş" senaryolarının hızlandığı özellikle ifade edildi. (Micha'el Tanchum, "New Kurds on the Block, The Rise of Turkey's Militant Youth, Foreign Affairs, September 23, 2015,  https://www.foreignaffairs.com/articles/turkey/2015-09-23/new-kurds-block)
Elbette, Batı'daki bir iki değerlendirme ve yazıyla Türkiye'yi ele almak mümkün değil. Ne var ki, söz konusu yazıların yoğunluğu bir hayli arttı. Aslında, ister istemez bir sürecin sonuna doğru gelinmesi, farklı kalemlerden benzer ifadelerin dile getirilmesine neden oluyor. Şöyle ki, 2011'de Suriye'de başlayan olaylar, 2001'den beri süren bir deneyin final bölümünün sahnelenmesine neden oldu. ABD, 2001 sonrasında, RAND'ın sosyal laboratuvarlarında üretilen senaryolarda olduğu gibi, 11 Eylül'de kendini korkunç bir saldırıyla deşifre eden "radikal İslam"a karşı, "Ilımlı İslam"ı öne sürmeye çalıştı.

(RAND Project Air Force, "The Muslim World after 9/11", Prepared for the United States Air Force,  http://www.rand.org/content/dam/rand/pubs/monographs/2004/RAND_MG246.pdf)

(Cherly Benard, "Civil Democratic Islam", RAND National Security Division, Library of Congress Cataloging-in-Publication Data, 2003, http://www.rand.org/content/dam/rand/pubs/monograph_reports/2005/MR1716.pdf)

(RAND Center for Middle East Public Policy, Angel Rabasa Cheryl Benard, Lowell H. Schwartz, Peter Sickle, "Building Moderate Muslim Networks",  http://www.rand.org/content/dam/rand/pubs/monographs/2007/RAND_MG574.pdf)

(Cherly Benard, "Five Pillars of Democracy", RAND, http://www.rand.org/pubs/periodicals/rand-review/issues/spring2004/pillars.html)

Bu raporlara benzer, pek çok metin, ABD yönetici elitinde tartışıldı, "Amerika yeniden keşfediliyor" gibi, İslam'ı "Ilımlı" çerçevede keşfetmeye, İslamcı perspektifle, liberal demokrasileri, "oxymoron" zeminde meczetmeye çalıştılar. Buradan da "muhafazakar demokrat" ya da "Müslüman demokrat" bir siyaset oluşturabileceklerini, yine "oryantalist" bir çerçevede tahmin ettiler.  
Ülkemiz bu çerçevede ana zemin gibi görülse de, hedef Ortadoğu'da piyasa ekonomisi ve demokratik bir İslamcılık'la iç içe geçmiş, Batı açısından sorun yaratmayacak yeni rejimler oluşturmaktı. Laik Türkiye'de Ilımlı İslam, rejimin seküler yapısından bir geriye gidişti, ne var ki, Türkiye özelindeki deney tutarsa, Ortadoğu'da İslamcı ve Batı'yla sorunu olmayan, "dost rejimler"i üretmek mümkün olabilirdi.
Evdeki hesap elbette çarşıya uymadı, 2011'deki "Arap uyanışı" sonrası, ne Ilımlı İslam, ne de liberal bir siyaset ortaya konuldu, fakat Batı'nın ürktüğü "radikal İslam", Libya'dan Afganistan'a uzanan coğrafyada etkinleşti. Ulus-devlet sınırlarını tartışmaya açan neo liberaller, şimdi sınır tanımayan IŞİD gerçeği ile karşı karşıyalar.
1916 Sykes Picot ve 1920 San Remo ortamında, Batı'nın o günkü gereksinimleri doğrultusunda oluşturulan mandalar ve devletleşen halleri, 1991-2003 1. ve 2. Körfez savaşları, 2011 sonrasındaki "Arap uyanışı"yla adeta çözülmeye başladı, devlet yapıları deyim yerindeyse "peynir gibi dağıldı".
Suriye özelinde yaşananlar, Türkiye'deki "stratejik derinlik" başlığındaki İslamcı hayalleri yerle bir etmekle kalmadı, imparatorluk hayalleri yüzeyindeki Ortadoğu yaklaşımı, yerini mevcut ulus-devlet sınırlarını korumaya bıraktı.
Aslında gelinen aşamadaki en önemli süreç, Ukrayna krizi ve Kırım işgalinin ardından, Rusya'nın Doğu Akdeniz'e kalıcı olarak dönmesidir. ABD'nin gökdelenlerinde, lüks plazalarda, düşünce kuruluşlarındaki İslamcı deneme-yanılmalar, Soğuk Savaş sonrası Rusya'ya önemli bir konumlanma olanağı sağladı. Gürcistan-Rusya arasında Ağustos 2008'de Kafkas Savaşı sürerken, Suriye devlet başkanı Esad'ın Moskova ziyareti gözlerden kaçmıştı. Söz konusu ziyarette, SSCB'nin Lazkiye yakınlarındaki Tartus deniz üssünün, Rusya adına tekrar açılması konusunda uzlaşılmıştı. Suriye kaosuyla birlikte, Rus donanması Doğu Akdeniz'de hem deniz gücünü, hem de Suriye'de genişleyen üsleriyle kara ve hava gücünü arttırdı. Suriye-Irak derinliğinde, IŞİD'in yayılmacı siyasalarına karşı, Rusya-İran destekli Esad yönetiminin konumu işaret edicidir. Suriye sonrası tartışılırken, Esad sonrasının olmayabileceği ele alınıyor. Bu çerçevede Şam-Lazkiye hattında "daraltılmış Esad'lı Suriye", Rusya-İran açısından oldukça verimlidir. Putin BM'deki son konuşmasında IŞİD'e karşı Suriye'de savaşan güçler olarak, Esad yönetimi ve PYD öncülüğündeki Kürt hareketini övmüştür. "Esad'lı geçişin" mümkün olabileceği, Türkiye'de mahçupça ifade edilirken, Suriye özelindeki politika, 2000'lerdeki bölgesel siyasanın sarsıldığını göstermektedir. İktidar partisi yöneticileri, "Esad'la görüştüğümüz için bizi kınıyorlardı" dediği Batı, Esad'a karşı mesafesini korumuş gözükmekle birlikte, Rusya'nın dahil olduğu denklemde, "ortalama bir çözüm" aramaktadır. Tabi bu arada milyonlarca insan mülteci durumuna geldi, yüzbinlerce insan yaşamını kaybetti, pek çok insan sakat kaldı, Avrupa "mülteci sorunu"yla, kendi çelişkilerini, bizzat kendi kıtasında, toplumlarının içinde yaşamaya başladı. Batılı başkentlerin kamuoylarının, kendi ülkelerinde, çözümle ilgili baskısı arttı.
Şimdi de "oyun bitti herkes evine" deniliyor. Bu arada ülkemiz, parçalanan Ortadoğu coğrafyasında, kendi bütünlüğü, toplumsal alaşımı, siyasal ve ekonomik istikrarı açısından, yazının başında dile getirdiğimiz zeminde, "kanlı iç savaş senaryoları"yla ele alınmaya başlandı.
Batılı ülkeler ve siyasaları, elbette uzun uzun ve haklı gerekçelerle eleştirilebilir. Ne var ki, "stratejik derinlik"teki politikalar, artık misyonunu tamamlamıştır.
Fabrika ayarlarına dönerken, siyaseti de yeni baştan ele almak, demokrasiye her zamandan daha fazla sahiplenmemiz lazım...
Ve bu restorasyonu uygularken, ABD müttefiği, NATO üyesi, Avrupa Konseyi kurucu üyesi ve AB giriş sürecinde olduğumuzu unutmadan hareket etmek gerekiyor.
Bu kırılgan coğrafyada, modernleşmedeki farkımız, Atatürk'ün kurduğu Cumhuriyet'in nitelikleri bir yana bırakılırsa, "devletsizlik" belasının, bulaşıcı olduğu, her zaman zihnimizin bir tarafında kayıt altında kalmalıdır. Tarihin hükümleri acımasızdır...  

20 Eylül 2015 Pazar

SAĞ'IN KONSOLİDASYONU VE 1 KASIM...

"Tekrar seçim"lere 40 gün kala, iktidar partisinin seçim teması da belli oldu. Siyasal iktidar "terörle mücadele" konsepti zemininde, Sağ'ın değişik renklerini temsil etme, gereksinim duyulan Merkez Sağ'ın boşluğunu bir nebze de olsa gidermek gibi bir "algı inşası"na girişti.
20 Eylül 2015'te, "tarafsız" Cumhurbaşkanı ve başbakanın katılacağı "teröre karşı" miting, İstanbul Yenikapı'da toplanıyor. Bu toplantıyı hangi kapsamda değerlendirmek gerekiyor? İster istemez, "terörü lanetleyen" miting, AKP'nin fiilen seçim kampanyasının da başlangıcı oluyor. Altını çizdiğimiz çerçevede, ekonomik ve sosyal gündemin geride kaldığı, 7 Haziran'daki "başkanlık" senaryolarının yerini, "terör"ün ön planda olduğu, "tek başına iktidar"a odaklanan siyasal stratejide düğümlendiği bir atmosferin içindeyiz.  
Haziran'dan bu yana değişen en önemli konu, gündemde PKK'nın kanlı terör eylemleri oldu. IŞİD''in Suruç katliamı sonrası, 23 Temmuz sonrası başlayan hava operasyonlarında, IŞİD Irak'ta, PKK Suriye'de vuruldu. Zira Suriye'de ABD'nin PYD rezervi vardı. Suriye'de ise IŞİD'in zayıflatılmasının PYD'ye yarayacağı endişesi bulunmaktaydı. 20 Eylül'de Suriye'deki PYD Kongresi'ne katılan HDP milletvekilleri, yaşanan süreçteki kafa karışıklıklarını da işaret etmektedir. PKK'nın uzantısı konumundaki PYD, IŞİD'e karşı ABD ile müttefik, PKK ise Türkiye'nin toprak bütünlüğüne kasteden bir bölücü terör örgütü konumundadır. PYD Kongresi'ne sadece HDP değil, hem PKK, hem de daha düne kadar arasının kötü olduğu Irak'taki Barzani yönetiminin temsilcileri de katılmıştır. PYD lideri Müslim, Barzani'nin ısrarla vurguladığı, "4 ülkedeki Kürtleri" toparlayacak, Kürdistan Ulusal Kongresi'nin toplanmasını yinelemiş ve desteklemiştir.

http://www.dha.com.tr/pydnin-kongresine-hdp-milletvekilleri-de-katildi_1029791.html#.Vf5-84or1bY.twitter

AKP açısından, 1 Kasım öncesi en önemli sorun "muhafazakar Kürtler" olmuştur. MHP'nin kurucusu Türkeş'in oğlu Tuğrul Türkeş'in, "önce tarafsız hükümete" başbakan yardımcısı olması, sonra da AKP'den Ankara milletvekili adayı gösterilmesi, mevcut kaygıyı arttırmıştır. Bu çerçevede AKP, aşiretler aracılığıyla "muhafazakar Kürt" seçmenleri blok olarak kazanmaya çalışırken, Türkeş soyadıyla, "milliyetçi-muhafazakar" oyları kendi hanesini katmayı hesaplamaktadır.
Şubat 2015'te Dolmabahçe mutabakatı'nı reddeden Erdoğan, "çözüm süreci"ni ötelerken, 11 Temmuz 2015'te sözde ateşkesi KCK aracılığıyla sona erdiren PKK, Mart 2015'te HDP barajı aşsa da aşmasa da "özyönetim" ilan edeceğini duyurmuştır.
KCK vasıtasıyla ortaya konulan "özyönetim", ülkenin anayasal sistemine karşı "paralel bir kamu yönetimi"ni silahlı sivil milislerle dayatmayı içermektedir. Bu meydan okuma Mart 2015 evet Mart 2015'te yapılmış, eylemler de Temmuz 2015'te başlatılmıştır. Ve yineliyorum. Terör örgütünün KCK yapılanması, HDP barajı aşsa da aşmasa da "özyönetim" ilan edeceğini, önceden ilan etmiştir. Kaç ay önce? Temmuz'dan 4 AY ÖNCE...
3 dönemliklerin başta Ali Babacan ve Cemil Çiçek olmak üzere, tekrar AKP listelerine konulması, DP eski genel başkanı Soylu'nun söz konusu listelerdeki konumu, Türkeş'in aday gösterilmesi, Sağ'ı yapısal anlamda olmasa da taktiksel zeminde konsolide etme çabasını sergilemektedir.    
Bu çerçevede, şimdilik gözaltılarla ürkütülen ama henüz yasaklanmayan kamuoyu yoklamalarında, hala koalisyon tablosunun çıkması, iktidar ve Erdoğan açısından bir panik havasının doğmasına neden olmuştur. Türkeş'le kaybedilen Kürt oyları, MHP üzerine yürütülen algı savaşıyla telafi edilmeye çalışılmaktadır.
Kimlikler ve kutuplaşma yüzeyinde sabitleşen 4 partili politik spektrum, AKP'den oy kaymasını engellese de, 7 Haziran'ın etkilerini ortadan kaldıracak bir politik getiriyi siyasal iktidara sunmamıştır.
Gülen'le ayrılan yollar, siyasal iktidar için asimetrik bir koalisyon ortağını kaybetmek anlamına gelmektedir. Operasyonlar, Gülen ve yandaşlarını "paralel" parantezinde hedef haline getirse de, yakın geçmiş, her iki taraf için de bir "kader birliği"ni yoğunlukla anımsatmaktadır.
"Onlar" parantezinde, tüm muhalefeti ve Gülen'i, bu arada yakın zamana kadar "çözüm süreci"ndeki muhatabını değerlendiren siyasal iktidar, 1 Kasım'ı planladıysa da, terör karşıtı söylemin işlevsizleşmesi, ezberleri bozma potansiyeline sahiptir.