Ortadoğu'daki gelişmeler, ana akım medya tarafından, "ilk defa gerçekleşen" olaylar dizisi gibi anlatıldığında, gerçekten de şaşırtıcı bir algı oluşturuyor. Mısır'da, 2007 sonrasında yaşanan "güvenlik sorunu", kimi zaman, sadece 2011'deki "Arap uyanışı", 2012'deki İhvan iktidarı ya da 2013'teki "Sisi darbesi"yle ele alınıyor. Oysa Mısır'daki yapısal sorun haline gelen ve Sina yarımadasının kontrolünün kaybedilmeye yüz tuttuğu gelişmeler adım adım yaşandı.
Bu konuyu irdelemek için, 2007 Haziran ayına dönmemiz gerekmektedir. Hamas, 2007'nin ilk yarısında, Suudi Arabistan'ın "sponsorluğunda" El Fetih'le ortak yürütülen hükümetten, ama bir adım ötesinde, 1993 Oslo süreci çerçevesinde, 1996'da oluşturulan Filistin Otoritesi'nden ayrıldı. Örgüt, Filistin devlet başkanı Mahmut Abbas'a bağlı sınır muhafızlarını, Gazze-Mısır arasında görev yaptıkları, Refah sınır kapısından kovdu. Bunun sonucunda, hem Filistin otoritesi bölündü, hem de Gazze, uluslararası hukuk tarafından tanımlanamayan, bir fiili antiteye dönüştü. Bu arada, Hamas'ın o dönem yakın durduğu İran-Suriye ekseni, Gazze'yi İsrail ve Mısır'a karşı kazanıma dönüştürmeye çalıştı.
Gazze'deki Hamas yönetiminin, tek taraflı durumuna karşı, Mısır-İsrail işbirliğiyle, "çifte abluka" başlatıldı. İsrail'in "denizden", Mısır'ın "karadan" yürüttüğü abluka, bu bölgeye, silah ve mühimmat girişini engelleme, Gazze'nin bir "silah deposu" olmasına karşı önlem olarak duyuruldu. Ne var ki, ablukanın Gazze'ye yönelik insani sonuçları, özellikle gıda ve ilaç temininde önemli sorunlar yarattı. Bu bağlamda, 2007'den sonra pek çok "insani girişim" ablukayı delme adı altında, Gazze'ye ulaşmaya çalıştı. Mayıs 2010'da, ablukadan 3 yıl sonra, bölgeyi rota olarak belirleyen Mavi Marmara da, bu girişimlerin uzantısıydı. Bununla birlikte, "sefer"in ablukadan 3 yıl sonra planlanması, Türkiye'deki siyasal iktidarın fiili desteği, konunun Türk-İsrail ilişkileri açısından, ilişkileri dondurmakla sonuçlanan bir zemine kayması, işi çok farklı bir noktaya taşıdı.
Tekrar Mısır'daki güvenlik sorununa gelirsek; arşivimi karıştırdığımda El Kaide'nin Gazze yapılanması Cund El Ensar'ın Hamas'a karşı saldırıya geçmesini içeren bir notu tespit ettim.
(Khaled Abu Toameh, “Jund Ansar Allah leader killed himself”, The Jerusalem Post, August 14, 2009.
http://www.jpost.com/servlet/Satellite?cid=1249418608949&pagename=JPost%2FJPArticle%2FShowFull )
Notun alındığı tarih, 2009 Ağustos'unu işaret ediyor. Hamas-Mısır sınırı, 2007'den beri, ablukaya karşın "güvensiz" ve "kontrol edilemez" duruma geldi. Üstelik, 2011'deki "Arap Uyanışı"ndan sonra, Mısır Gazze'ye karşı, "kara ablukası"nı kaldırınca, sadece Gazze-Mısır sınırı değil, Sina yarımadası, militan İslamcı örgütlerin "antrenman alanı"na dönüştü. İsrail, 2011 sonrası, 30 bin askerlik Güney Birliği'ni kurarken, konunun çok daha fazla kapsayıcı, Mısır-İsrail barışını zedeleyici bir aşamaya gelmesinden çekindi. Nitekim, 2012'de işbaşına gelen Mursi'nin liderliğindeki İhvan yönetimi, gerek İsrail'in Kahire Büyükelçiliği'nin basılma girişimine karşı kayıtsız kalması, gerekse Gazze-Mısır geçişlerinde, militan ve silah girişine göz yumması gibi suçlamalarla muhatap oldu. 1978'den beri "Soğuk Barış" olarak nitelendirilen İsrail-Mısır barışının tamamen tasfiye edilmesi olasılığı, 2013'deki Sisi darbesinden sonra durdurulsa da, Sina artık "kontrol edilemez" duruma gelmişti.
İhvan döneminde Hamas "yeni Mısır"a yaklaşırken, Suriye'deki kaostan sonra Suriye-İran ekseninden uzaklaştı, İhvan'ın da devrilmesiyle, arasının çok iyi olmadığı Suudi Arabistan'ın gölgesini, özellikle ekonomik yüzeyde daha çok hissetmeye başladı.
2007'den sonraki süreçte, Hamas'ı "laik" olarak nitelendiren Cund El Ensar'ın, 2011 sonrası, Arap Uyanışı zemininde, IŞİD'le hedefleri birleşti, Hamas karşıtı "Selefi cephede", yerel hücreler olarak harekete geçecek bir potansiyeli ortaya koydu. Öte yandan konu, artık elbette İsrail'e uzandı.
İsrail, daha önce Ürdün'de aktifleşen IŞİD'in Batı Şeria'ya sızmasından endişeleniyordu. Şimdi ironik biçimde, en çok savaştığı Hamas, IŞİD'in tehdidi altında. IŞİD son saldırılarıyla, Mısır'da ilk kez toprak elde etmesinin yanısıra, Sina'daki El Ariş limanını ele geçirme durumuna geldi.
(Cumhuriyet, "IŞİD Mısır'da ilk kez toprak elde etti", 3 Temmuz 2015,
http://www.cumhuriyet.com.tr/haber/dunya/312729/ISID__Misir_da_ilk_kez_toprak_elde_etti.html)
Libya'da da etkili olan IŞİD, Mısır'da Sina ve Libya'da Derne'yi, Kuzey Afrika'dan gelen militanların talimgahına dönüştürürken, Libya'dan Suriye'ye uzanan Doğu Akdeniz ve daha dar kapsamda Levant'ı adım adım devletsizleştirerek ele geçiriyor.
Türkiye-İsrail ilişkilerini donduran Mavi Marmara hadisesinden sonra, ilişkilerin normalleşmesi açısından ileri sürülen 3. ve en son koşul, Gazze'ye yönelik "deniz ablukası"nın İsrail tarafından kaldırılmasıydı. İnsani gerekçelerle anlaşılabilecek bu taleplerin altı çizilmekle birlikte, Sina'ya sızan ve Gazze'ye yönelik saldırıya geçmeye hazırlanan IŞİD'e karşı, "abluka"nın kaldırılması, Doğu Akdeniz'in reel politiğinde ne kadar geçerli? Hala bir bölümü çadırlarda yaşayan ve "tecrid" koşullarından yakınan Gazzeliler, şimdi de "IŞİD vahşeti"ni yaşama riskiyle karşı karşıya.
Türkiye'nin "3. şart"taki talebi, dondurulan ilişkilerin aktifleştirilmesi ve Türkiye, İsrail, Suudi Arabistan dahil, bölgesel bir işbirliğini zorunlu kılmaktadır. Bir sonraki senaryo, gerçekten ürküntü vermektedir...