Ortadoğu'da Körfez Savaşları'ndan sonra ortaya çıkan kaos, ülkemizi yurtdışına asker göndermek, bazen de çok uluslu güce ev sahipliği yapmak gibi seçeneklerle, değişik içeriklerdeki meclis tezkerelerini çıkartmak ya da çıkartmamak durumlarıyla karşı karşıya bıraktı. 1991'deki 1. Körfez Savaşı'ndan sonra, 4 ayda bir TBMM gündemine gelen "Çekiç Güç" uzatma tezkereleri, her seferinde bir tartışma konusu olur, muhalefetteyken eleştiren ya da çekimser kalanlar, iktidarın bir parçası olunca, tezkereye "evet" oyu kullanmak durumunda kalırlardı. Bu bir bakıma, ülkenin ulusal egemenliği ile ilgili, bir turnusol kağıdı olarak nitelendirilir, ancak her seferinde, iktidardakiler değişse de, oylar "evet" olarak çıkardı. Söz konusu tezkerelerle, 1991-2003 arası İncirlik Üssü'nde konuşlanan uluslararası askeri birlik "Çekiç Güç", Türkiye'nin 1. Körfez Savaşı ertesinde, Saddam'ın Kürt gruplara yönelik "intikam hareketi" olasılığı çerçevesinde, 500 bin civarında Kürt mültecinin endişeyle sınırlarına gelmesi ve BM Güvenlik Konseyi'ne başvurusu üzerine yapılandırılmıştı. BM gözetimindeki Çekiç Güç, 36. paralelin üstünde, Saddam ve merkezi Irak hükümetine yasaklanan "uçuşa yasak bölge"nin güvenliğini sağladı. Geçen süre zarfında, Irak'taki Kürt yapılanması, bir antiteye dönüştü, fiili bir yönetim modeli oluştu. 1992'de Kürt parlamentosu kuruldu. O dönemlerde, Irak'ın kuzeyindeki otorite boşluğundan kaynaklanan yüzeyde, PKK terör örgütünün, Türkiye'ye yönelik saldırıları üzerine, defalarca "sınır ötesi harekat" tezkereleri, TBMM tarafından onaylandı. Adı geçen harekatlar, PKK terörüne zarar verse de, yok edemedi. 1999'da Öcalan'ın Türkiye'ye ABD istihbaratının müdahalesi ile teslim edilmesi, PKK'yı pasifleştirmedi, üstelik son gelişmelerle, artık örgüt, siyasal hedeflerini ortaya koymaya başladı. Örgüt lideriyle, Türkiye'nin istihbari ve bürokratik kurumlarının sürdürdüğü müzakereler, artık medya mensuplarının da ziyaretini kolaylaştıracak, siyasal yetkililerin de katılacağı tartışmalar ve "yol haritası"yla, "çözüm süreci" adı altında yasallaşma sürecine dönüştü. PKK terör örgütü sözcüleri, artık "bağımsızlık" hedefinden vazgeçtiklerini, federal bir yapılanma bağlamında, "eşit ortak" olarak, yeni bir anayasal zeminin kurulmasını yüksek sesle dile getirmeye başladılar.
Suriye'de ise 2011'de başlayan "gecikmiş Arap Baharı", Esad iktidarıyla, belli bir süre, son derece yakın ilişkiler devam ettiren siyasal iktidarın, Mısır'daki olaylar, iktidar değişimi derken, Mısır-Suriye-Türkiye çerçevesinde bir "İhvan ekseni" kurma düşüyle, çelişen stratejilere sürüklenmesine neden oldu. Esad'ın aylar içerisinde iktidarının sona ermesini hesaplayan siyasal iktidar, Suriye yönetiminin 3.5 yıldan beri, iktidarını sürdüren, ancak ülkenin tamamına egemen olamayan, bir muhatap haline gelmesi gerçeğiyle karşı karşıya kaldı . Türkiye'ye ülkedeki kaostan dolayı sığınan mülteciler içerisinde, çeşitli örgütlere mensup militanlar ülke içine sızarken, iktidar değişen dengelerde, ağır suçlamalara maruz kaldı. Suriye-Irak haritasında, özellikle Türk konsolosluk görevlilerinin rehine alınmasıyla eş zamanlı olarak, Musul işgaliyle adını öne çıkartan IŞİD, Esad'ın Batı açısından olumsuz özelliğini geride bırakan bir duruma gelmesini sağladı. Kamyonlarla Suriye-Irak hattında şehirleri işgal eden, ağır silahlara sahip olan IŞİD'e karşı, ABD Eylül'de "uluslararası koalisyon" kurulması çağrısı yaptı.
Erdoğan'ın BM Genel Kurulu'nun açılışı vesilesiyle ABD'de yaptığı temaslardan sonra, siyasal iktidarın IŞİD'e karşı tavrında hızlı değişimler görüldü. Önceleri "öfkeli bir grup" olarak tanımlanan IŞID, yetkililerce "terörist" ilan edildi. Bu meyanda 2 Ekim 2014'de, TBMM gündemine bir tezkere geldi.
2 Ekim 2014 tezkeresi, Türkiye'ye Suriye-Irak hattında geniş yetkiler tanıdığı gibi, aynı zamanda yabancı askeri güçlerin de Türkiye'de konuşlanmasına olanak veriyor. Öte yandan iki ülke hattında, Türkiye'nin "tampon bölgeler" ya da "uçuşa yasak bölgeler" kurulmasına olanak veriyor. ABD'li yetkililerin soğuk yaklaştığı "güvenli bölgeler", "cep alanlar", gündeme geliyor. Eylül-Ekim 2014'te, Suriye Kürtleri'nin Rojava bölgesindeki, Kobani kantonuna saldırılarını yoğunlaştıran IŞİD, hem Suriye-Irak coğrafyasında bir bağlantı kurmaya, hem de Kürtler arasındaki geçişkenliğe bir sekte vurmaya çalışıyor. İşte tam da tezkerenin çıkacağı zamanda, Türkiye yine IŞİD'e yardım etmekle suçlanıyor. Bu çerçevede, IŞİD militanlarının Türkiye sınırını ellerini kollarını sallayarak geçmeleri, Kobani'deki Kürt mültecilerin Türkiye'ye "araçla geçişleri"nin yasaklanması, sınırda bekletilmeleri, mayınlı arazideki "sivil ölümleri", bir hayli tartışma konusu oldu. Erdoğan'ın IŞİD'e karşı "kara harekatını" bile gündeme getirdiği aşamada, IŞİD-PKK karşılaştırması yapması, PKK'ya yönelik bu tür bir koalisyonunun kurulmamasına yönelik sitemleri, "çözüm süreci" hakkında adımlar atılırken, pek bir inandırıcılığa sahip olamadı. Hatta burada asıl sıkıntının, IŞİD'e yönelik yeni tutumdan, siyasal iktidarın rahatsızlık duymasıyla açıklandı. Ancak Türkiye'nin uluslararası taahhütleri ağır bastı.
Suriye'ye yönelik suçlamalarda, bu ülkeye giden tırlardaki spekülasyonların önü alınamadı. Hala IŞİD'e yardım gönderildiği savları Batı medyası tarafından dile getiriliyor. Öte yandan, "2 Ekim tezkeresi", 1 Mart 2003 tezkeresinde, siyasal iktidarın 2 Ekim 2014 günkü Cumhuriyet'te belirtildiği üzere acemiliklerini sözde geri bırakan bir tavırla, "önce tezkere, sonra ABD ile anlaşma" taktiği ile gündeme getiriliyor. Böylece Türkiye'nin kendi parlamentosunda kendisine tanıdığı sınırsız haklar, olası bir uzlaşmada törpülenecek. 1 Mart 2003'deki duyarlık, bu sefer toplumsal bazda bir harekete neden olamadı. Zira "IŞİD tehlikesi"nin Türkiye'nin ve Batı'nın büyük metropollerini de hedefleyerek yayılması, Rojava'da PKK'ya yakın PYD'nin, bizzat PKK ve Barzani peşmergelerinin işbirliği, PKK'nın Irak'ta Barzani'ye silahlı desteği, IŞİD'e karşı bir Kürt dayanışmasının oluşması, "tezkere karşıtı bir toplumsal koalisyonu"nun yaygınlaşmasını engelledi. Bununla birlikte HDP tezkereye karşı bir tutum içinde. Zira AKP iktidarının Suriye sınırı içinde kuracağı "güvenli bölgeler" aracılığıyla Kürt hareketini engelleyeceği, IŞİD'e nefes aldıracağı kuşkularını ifade ediyorlar. CHP ise, bu tezkerenin IŞİD'ten çok Esad'a karşı bir savaşta kullanılacağı, Türkiye'nin sonu olmayan bir savaşa gireceği gerekçesiyle "hayır" diyeceğini açıklıyor. MHP ise mutat olduğu üzere, siyasal iktidar sıkışınca yardıma koşuyor. Belki de "çözüm süreci"ni sürdüren iktidarın, bu tezkereyle "Kürt hareketi"ni budayabileceğini düşünüyor? Siyasal iktidar ise, Ortadoğu'ya yönelik Osmanlıcı dış politika, Ilımlı İslam deneyimleri tasfiye olurken, Suriye'de alacağı olası rollerle, hem "fatih" olmaya, hem de Batı ile arasını düzeltmeye çalışıyor.
Bu arada olan da Türkiye'ye oluyor...
Suriye'de ise 2011'de başlayan "gecikmiş Arap Baharı", Esad iktidarıyla, belli bir süre, son derece yakın ilişkiler devam ettiren siyasal iktidarın, Mısır'daki olaylar, iktidar değişimi derken, Mısır-Suriye-Türkiye çerçevesinde bir "İhvan ekseni" kurma düşüyle, çelişen stratejilere sürüklenmesine neden oldu. Esad'ın aylar içerisinde iktidarının sona ermesini hesaplayan siyasal iktidar, Suriye yönetiminin 3.5 yıldan beri, iktidarını sürdüren, ancak ülkenin tamamına egemen olamayan, bir muhatap haline gelmesi gerçeğiyle karşı karşıya kaldı . Türkiye'ye ülkedeki kaostan dolayı sığınan mülteciler içerisinde, çeşitli örgütlere mensup militanlar ülke içine sızarken, iktidar değişen dengelerde, ağır suçlamalara maruz kaldı. Suriye-Irak haritasında, özellikle Türk konsolosluk görevlilerinin rehine alınmasıyla eş zamanlı olarak, Musul işgaliyle adını öne çıkartan IŞİD, Esad'ın Batı açısından olumsuz özelliğini geride bırakan bir duruma gelmesini sağladı. Kamyonlarla Suriye-Irak hattında şehirleri işgal eden, ağır silahlara sahip olan IŞİD'e karşı, ABD Eylül'de "uluslararası koalisyon" kurulması çağrısı yaptı.
Erdoğan'ın BM Genel Kurulu'nun açılışı vesilesiyle ABD'de yaptığı temaslardan sonra, siyasal iktidarın IŞİD'e karşı tavrında hızlı değişimler görüldü. Önceleri "öfkeli bir grup" olarak tanımlanan IŞID, yetkililerce "terörist" ilan edildi. Bu meyanda 2 Ekim 2014'de, TBMM gündemine bir tezkere geldi.
2 Ekim 2014 tezkeresi, Türkiye'ye Suriye-Irak hattında geniş yetkiler tanıdığı gibi, aynı zamanda yabancı askeri güçlerin de Türkiye'de konuşlanmasına olanak veriyor. Öte yandan iki ülke hattında, Türkiye'nin "tampon bölgeler" ya da "uçuşa yasak bölgeler" kurulmasına olanak veriyor. ABD'li yetkililerin soğuk yaklaştığı "güvenli bölgeler", "cep alanlar", gündeme geliyor. Eylül-Ekim 2014'te, Suriye Kürtleri'nin Rojava bölgesindeki, Kobani kantonuna saldırılarını yoğunlaştıran IŞİD, hem Suriye-Irak coğrafyasında bir bağlantı kurmaya, hem de Kürtler arasındaki geçişkenliğe bir sekte vurmaya çalışıyor. İşte tam da tezkerenin çıkacağı zamanda, Türkiye yine IŞİD'e yardım etmekle suçlanıyor. Bu çerçevede, IŞİD militanlarının Türkiye sınırını ellerini kollarını sallayarak geçmeleri, Kobani'deki Kürt mültecilerin Türkiye'ye "araçla geçişleri"nin yasaklanması, sınırda bekletilmeleri, mayınlı arazideki "sivil ölümleri", bir hayli tartışma konusu oldu. Erdoğan'ın IŞİD'e karşı "kara harekatını" bile gündeme getirdiği aşamada, IŞİD-PKK karşılaştırması yapması, PKK'ya yönelik bu tür bir koalisyonunun kurulmamasına yönelik sitemleri, "çözüm süreci" hakkında adımlar atılırken, pek bir inandırıcılığa sahip olamadı. Hatta burada asıl sıkıntının, IŞİD'e yönelik yeni tutumdan, siyasal iktidarın rahatsızlık duymasıyla açıklandı. Ancak Türkiye'nin uluslararası taahhütleri ağır bastı.
Suriye'ye yönelik suçlamalarda, bu ülkeye giden tırlardaki spekülasyonların önü alınamadı. Hala IŞİD'e yardım gönderildiği savları Batı medyası tarafından dile getiriliyor. Öte yandan, "2 Ekim tezkeresi", 1 Mart 2003 tezkeresinde, siyasal iktidarın 2 Ekim 2014 günkü Cumhuriyet'te belirtildiği üzere acemiliklerini sözde geri bırakan bir tavırla, "önce tezkere, sonra ABD ile anlaşma" taktiği ile gündeme getiriliyor. Böylece Türkiye'nin kendi parlamentosunda kendisine tanıdığı sınırsız haklar, olası bir uzlaşmada törpülenecek. 1 Mart 2003'deki duyarlık, bu sefer toplumsal bazda bir harekete neden olamadı. Zira "IŞİD tehlikesi"nin Türkiye'nin ve Batı'nın büyük metropollerini de hedefleyerek yayılması, Rojava'da PKK'ya yakın PYD'nin, bizzat PKK ve Barzani peşmergelerinin işbirliği, PKK'nın Irak'ta Barzani'ye silahlı desteği, IŞİD'e karşı bir Kürt dayanışmasının oluşması, "tezkere karşıtı bir toplumsal koalisyonu"nun yaygınlaşmasını engelledi. Bununla birlikte HDP tezkereye karşı bir tutum içinde. Zira AKP iktidarının Suriye sınırı içinde kuracağı "güvenli bölgeler" aracılığıyla Kürt hareketini engelleyeceği, IŞİD'e nefes aldıracağı kuşkularını ifade ediyorlar. CHP ise, bu tezkerenin IŞİD'ten çok Esad'a karşı bir savaşta kullanılacağı, Türkiye'nin sonu olmayan bir savaşa gireceği gerekçesiyle "hayır" diyeceğini açıklıyor. MHP ise mutat olduğu üzere, siyasal iktidar sıkışınca yardıma koşuyor. Belki de "çözüm süreci"ni sürdüren iktidarın, bu tezkereyle "Kürt hareketi"ni budayabileceğini düşünüyor? Siyasal iktidar ise, Ortadoğu'ya yönelik Osmanlıcı dış politika, Ilımlı İslam deneyimleri tasfiye olurken, Suriye'de alacağı olası rollerle, hem "fatih" olmaya, hem de Batı ile arasını düzeltmeye çalışıyor.
Bu arada olan da Türkiye'ye oluyor...