Kendi deyimleriyle "muhafazakar demokrat", dünyaya göre İslamcı ya da Ilımlı İslamcı olan siyasal iktidar, İsrail'le ilişkilerin normalleşeceği sinyallerini ne zamandan beri veriyor.
İsrail'le ilişkilerde normalleşme arayışında, aslında belli bir zamandan beri "gizli bir diplomasi" yürütülüyordu. Özellikle Mavi Marmara'dan dolayı Türkiye'nin İsrail'den talep ettiği 3 maddenin ilkinin, yani "özür" maddesinin aşılması, bir demir leblebi direnişinin çatlaması anlamına geliyordu. 2013 baharında, ABD Başkanı Obama'nın İsrail ziyaretinde, İsrail başbakanı Netenyahu'nun, uluslararası sularda İsrail komandoları tarafından öldürülen 9 Türk yurttaşı için başbakan Erdoğan'dan "özür dilemesi", gözleri ikinci ve üçüncü maddelere çevirdi.
2008 Aralık-2009 Ocak'ta İsrail tarafından Gazze'ye yönelik gerçekleştirilen "Dökme Kurşun Operasyonu"ndan sonra, Davos'taki "one minutes" krizinden itibaren başlayan Türkiye-İsrail gerilimi, arada sözkonusu gerilimi besleyen, "Anatolian Eagle" tatbikatından İsrail'in çıkartılması, "Ayrılık" dizisinde "İsrail karşıtı sahneler"le, İsrail dışişleri bakan yardımcısının Türk büyükelçisini bekletmesiyle, "alçak koltuk krizi"yle beslenmiş, Mayıs 2010'da "Mavi Marmara" baskınıyla zirveye varmıştı.
Türkiye, "Mavi Marmara"dan sonra, İsrail'le siyasi ilişkilerini düşük düzeyde tutmaya başlamış, askeri ilişki ve anlaşmalarını askıya almış, ekonomik önlem alma gereği duymamıştı. Nitekim, son 4 yılda ikili ilişkilerdeki ekonomik hacim, en üst düzeyine vararak, 4 Milyar $ gibi bir rakama ulaştı.
Türkiye, 2011 Eylül'ünde, "Mavi Marmara krizi"ni değerlendiren Palmer Komisyonu'nun raporunda, Türkiye'nin de eleştirilmesi üzerine, komisyon raporunu ağır bir biçimde tenkit ederken, İsrail'den 3 konudaki talebini, bu aşamada ifade etti. 1-Özür 2-Tazminat 3- Gazze'ye yönelik İsrail ablukasının kaldırılması.
İlk iki madde Mavi Marmara hakkında ileri sürülürken, 3. madde, Gazze'ye yönelik bir talebi ortaya koyuyordu. Nedeni son derece belliydi.
AKP iktidarı, Gazze ve Hamas üzerinden, Ortadoğu'da "bölge liderliği" savını ortaya koyuyor, Erdoğan'ın "İsrail karşıtı söylemi"yle, bir bakıma "Arap sokağı"na hitap ediyordu. Gazze'de Erdoğan posterleri, "Arap Baharı"nda AKP modelinin öne çıkması, tam da bu çerçevede bir siyasal ve bölgesel liderlik gösterisini ete kemiğe büründürüyordu.
2010-2013 arasında yaşanan soğuklukta, 2013 "özür"le bir kapının aralanması olarak yorumlandı. AKP, 2011'de "gecikmiş Arap Baharı"nın Mart'tan itibaren Suriye'ye yansımasıyla, tam da bölge liderliği çerçevesinde, Suriye'ye yönelik bir askeri müdahale ile sadece ekonomik değil askeri açıdan da bir "vurucu güç" olabileceğini ispat etmeye çalıştı. 2010'a kadar "kardeşim Esad" diye hitap ettiği Suriye lideri Esad'a karşı, çeşitli militan güçlere Türkiye tarafından çeşitli destekler verildi. Türkiye sınırının içine giren mülteci kamplarında, militan unsurların bulunduğu iddiaları, IŞİD ve El Nusra'ya zaman zaman gösterilen kolaylıklar, hala açıklığa kavuşturulamayan ve yeni istihbarat yasasıyla "devlet sırrına" dönüşen tırlar derken, Suriye'nin Rojava bölgesinde "nurtopu" gibi yeni bir Kürdistan doğdu. Üstelik Suriye'de konumlanan "yeni Kürdistan", Irak'ta Türkiye'nin de desteklediği "Barzani'nin Kürdistan Bölgesel Yönetimi" ile ters düştü. Barzani güçleri, Rojava'yı yöneten PYD'nin "kantonlardaki özerk modeli"ne karşı, derin hendekler kazarak, kendi bölgesinin "bütünlüğünü" korumaya çalıştı.
2010 Mayıs'ında Brezilya ile "Tahran Deklarasyonu"nu deklare eden, 2010'un Haziran'ında BM Güvenlik Konseyi'nde, İran'ın "uranyum zenginleştirme programı"na karşı "ek yaptırımlar"a, hayır oyu veren iktidar, İran'a göstermelik altın ihracatı yaparak, İran'dan doğal gaz başta olmak üzere ticareti ambargoları delme suçlamalarıyla karşı karşıya kaldı. Ne var ki, İran'la siyasal anlamda pek çok konuda ters düştü. Sözgelimi İran Suriye'de Esad'a karşı dış askeri müdahaleleri kendisine yapılmış kabul edileceğini duyururken, Suriye'de Devrim Muhafızları'nın seçkin birliklerini ve Lübnan'daki Hizbullah'ı, Suriye'de Esad için seferber etti. Öte yandan Irak'ta Barzani'ye destek veren Türkiye, merkezi Şii yönetimi destekleyen İran'la derin bir siyasal ayrılığa düştü. Mısır'da İhvan'a destek veren AKP, 2013'teki askeri darbeden sonra karşıt tavır alırken, karşısında Suudi Arabistan ve Körfez ülkelerini buldu.
Sadece dünyada değil, Ortadoğu'da da "değerli yalnızlık" içine giren siyasal iktidar, neden şimdi İsrail'le "kalıcı barış"a ve ilişkilerin normalleşmesine "yeşil ışık" yakıyor. Hiç kuşkusuz, müstakbel barışın sponsoru ABD ile ilişkiler burada en baş etkeni oluşturuyor.
Bir başka açıdan, Doğu Akdeniz'deki "yeni enerji dengeleri", siyasal vaziyet alışları da etkiliyor. Anımsanacağı gibi, Türkiye'yle askeri ilişkiler askıya alınınca, İsrail Yunanistan'la askeri işbirlikleri ve tatbikatlarını yoğunlaştırmıştı. Yunanistan'la gayet olumlu ilişkileri olan Türkiye için, "özel bir tehdit" algısı oluşmadı. İsrail eş zamanlı olarak Kıbrıs Rum Kesimi ile de ilişkilerini geliştirdi. İsrail açıklarında bulunan ve Azeri Socar şirketinin yatırımlarının da ortak olduğu konsorsiyumlar tarafından çıkartılan zengin doğal gaz kaynaklarının Batı piyasalarına kavuşturulması, Kıbrıs'ın güneyinde de yer alan "münhasır ekonomik alanlar"da Türkiye'nin mevcut hakları, Batı ekseninde, şöyle bir tablo oluşturdu: -İsrail doğal gazı, Türkiye üzerinden Batı'ya ulaştırılacak, Kıbrıs'ta olası bir kalıcı barış, Türkiye-Yunanistan-Federal Kıbrıs ve İsrail arasındaki sıkı ekonomik ve askeri işbirliği, Suriye-İran ve Rusya'nın Doğu Akdeniz'deki çıkarlarını geriletecek.- Zira İran hem Suriye, hem Lübnan'daki Hizbullah aracılığıyla Doğu Akdeniz'e uzanmakta, yeni çıkışlar aramaktadır. Hamas-El Fetih barışı, Gazze'deki "tek yanlı yönetimi", yeniden Filistin Otoritesi'ne kazandırır mı? Türkiye'nin İsrail'den 3. maddede belirtilen "Gazze ablukası"nın kaldırılması talebi, sadece Türk yardımlarının bölgeye ulaştırılmasıyla, İhvan sonrası Mısır'ında bakışıyla dönüştürülebilir mi, yoksa dönüştürüldü mü?
Vurgulanan veriler ışığında, Türkiye-İsrail barışı, bölgesel liderlikten, Batı ekseninde bir bölgesel işbirliğine doğru ilerlemekte, Atina'dan, Lefkoşa'ya, Mersin'den Hayfa'ya bir Doğu Akdeniz siyaseti, geleceği biçimlendirmektedir.
İsrail'le ilişkilerde normalleşme arayışında, aslında belli bir zamandan beri "gizli bir diplomasi" yürütülüyordu. Özellikle Mavi Marmara'dan dolayı Türkiye'nin İsrail'den talep ettiği 3 maddenin ilkinin, yani "özür" maddesinin aşılması, bir demir leblebi direnişinin çatlaması anlamına geliyordu. 2013 baharında, ABD Başkanı Obama'nın İsrail ziyaretinde, İsrail başbakanı Netenyahu'nun, uluslararası sularda İsrail komandoları tarafından öldürülen 9 Türk yurttaşı için başbakan Erdoğan'dan "özür dilemesi", gözleri ikinci ve üçüncü maddelere çevirdi.
2008 Aralık-2009 Ocak'ta İsrail tarafından Gazze'ye yönelik gerçekleştirilen "Dökme Kurşun Operasyonu"ndan sonra, Davos'taki "one minutes" krizinden itibaren başlayan Türkiye-İsrail gerilimi, arada sözkonusu gerilimi besleyen, "Anatolian Eagle" tatbikatından İsrail'in çıkartılması, "Ayrılık" dizisinde "İsrail karşıtı sahneler"le, İsrail dışişleri bakan yardımcısının Türk büyükelçisini bekletmesiyle, "alçak koltuk krizi"yle beslenmiş, Mayıs 2010'da "Mavi Marmara" baskınıyla zirveye varmıştı.
Türkiye, "Mavi Marmara"dan sonra, İsrail'le siyasi ilişkilerini düşük düzeyde tutmaya başlamış, askeri ilişki ve anlaşmalarını askıya almış, ekonomik önlem alma gereği duymamıştı. Nitekim, son 4 yılda ikili ilişkilerdeki ekonomik hacim, en üst düzeyine vararak, 4 Milyar $ gibi bir rakama ulaştı.
Türkiye, 2011 Eylül'ünde, "Mavi Marmara krizi"ni değerlendiren Palmer Komisyonu'nun raporunda, Türkiye'nin de eleştirilmesi üzerine, komisyon raporunu ağır bir biçimde tenkit ederken, İsrail'den 3 konudaki talebini, bu aşamada ifade etti. 1-Özür 2-Tazminat 3- Gazze'ye yönelik İsrail ablukasının kaldırılması.
İlk iki madde Mavi Marmara hakkında ileri sürülürken, 3. madde, Gazze'ye yönelik bir talebi ortaya koyuyordu. Nedeni son derece belliydi.
AKP iktidarı, Gazze ve Hamas üzerinden, Ortadoğu'da "bölge liderliği" savını ortaya koyuyor, Erdoğan'ın "İsrail karşıtı söylemi"yle, bir bakıma "Arap sokağı"na hitap ediyordu. Gazze'de Erdoğan posterleri, "Arap Baharı"nda AKP modelinin öne çıkması, tam da bu çerçevede bir siyasal ve bölgesel liderlik gösterisini ete kemiğe büründürüyordu.
2010-2013 arasında yaşanan soğuklukta, 2013 "özür"le bir kapının aralanması olarak yorumlandı. AKP, 2011'de "gecikmiş Arap Baharı"nın Mart'tan itibaren Suriye'ye yansımasıyla, tam da bölge liderliği çerçevesinde, Suriye'ye yönelik bir askeri müdahale ile sadece ekonomik değil askeri açıdan da bir "vurucu güç" olabileceğini ispat etmeye çalıştı. 2010'a kadar "kardeşim Esad" diye hitap ettiği Suriye lideri Esad'a karşı, çeşitli militan güçlere Türkiye tarafından çeşitli destekler verildi. Türkiye sınırının içine giren mülteci kamplarında, militan unsurların bulunduğu iddiaları, IŞİD ve El Nusra'ya zaman zaman gösterilen kolaylıklar, hala açıklığa kavuşturulamayan ve yeni istihbarat yasasıyla "devlet sırrına" dönüşen tırlar derken, Suriye'nin Rojava bölgesinde "nurtopu" gibi yeni bir Kürdistan doğdu. Üstelik Suriye'de konumlanan "yeni Kürdistan", Irak'ta Türkiye'nin de desteklediği "Barzani'nin Kürdistan Bölgesel Yönetimi" ile ters düştü. Barzani güçleri, Rojava'yı yöneten PYD'nin "kantonlardaki özerk modeli"ne karşı, derin hendekler kazarak, kendi bölgesinin "bütünlüğünü" korumaya çalıştı.
2010 Mayıs'ında Brezilya ile "Tahran Deklarasyonu"nu deklare eden, 2010'un Haziran'ında BM Güvenlik Konseyi'nde, İran'ın "uranyum zenginleştirme programı"na karşı "ek yaptırımlar"a, hayır oyu veren iktidar, İran'a göstermelik altın ihracatı yaparak, İran'dan doğal gaz başta olmak üzere ticareti ambargoları delme suçlamalarıyla karşı karşıya kaldı. Ne var ki, İran'la siyasal anlamda pek çok konuda ters düştü. Sözgelimi İran Suriye'de Esad'a karşı dış askeri müdahaleleri kendisine yapılmış kabul edileceğini duyururken, Suriye'de Devrim Muhafızları'nın seçkin birliklerini ve Lübnan'daki Hizbullah'ı, Suriye'de Esad için seferber etti. Öte yandan Irak'ta Barzani'ye destek veren Türkiye, merkezi Şii yönetimi destekleyen İran'la derin bir siyasal ayrılığa düştü. Mısır'da İhvan'a destek veren AKP, 2013'teki askeri darbeden sonra karşıt tavır alırken, karşısında Suudi Arabistan ve Körfez ülkelerini buldu.
Sadece dünyada değil, Ortadoğu'da da "değerli yalnızlık" içine giren siyasal iktidar, neden şimdi İsrail'le "kalıcı barış"a ve ilişkilerin normalleşmesine "yeşil ışık" yakıyor. Hiç kuşkusuz, müstakbel barışın sponsoru ABD ile ilişkiler burada en baş etkeni oluşturuyor.
Bir başka açıdan, Doğu Akdeniz'deki "yeni enerji dengeleri", siyasal vaziyet alışları da etkiliyor. Anımsanacağı gibi, Türkiye'yle askeri ilişkiler askıya alınınca, İsrail Yunanistan'la askeri işbirlikleri ve tatbikatlarını yoğunlaştırmıştı. Yunanistan'la gayet olumlu ilişkileri olan Türkiye için, "özel bir tehdit" algısı oluşmadı. İsrail eş zamanlı olarak Kıbrıs Rum Kesimi ile de ilişkilerini geliştirdi. İsrail açıklarında bulunan ve Azeri Socar şirketinin yatırımlarının da ortak olduğu konsorsiyumlar tarafından çıkartılan zengin doğal gaz kaynaklarının Batı piyasalarına kavuşturulması, Kıbrıs'ın güneyinde de yer alan "münhasır ekonomik alanlar"da Türkiye'nin mevcut hakları, Batı ekseninde, şöyle bir tablo oluşturdu: -İsrail doğal gazı, Türkiye üzerinden Batı'ya ulaştırılacak, Kıbrıs'ta olası bir kalıcı barış, Türkiye-Yunanistan-Federal Kıbrıs ve İsrail arasındaki sıkı ekonomik ve askeri işbirliği, Suriye-İran ve Rusya'nın Doğu Akdeniz'deki çıkarlarını geriletecek.- Zira İran hem Suriye, hem Lübnan'daki Hizbullah aracılığıyla Doğu Akdeniz'e uzanmakta, yeni çıkışlar aramaktadır. Hamas-El Fetih barışı, Gazze'deki "tek yanlı yönetimi", yeniden Filistin Otoritesi'ne kazandırır mı? Türkiye'nin İsrail'den 3. maddede belirtilen "Gazze ablukası"nın kaldırılması talebi, sadece Türk yardımlarının bölgeye ulaştırılmasıyla, İhvan sonrası Mısır'ında bakışıyla dönüştürülebilir mi, yoksa dönüştürüldü mü?
Vurgulanan veriler ışığında, Türkiye-İsrail barışı, bölgesel liderlikten, Batı ekseninde bir bölgesel işbirliğine doğru ilerlemekte, Atina'dan, Lefkoşa'ya, Mersin'den Hayfa'ya bir Doğu Akdeniz siyaseti, geleceği biçimlendirmektedir.