Dışişleri bakanı Prof.Davutoğlu'nun 17 Eylül 2012'de Hürriyet'e verdiği mülakatta manşete taşınan tümce "Ulusçulukla hesaplaşmanın zamanı geldi" biçimindeydi. Bazen yapılan yorumlarda, siyasette aktif olan kişilere çok fazla haksızlık yapılabiliyor. Ancak sayın bakan, "bakanlığını" yaptığı devletin temel öznesini yadsıyor, yerine ise kitabındaki "tarihdaşlık" kavramını ekliyor. Aslında kendi içinde çelişkili bir ifade biçimine rastlıyoruz. Zira bu mülakatta olmasa da "tarihdaşlık", "dindaşlık" gibi değerlendirmelerin yanısıra sayın bakan "soydaşlık" başlığını da Stratejik Derinlik'te ortaya koyuyor. Genel olarak ele aldığınızda, Orta Asya'dan Balkanlar'a oradan da Ortadoğu'ya uzanan geniş bir coğrafi alanda, kültürel, ekonomik ilişkilerle siyasal-toplumsal-iktisadi bir "etki alanı" tasarlanmış görünüyor.
Akademisyen bakanın, bilimsel analizleri aşan "hayalleri"ni bir başka yazıda uzun uzun ele alabiliriz. Ne var ki, kendi kitabında bu kadar "geniş bir coğrafya" çizmesine karşın, Ortadoğu Prof.Davutoğlu için öncelikli... Osmanlı tarihi ve İslam birlikteliği üzerinden, "tarihdaş" ve "dindaş" bir yüzeyde biçimlendirmeye çalıştığı Yeni Osmanlı, 19. yüzyılın son çeyreğinde tasfiye edilen Osmanlıcılık akımını çağrıştırıyor. Osmanlıcılık Tanzimat'ta gelişen bir akımdı. Tanzimatçılar, yukarıdan aşağıya gelişen Osmanlı modernleşmesini, Osmanlı öznesine dayandırarak, hangi din ve milletten olursa olsun, herkesi Osmanlı tebası sayıyordu. 19. yüzyılın son çeyreğinde Osmanlıcılık bizzat II.Abdülhamit tarafından geriye bırakılarak, İttihad-ı İslam akımı ortaya çıkarıldı. Nedeni ise Osmanlı'nın Hristiyan unsurlarının imparatorluktan ayrılması ve Türk-Arap birlikteliğinin vurgulanması idi. Bu politikanın başarısızlığı 1.Dünya Savaşı'nda Mekke Şerifi Hüseyin'in Osmanlı'ya "ihanetinde" olduğu gibi acı bir şekilde görüldü. 20. yüzyılın başında, II. Meşrutiyet'ten sonra ön plana gelen Türkçülük akımı ise Enver Paşa'nın onbinlerin yaşamına mal olan maceralarında yine acı bir sonla tarihte yerini aldı.
Atatürk milliyetçiliği tüm bunlardan ders alarak, "Türkiye Cumhuriyeti'ni kuran Türkiye halkına Türk milleti denir" özdeyişinde de görüldüğü üzere, imparatorluk bakiyesi olan değişik etnik, mezhepsel kimlikleri yurttaşlık çerçevesinde, Türk öznesinde ele aldı. Ancak bu hedef, Atatürk'ün tasarlamadığı bir bağlamda, Osmanlı'daki Müslüman kavramının devamı oldu. Öncelikle Lozan azınlıkları (Ermeni, Rum ve Yahudiler), resmen olmasa da fiilen kamusal görevlerden dışlandılar, Varlık Vergisi ve 6-7 Eylül gibi hadiselerle, ekonomideki konumlarını kaybettiler.
Kürtler Osmanlı'dan beri devam eden isyanlarını sürdürdüler. Aleviler Cumhuriyet'le nefes alsalar da, Osmanlı alışkanlıkları bürokraside kaybolmadı.
Davutoğlu Osmanlı'nın son dönemi dahil, yeni bir "Asr-ı Saadet" yaratma peşinde. Yeniden yazılan "resmi tarihte", Osmanlıcı-İslamcı bir ton egemen. Arap ülkeleriyle gösterilen dayanışma, Balkan Savaşı sonrası, Osmanlı'nın son 6 yılını anımsatıyor. 1912-1918 arasındaki Osmanlı Anadolu ve Arap yarımadasını kapsayan, dağılmakta olan bir imparatorluğu resmediyordu.
Bugünse Türk Dış Politikası'nda, Sünni Arap rejimleriyle bir dayanışma ortaya çıkıyor. Ulusçuluk yerine, Sünni enternasyonalizmi ABD'nin İran karşıtı politikalarında göze çarpıyor. Alevi yurttaşlar bu fotoğrafta "sakıncalı" sayılıyor. Müslüman Kardeşler örgütünün Türkiye'de yaşayan lideri Riyad el Şukfa, 18 Eylül 2012'de Cumhuriyet'e verdiği mülakatta "Şii hilalini kıracağız" derken, "Amerikan-İslam sentezi"ni bir kez daha gözler önüne seriyor. Şukfa ilginç bir biçimde, Suriye'de Esad sonrası seçimleri liberaller kazanırsa, itiraz etmeyeceklerini söylüyor. İslamcı lider ilginç bir biçimde liberalleri İslamcıların rakibi olarak değerlendiriyor. Türkiye'de ise liberaller İslamcılık'la biten evliliği kurtarma çabası içinde.
Sünni dayanışmasıyla ortaya konulan "yeni Türk dış politikası", laik temellerden uzaklaşmış, serüven ve hayaller peşinde. Ulusçuluk'un bitmesine sevilen "liberaller", Sünni İslamcı paradigmanın organik değil ama üvey evlatları olma durumunda. Gerçekten de ibret verici günler yaşıyoruz...
Akademisyen bakanın, bilimsel analizleri aşan "hayalleri"ni bir başka yazıda uzun uzun ele alabiliriz. Ne var ki, kendi kitabında bu kadar "geniş bir coğrafya" çizmesine karşın, Ortadoğu Prof.Davutoğlu için öncelikli... Osmanlı tarihi ve İslam birlikteliği üzerinden, "tarihdaş" ve "dindaş" bir yüzeyde biçimlendirmeye çalıştığı Yeni Osmanlı, 19. yüzyılın son çeyreğinde tasfiye edilen Osmanlıcılık akımını çağrıştırıyor. Osmanlıcılık Tanzimat'ta gelişen bir akımdı. Tanzimatçılar, yukarıdan aşağıya gelişen Osmanlı modernleşmesini, Osmanlı öznesine dayandırarak, hangi din ve milletten olursa olsun, herkesi Osmanlı tebası sayıyordu. 19. yüzyılın son çeyreğinde Osmanlıcılık bizzat II.Abdülhamit tarafından geriye bırakılarak, İttihad-ı İslam akımı ortaya çıkarıldı. Nedeni ise Osmanlı'nın Hristiyan unsurlarının imparatorluktan ayrılması ve Türk-Arap birlikteliğinin vurgulanması idi. Bu politikanın başarısızlığı 1.Dünya Savaşı'nda Mekke Şerifi Hüseyin'in Osmanlı'ya "ihanetinde" olduğu gibi acı bir şekilde görüldü. 20. yüzyılın başında, II. Meşrutiyet'ten sonra ön plana gelen Türkçülük akımı ise Enver Paşa'nın onbinlerin yaşamına mal olan maceralarında yine acı bir sonla tarihte yerini aldı.
Atatürk milliyetçiliği tüm bunlardan ders alarak, "Türkiye Cumhuriyeti'ni kuran Türkiye halkına Türk milleti denir" özdeyişinde de görüldüğü üzere, imparatorluk bakiyesi olan değişik etnik, mezhepsel kimlikleri yurttaşlık çerçevesinde, Türk öznesinde ele aldı. Ancak bu hedef, Atatürk'ün tasarlamadığı bir bağlamda, Osmanlı'daki Müslüman kavramının devamı oldu. Öncelikle Lozan azınlıkları (Ermeni, Rum ve Yahudiler), resmen olmasa da fiilen kamusal görevlerden dışlandılar, Varlık Vergisi ve 6-7 Eylül gibi hadiselerle, ekonomideki konumlarını kaybettiler.
Kürtler Osmanlı'dan beri devam eden isyanlarını sürdürdüler. Aleviler Cumhuriyet'le nefes alsalar da, Osmanlı alışkanlıkları bürokraside kaybolmadı.
Davutoğlu Osmanlı'nın son dönemi dahil, yeni bir "Asr-ı Saadet" yaratma peşinde. Yeniden yazılan "resmi tarihte", Osmanlıcı-İslamcı bir ton egemen. Arap ülkeleriyle gösterilen dayanışma, Balkan Savaşı sonrası, Osmanlı'nın son 6 yılını anımsatıyor. 1912-1918 arasındaki Osmanlı Anadolu ve Arap yarımadasını kapsayan, dağılmakta olan bir imparatorluğu resmediyordu.
Bugünse Türk Dış Politikası'nda, Sünni Arap rejimleriyle bir dayanışma ortaya çıkıyor. Ulusçuluk yerine, Sünni enternasyonalizmi ABD'nin İran karşıtı politikalarında göze çarpıyor. Alevi yurttaşlar bu fotoğrafta "sakıncalı" sayılıyor. Müslüman Kardeşler örgütünün Türkiye'de yaşayan lideri Riyad el Şukfa, 18 Eylül 2012'de Cumhuriyet'e verdiği mülakatta "Şii hilalini kıracağız" derken, "Amerikan-İslam sentezi"ni bir kez daha gözler önüne seriyor. Şukfa ilginç bir biçimde, Suriye'de Esad sonrası seçimleri liberaller kazanırsa, itiraz etmeyeceklerini söylüyor. İslamcı lider ilginç bir biçimde liberalleri İslamcıların rakibi olarak değerlendiriyor. Türkiye'de ise liberaller İslamcılık'la biten evliliği kurtarma çabası içinde.
Sünni dayanışmasıyla ortaya konulan "yeni Türk dış politikası", laik temellerden uzaklaşmış, serüven ve hayaller peşinde. Ulusçuluk'un bitmesine sevilen "liberaller", Sünni İslamcı paradigmanın organik değil ama üvey evlatları olma durumunda. Gerçekten de ibret verici günler yaşıyoruz...