Bu tür bir başlık çok beylik gelebilir. Aslında "tek başına iktidarda" üçüncü dönemini yaşayan bir siyasal yapı için, söz konusu değerlendirme, tarafgir ve tek yanlı olarak ta ele alınabilir.
Ancak siyasetteki tıkanma, "seçeneksizlik" görüntüsüyle, daha da artmaktadır. Özal'ın "iktidar yıllarında" sıklıkla telaffuz ettiği sözcük "alternatifsiziz" vurgusuyla ortaya konuluyordu. Aslında Özal'ın gerçekleştiremediğini Erdoğan ve AKP iktidarı gerçekleştirme yoluna girdi.
Düşünün, "siyasette kıyamet senaryosu" manşetleri bile, "Erdoğan 2012'de mi yoksa 2014'te mi cumhurbaşkanı olacak?" sorusunda düğümleniyor. Nedeni çok belli. Karizmatik liderliğin verdiği rehavet, 2010 referandumunun ardından yüksek yargı ve yargının geneli üzerindeki vesayet, medyanın tahakküm altına alınması, "darbelerden rövanş alma görüntüsü", olası seçim dizileri üzerinde, siyasal iktidara avantajlar sağlıyor.
Burada unutulmaması gereken nokta, diyalektik bir süreçte, her bir tezin kendi karşıtını yani antitezini doğurduğu realitesidir. "Cemaat-AKP gerilimi" denen çekişmenin, bir siyasal iktidar rekabetinden çok, asimetrik bir koalisyonda "kimin büyük ortak olacağı" sorusunda ete kemiğe bürünmektedir. Öte yandan Anayasa Mahkemesi'nin Haziran 2012'de alacağı olası bir kararla, cumhurbaşkanlığı seçim sandığını 2012 Ağustos'a çekeceği olasılığı, Erdoğan-Gül yarışı gibi, çaresizlik kokan yeni çelişki arayışlarını gündeme getirmektedir.
Erdoğan'ın Gülen cemaati ya da Gül'le siyaseten arasının bozuk olduğu ve AKP'nin temel siyasal denkleminin bozulacağı, iktidar partisinin bölüneceği umutları, "yıkılmayan hegemonyanın içinden gedik açma" dileklerini göstermektedir.
Doğal olarak bu tür yaklaşımlar "siyasal aksiyon" göstermeden, "bekleyip görme" taktiklerini ifade etmektedir. Oysa "siyasal iktidarın dokunulmazlığı", devlet içindeki yapılanması, "kendi toplumunu oluşturma hedefleri", demokratik bir değişimin direnişiyle aşılabilir. Bu yüzden siyaset gündeminin dış politkaya endekslendiği, Ortadoğu'da Osmanlı-Selçuklu hayallerinin taşeronluğa dönüştüğü bir çerçevede, ekonomide finansal ekonominin illüzyonu ve yüksek cari açığın geleceği ipotek aldığı bir yüzeyde, "şimdi siyaset zamanıdır"...
Ancak reaksiyoner olmadan, güçlü bir siyasal örgütlülük ve toplumsal dinamiklerle harekete geçildiği ve klasik siyaset esnaflığının terkedildiği bir yüzeyde bu ancak mümkün olabilir.
Siyasal iktidarın kendisini "seçeneksiz" görmesi, otoriter eğilimleri cesaretlendirecek ve siyasal tıkanmayı kronik bir krize dönüştürecektir. Bu hatta başlamıştır da...
Liberal görünümlü yazar-çizer takımının en azından bir kısmının "günah çıkarma"ya başladığı bir ortamda, artık yeni yüzlere itibar edilmelidir. Gereksiz bir "liberal hayranlığı"nın yaşamda karşılığı yoktur. Zira söz konusu arkadaşlar da liberal falan değildir.
Başkalaşmadan bir değişimin, -hele ki Ortadoğu'da maceracı eğilimlerin arttığı" bir zamanda önemi büyüktür. Demokratik değişimde -sosyal demokrasinin kalesi CHP'ye- asli görevler düşmektedir. Yoksa yaşanan dönemde karanlığın taassubu kronik hale gelebilir...
Ancak siyasetteki tıkanma, "seçeneksizlik" görüntüsüyle, daha da artmaktadır. Özal'ın "iktidar yıllarında" sıklıkla telaffuz ettiği sözcük "alternatifsiziz" vurgusuyla ortaya konuluyordu. Aslında Özal'ın gerçekleştiremediğini Erdoğan ve AKP iktidarı gerçekleştirme yoluna girdi.
Düşünün, "siyasette kıyamet senaryosu" manşetleri bile, "Erdoğan 2012'de mi yoksa 2014'te mi cumhurbaşkanı olacak?" sorusunda düğümleniyor. Nedeni çok belli. Karizmatik liderliğin verdiği rehavet, 2010 referandumunun ardından yüksek yargı ve yargının geneli üzerindeki vesayet, medyanın tahakküm altına alınması, "darbelerden rövanş alma görüntüsü", olası seçim dizileri üzerinde, siyasal iktidara avantajlar sağlıyor.
Burada unutulmaması gereken nokta, diyalektik bir süreçte, her bir tezin kendi karşıtını yani antitezini doğurduğu realitesidir. "Cemaat-AKP gerilimi" denen çekişmenin, bir siyasal iktidar rekabetinden çok, asimetrik bir koalisyonda "kimin büyük ortak olacağı" sorusunda ete kemiğe bürünmektedir. Öte yandan Anayasa Mahkemesi'nin Haziran 2012'de alacağı olası bir kararla, cumhurbaşkanlığı seçim sandığını 2012 Ağustos'a çekeceği olasılığı, Erdoğan-Gül yarışı gibi, çaresizlik kokan yeni çelişki arayışlarını gündeme getirmektedir.
Erdoğan'ın Gülen cemaati ya da Gül'le siyaseten arasının bozuk olduğu ve AKP'nin temel siyasal denkleminin bozulacağı, iktidar partisinin bölüneceği umutları, "yıkılmayan hegemonyanın içinden gedik açma" dileklerini göstermektedir.
Doğal olarak bu tür yaklaşımlar "siyasal aksiyon" göstermeden, "bekleyip görme" taktiklerini ifade etmektedir. Oysa "siyasal iktidarın dokunulmazlığı", devlet içindeki yapılanması, "kendi toplumunu oluşturma hedefleri", demokratik bir değişimin direnişiyle aşılabilir. Bu yüzden siyaset gündeminin dış politkaya endekslendiği, Ortadoğu'da Osmanlı-Selçuklu hayallerinin taşeronluğa dönüştüğü bir çerçevede, ekonomide finansal ekonominin illüzyonu ve yüksek cari açığın geleceği ipotek aldığı bir yüzeyde, "şimdi siyaset zamanıdır"...
Ancak reaksiyoner olmadan, güçlü bir siyasal örgütlülük ve toplumsal dinamiklerle harekete geçildiği ve klasik siyaset esnaflığının terkedildiği bir yüzeyde bu ancak mümkün olabilir.
Siyasal iktidarın kendisini "seçeneksiz" görmesi, otoriter eğilimleri cesaretlendirecek ve siyasal tıkanmayı kronik bir krize dönüştürecektir. Bu hatta başlamıştır da...
Liberal görünümlü yazar-çizer takımının en azından bir kısmının "günah çıkarma"ya başladığı bir ortamda, artık yeni yüzlere itibar edilmelidir. Gereksiz bir "liberal hayranlığı"nın yaşamda karşılığı yoktur. Zira söz konusu arkadaşlar da liberal falan değildir.
Başkalaşmadan bir değişimin, -hele ki Ortadoğu'da maceracı eğilimlerin arttığı" bir zamanda önemi büyüktür. Demokratik değişimde -sosyal demokrasinin kalesi CHP'ye- asli görevler düşmektedir. Yoksa yaşanan dönemde karanlığın taassubu kronik hale gelebilir...