21 Aralık 2023 Perşembe
10 Aralık 2023 Pazar
7 Aralık 2023 Perşembe
29 Kasım 2023 Çarşamba
27 Kasım 2023 Pazartesi
12 Kasım 2023 Pazar
5 Kasım 2023 Pazar
CHP’DE “ARAYIŞ” VE “DEĞİŞİM”İN TARİHİ
Cumhuriyet’le yaşıt olmanın ötesinde,
29 Ekim 1923’te TBMM’deki siyasal irade olarak, Cumhuriyet’i kuran CHP’nin 100
yıllık tarihi, 1992’deki “moto”su ile, “değişimin gücü” olarak ifade edildi. Bu
değişim, CHP’nin kapatıldığı 12 Eylül döneminde (1981), partinin lideri
Ecevit’in çıkardığı Arayış dergisindeki isim gibi, aynı zamanda, “arayış”ın da
tarihi oldu.
Kuvay-ı Milliye’den, Müdafaa-i Hukuk
aşamasına geçildiği Sivas Kongresi (4-11 Eylül 1919), Ulusal Kurtuluş
Savaşı’nın, CHP’nin ve Cumhuriyet’in kurucusu büyük önder Atatürk’ün sözüyle,
partinin ilk kurultayı kabul edildi.
Bu bağlamda CHP tarihi, Ulusal
Kurtuluş, TBMM ve Cumhuriyet’le iç içe oldu. Sadece Cumhuriyet’i kuran değil,
Müdafaa-i Hukuk bağlamında, TBMM’yi de kuran siyasal irade bizzat Atatürk’ün
liderliğinde bütünleşti. Müdafaa-i Hukuk grubu, 1. Grup olarak, Atatürk’ün
siyasal kişiliğinde, öncelikle Ulusal Kurtuluş Savaşı’nın yürütülmesinde,
siyasal öncü oldu. Büyük Taarruz, İzmir’in kurtuluşu, Mudanya mütarekesi,
Saltanatın kaldırılması ve Lozan görüşmelerinin başlamasının ardından, Aralık
1922’de “temeli halkçılığa dayanan” bir parti kuracağını açıklayan Atatürk, 9
ay süren yurt gezileri ve Lozan Barış Antlaşması’nın ardından, 9 Eylül 1923’te
Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’nin temelinde Halk Fırkası’nı kurdu. 13 Ekim 1923’te
Ankara başkent ilan edildi, Atatürk’ün önderliğinde, TBMM’de Halk Fırkası’nın
siyasal öncülüğünde Cumhuriyet kuruldu.
Halk Fırkası’ndan, Cumhuriyet Halk
Fırkası ve Cumhuriyet Halk Partisi’ne giden süreçte, devrimlerin
yerleştirilmesi, iki başarısız çok partili yaşam denemesi, Montrö Boğazlar
Sözleşmesi, Hatay’ın anavatan topraklarına katılması gibi önemli tarihsel
gelişmeler yaşandı.
Partinin Atatürk sonrası siyasal
yaşamında, İsmet Paşa’nın, milli şeflikten, çok partili yaşama ve muhalefete
geçilmesi, tarihte eşine az benzer bir değişimi ortaya koydu. Bu çerçevede,
Türkiye’nin Batı sisteminde yer alması ve 1930’lu yıllardaki devletçilik
uygulamalarında palazlanan ticaret burjuvazisi ve köylülüğün talepleri ve bu
taleplerin konsolide edildiği DP ön planda yer aldı. Frey’in deyimiyle, CHP,
Cumhuriyeti kuran sivil ve askeri bürokrasiyi, DP ise, Batı sistemiyle ekonomik
anlamda eklemlenmek isteyen ticaret burjuvazisi ve köylülük olarak temsil etti.
(1. ve 2 elit)
CHP, 27 yıllık tek parti iktidarından
sonra, muhalefet yıllarında, bir dönem kendisi otoriter iktidar, DP hırçın
muhalefet iken, bu sefer kendisi hırçın muhalefet, DP otoriter iktidar oldu.
Çok partili yaşama geçerken, 1924 anayasasının değiştirilmemesi, ayrı bir
siyasi partiler yasasının çıkartılmaması, seçim sisteminin çoğunluk sistemi
olarak devam etmesi, CHP’nin tercihiydi. DP de, bunları değiştirmek bir yana
kendi lehine kullanmayı tercih etti.
CHP, muhalefette, 1959 kurultayında,
“ilk hedefler beyannamesi” ile, tek parti iktidarında gündemine gelmeyen, özgürlükleri
ifade eden, tarihsel bir zemin ortaya koydu. Anayasal yargının kurumsallaşması,
nispi seçim sistemi, çift meclis, kuvvetler ayrılığı, üniversite özerkliği,
radyo özerkliği, sendikal haklar, daha sonra 1961 anayasasının da esaslarını
oluşturdu.
Albay Alparslan Türkeş’in radyoda
okuduğu bildiriyle, Türk kamuoyuna duyurulan 27 Mayıs 1960 askeri müdahalesinin
siyasal anlamda ihalesi CHP’ye kaldı. İnönü, 27 Mayıs için, “ne içinde, ne de
dışındayız” derken, belki de parti örgütünün bu konudaki duyarlığını görmezden
gelmemeye gayret gösteriyordu.
CHP’deki siyasal dönüşüm, 1957’de
milletvekili, 1960’da Kurucu Meclis üyesi ve 1961’de Çalışma ve Sosyal Güvenlik
Bakanı olan Bülent Ecevit’in önderliğinde yaşama geçti. Ecevit, bakanlığı
döneminde, işçilere toplu sözleşme ve grev hakkını tanıyan yasal değişikliğin
mimarı oldu. Bu dönem, 1961 anayasasının, planlı kalkınma ve sanayileşme yüzeyi
çerçevesinde, sosyal sınıfların ve siyasal etkileşiminin alt yapısı oldu.
Sosyalist Sol’da, sendikacıların kurduğu TİP, Sağ’da ise kapatılan DP’nin
devamı AP konumlandı. İsmet Paşa’nın “Ortanın Solu’ndayız” sözü, pragmatik bir
konumlanmayı işaret etse de, bu söylemi sahiplenen Ecevit ve kadrosu, partideki
değişimi başlattı. Ahmet Yücekök’ün
ifadesi ile, küçük ve orta ölçekli burjuvazi, Milli Görüş, MNP-MSP’de Erbakan
ile temsil edildi. Erbakan, bu kesimin örgütü TOBB’un başındaydı. MHP ise,
CKMP’nin 1969 Adana kongresinde, Türkeş ve arkadaşlarınca MHP’ye dönüşürken,
Orta Anadolu’da esnaf kökenli ve reaksiyoner bir anti-komünizmin çerçevesini tamamladı.
Böylece, 1965-71 döneminde, AP iktidarında, ortalama yüzde 5 enflasyon, yüzde 7
kalkınma zemininde güçlenen büyük burjuvazi bağlamında, AP’de temsil edilen,
“büyük Sağ konfederasyon” parçalandı.
Ecevit, sivil ve askeri bürokrasiden,
kent periferisi ve işçi kitlesine bir dönüşümün “arayış”ını ortaya koydu. 1966’da
genel sekreterlik, ortanın solu hareketinin desteğiyle gerçekleşti. 1971’de 12
Mart’a konjonktürel destek olan İsmet Paşa ile yolları ayrıldı. 6 Mayıs 1972
kurultayında, İsmet Paşa, PM’de liste savaşını kaybedince, genel başkanlıktan
istifa etti, 14 Mayıs 1972’de, genel başkanlık özel kurultayında Ecevit, tek
aday olarak girdiği kurultayda, Atatürk ve İsmet Paşa’dan sonra, CHP’nin 3.
genel başkanı oldu. Ecevit, zamanla “devlet partisi” haline geldiği algılanan
CHP’de anti militarist bir bakışla, partiyi daha geniş kitlelere açarak, bir
değişimin öncüsü haline geldi. 1974’de MSP ile kurduğu hükümette, haşhaş ekimi
yasağının kaldırılmasının ve Kıbrıs Barış Harekatı’nın başbakanı oldu. Ecevit,
anti emperyalist bir milliyetçi söylemin siyasal sözcüsüydü. 1976’da CHP’nin
tüzüğünde DEMOKRATİK SOL yer aldı, parti Sosyalist Enternasyonal’e üye oldu.
1979 Kasım ayında, 14 Ekim 1979 ara
seçimlerini kaybeden CHP, olağanüstü kurultaya gitti, Baykalcılar, Topuzcular
ve 3. Dünyacılar, Ecevit’e karşı birleşseler de, ortak bir aday çıkartmadılar,
üstelik hocam Prof. Dr. Haluk Ülman ve Prof.Dr. Turan Güneş dışında da, açıktan
güvensizlik oyu vermeyi de tercih etmediler. Ecevit, 12 Eylül sonrasında, “ya
onlar CHP’den gidecekti, ya da biz CHP’den ayrılıp DSP’yi kuracaktık” demişti.
12 Eylül 1980’de, cuntanın parti
liderlerine koyduğu konuşma yasağını aşmak için CHP genel başkanlığından istifa
eden Ecevit ile partideki kurmayları yöntemsel açıdan hep çelişti. 1981’de
askeri yönetim siyasal partileri kapatınca, “Atatürk’ün partisi kapatılamaz,
sokaklara çıkalım” teklifi, arkadaşlarınca benimsenmeyen Ecevit, “Arayış” ile
yeni kuracağı partinin düşünsel temellerini attı. 1982 anayasası ile kendisi
dahil, parti liderlerine 10 yıl siyaset yasağı getirildi. 1983’te askeri cunta,
yeni siyasal partilerin kurulmasına izin verince, Ecevit kendisine danışan
arkadaşlarına, “askerlerden icazetli parti kurdurmam” diyerek, geri çevirdi.
Calp’in HP’si, İsmet Paşa’nın oğlu Erdal İnönü’nün SODEP’i, 1985’te SHP adıyla
birleşti, Ecevit ise eşi Rahşan Ecevit’in genel başkanlığında DSP’yi
destekledi.
1991’de kurulan DYP-SHP koalisyonunda,
kapatılan siyasal partilerin yeniden kurulması içeren yasadan, bir tek CHP
yararlandı, SHP ve DSP’nin yanı sıra, merkez soldaki 3. parti oldu. Ecevit’e
giden arkadaşları, yine ters düştüler. Ecevit’in “demokratik soldaki CHP”
önerisi kabul görmedi, Baykal, 1992 Eylül’ünde CHP’nin 4. genel başkanı
seçildi.
1995’te SHP, CHP’nin kurumsal ve
tüzel kişiliğinde CHP’ye katıldı, aritmetik olarak fazla oy alan partinin ve
hükümet ortağının katılması tuhaf gözükse de, “siyasette iki artı iki dört
etmez” ve CHP’nin kurumsal kimliği, SHP’lilerin de oylarıyla birleşmede temel
oldu.
Baykal’ın 1992-1995, 1995-1999’daki
genel başkanlıkları, 2000-2010’da tamamlandı. 1999 seçimlerinde barajın altında
kalan CHP’de genel başkanlığa 15 ay ara veren Baykal, 2000’de, ulusal sol
zemininde, DSP’ye daha yakın bir siyaset izledi, AK Parti’nin siyasal İslamcı
çekirdeğine karşın, “liberal-AB-ABD” eksenindeki siyasetinde, 1 Mart 2003
tezkeresine muhalefeti, Ergenekon sürecine muhalefeti ile CHP’nin anti
emperyalist, milliyetçi siyasetinde dikkat çekti.
2010’da “kaset skandalı” ile genel
başkanlığı sona erdirilen Baykal sonrası, 2009 Mart yerel seçimlerinde,
partinin Türkiye ortalaması yüzde 23’ün 15 puan üstüne çıkan, grup başkanvekili
Kemal Kılıçdaroğlu gündeme geldi. CHP genel sekreteri Önder Sav’ın desteği ile
kamuoyu desteğiyle, tek aday olarak girdiği kurultayda genel başkanlığı kazanan
Kılıçdaroğlu, Baykal döneminde kabul edilen tüzük değişikliğini, Anayasa
Mahkemesi’nin uyarısıyla yaşama geçirerek, hem Sav’ı tasfiye etti, hem de
PM’den yaptığı atamalarla MYK’da “tek seçici” haline geldi.
Kılıçdaroğlu, Baykal gibi, seçim
kazanamadı, bu arada, 2010 ve 2017 referandumları kaybedildi, 2011, 2015
Haziran ve Kasım milletvekili genel seçimleri, 2014, 2018 ve 2023
cumhurbaşkanlığı seçimleri, 2018 ve 2023 milletvekili genel seçimleri
kaybedildi.
Bununla birlikte, 2019 yerel
seçimlerinde, İyi Parti’nin kurumsal olarak yer aldığı Millet İttifakı ile,
İstanbul ve Ankara dahil, önemli büyükşehir belediyeleri kazanıldı. 2019
Mart’ta önce 13 bin, itirazlarla yenilenen 2019 Haziran’da 800 bin farkla
İstanbul büyükşehir belediye başkanı seçilen Ekrem İmamoğlu, partide yeni bir etki
yarattı.
2023 Mayıs ayındaki cumhurbaşkanlığı
seçiminde, Ekrem İmamoğlu ve Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Mansur Yavaş’ın
adı adaylıkta dillendirilirken, sadece İyi Parti değil, AK Partinin eski
başbakanı ve genel başkanı Ahmet Davutoğlu’nun Gelecek, AK Parti’nin
kurucularından Hazine eski bakanı ve Dışişleri eski bakanı Ali Babacan’ın Deva,
Milli Görüş’ün Saadet ve DP ile 2022 Şubat’ında “güçlendirilmiş parlamenter
sistemi savunma” adına “6’lı masa” kuruldu. Bu masa Mart 2023’de Kılıçdaroğlu’nu
cumhurbaşkanı yaparken, ittifakın ikinci büyük bileşeni İyi Parti ve Meral
Akşener’in “masadan kalkma ve yeniden oturma” hareketi, 4 Kasım 2023 CHP
kurultayında, Kılıçdaroğlu’nun “sırtımdan hançerlendim” sözleri ile vurgulandı.
Akşener de 30 Ağustos 2023’ten itibaren, “ittifakla değil, tek başına” seçime
gireceklerini ısrarla dillendiriyor.
4 Kasım’daki kurultayda çekişme beklenmesine
rağmen, Özgür Özel’in sürpriz olarak, mevcut genel başkanı deviren siyasal
başarısı, partide, 2010’dan beri süren, “sol-liberal” çizgiyi, “fabrika
ayarlarına dönme” beklentisini karşılayacak mı ? Özel, Kılıçdaroğlu ile
birlikte çalıştı, grup başkan vekilliğini yaptı, hali hazırda da CHP TBMM Grup
Başkanı idi.
Her iki adayda da, “Demirtaş” vurgusu
eleştirilere neden oldu, artık HDP ya da yeni adıyla HEDEP’le İyi Parti, kendi
adını birlikte geçirmek istemiyor. Özel’in yakın insani ilişkisinin olduğu
Akşener’in hassasiyeti, bu konuda önemli gözükmektedir.
Kurultayın asıl kazananı, divan
başkanlığını yapan, İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu olarak değerlendirilmektedir.
Onun genel başkan adaylığı spekülasyonu, desteklediği adayı seçtirmesi ile
başka bir aşamaya vardı. 2024 Mart’ında tekrar İstanbul’da seçimi kazanmaya
odaklanan İmamoğlu, 2028’de büyük bir sürpriz olmazsa, CHP’nin cumhurbaşkanı
adayı olmaya hazırlanıyor. “Özel genel başkan-İmamoğlu cumhurbaşkanı” adayı
formülü, adı konulmamış bir eş başkanlık metodunu gündeme getirmektedir. Bunun
için yerel seçimlerin kazanılması, CHP ve yeni yönetim için, “olmazsa olmaz”
bir konumdadır ve ittifaklar kaçınılmazdır.
Bu değerlendirmede ideolojik kopuşlar
ve siyasal kimlik arayışına yer veremedik. İkinci bir yazıda bunu
tamamlayacağız.
Özgür Özel’i yeni görevinden dolayı
kutluyoruz, CHP, Türk demokrasisi ve CHP için hayırlı olsun. Bu eleştiri ve
tespitlerimiz ile birlikte…
1 Kasım 2023 Çarşamba
27 Ekim 2023 Cuma
23 Ekim 2023 Pazartesi
21 Ekim 2023 Cumartesi
20 Ekim 2023 Cuma
19 Ekim 2023 Perşembe
16 Ekim 2023 Pazartesi
13 Ekim 2023 Cuma
12 Ekim 2023 Perşembe
11 Ekim 2023 Çarşamba
10 Ekim 2023 Salı
9 Ekim 2023 Pazartesi
4 Ekim 2023 Çarşamba
28 Eylül 2023 Perşembe
25 Eylül 2023 Pazartesi
10 Eylül 2023 Pazar
7 Eylül 2023 Perşembe
5 Eylül 2023 Salı
29 Ağustos 2023 Salı
27 Ağustos 2023 Pazar
22 Ağustos 2023 Salı
17 Ağustos 2023 Perşembe
14 Ağustos 2023 Pazartesi
8 Ağustos 2023 Salı
31 Temmuz 2023 Pazartesi
25 Temmuz 2023 Salı
21 Temmuz 2023 Cuma
11 Temmuz 2023 Salı
2 Temmuz 2023 Pazar
26 Haziran 2023 Pazartesi
25 Haziran 2023 Pazar
24 Haziran 2023 Cumartesi
21 Haziran 2023 Çarşamba
15 Haziran 2023 Perşembe
14 Haziran 2023 Çarşamba
7 Haziran 2023 Çarşamba
3 Haziran 2023 Cumartesi
16 Mayıs 2023 Salı
9 Mayıs 2023 Salı
18 Nisan 2023 Salı
ŞAH'IN OĞLU İSRAİL'DE...
İran'ın devrik şahı Rıza Pehlevi'nin oğlu, "oğul Rıza Pehlevi"nin İsrail ziyareti, zamanlama açısından, kayda değer, stratejik bir hamle olarak gözüküyor. Pehlevi, 16 Nisan 2023'te, kişisel hesabından bu ziyareti duyurduğunda açıkçası hem şaşırmış, hem de içeriğini merak etmiştim.
17 ve 18 Nisan'daki temaslarında, simgesel anlamda, önemli mesajlar verdi. Bir yandan Kudüs'teki Yad Vaşem Soykırım Müzesi'ne Soykırım Kurbanlarını anma için gitmesi, Ağlama Duvarı'na Yahudiler'in dinsel simgesi Kippa giyerek ziyareti, herhangi bir yabancı lider açısından, jest dolu hareketler olarak görülebilir. Halbuki Pehlevi, 1979'da babasını deviren İslam rejiminin ideolojik meydan okumalarına önemli bir yanıt verdi. İran rejimi, neredeyse soykırım gerçeğini inkar ediyor, İran ve İsrail birbirini yok etmekle tehdit ediyor. İslam Cumhuriyeti ABD'yi "büyük şeytan" olarak adlandırırken, İsrail'i "siyonizmin temsilcisi" ve "yok edilmesi gereken" bir unsur olarak, ilan etti. Hatta kendince, ekonomik, sosyal sorunlarını, ABD karşıtlığı, anti-semitizm ve siyonizm karşıtlığı ile kamufle etmeye, rejimi meşrulaştırmaya çalıştı.
İran İslam Cumhuriyeti rejimi, Şah döneminde de, Şah'ın 1960'lardaki "ak devrim" adı verilen hızlı sanayileşme ve toprak reformuna karşı, sanayiye karşı mevzilenen küçük esnaf tabanına dayanan ve mollalara destek veren bir siyasi-sosyal hareketin ete kemiğe bürünmüş biçimiydi. Mollalar, "ak devrim"den önce büyük toprak sahiplerinden finanse edilirken, "ak devrim" sonrası, küçük esnaf tarafından maddi olarak desteklenmeye başladı. Şah'a karşı ortak cephede, İran komünistlerinin, büyük şehirlerde, üniversite ve entelektüel çevrelerinde örgütlenen TUDEH' de vardı. İslam devriminden sonra mollalar, TUDEH dahil, tüm siyasal-sosyolojik kesimleri tasfiye etti. Benzemezler cephesi, totaliter bir rejime neden oldu.
Sanayi karşıtlığından dolayı, petrol üreticisi İran, yıllarca rafinerisiz kalırken, molla rejimi, devrim ihracı için, 1980-88 arasında Irak'la savaştı, Batı tarafından kışkırtılan Saddam rejimiyle yaşanan savaşta 1 milyondan fazla insan hayatını kaybetti. Şah döneminde de Şiilik siyasal açıdan bir etki aracı olarak kullanılmasına karşın, Batı yanlısı Şah rejiminden sonra, İran bölgede vekil güçler ve paramiliter yapılar oluşturdu. Suriye ile baba Esad döneminden beri yaşanan yakınlık, Lübnan'da Hizbullah ile sonuçlandı. Hizbullah bugün Lübnan'da "devlet içinde devlet" ve meşruiyetini İsrail ile savaşmaktan alıyor. Şii bir örgüt olmamasına karşın, Hamas'la kontrollü müttefiklik ilişkileri Doğu Akdeniz'de Gazze'de bir alan sağlıyor, o yüzden Türkiye'nin ne İsrail ile, ne de Hamas ve El Fetih'le ilişkisini istemiyor. Yemen'de ise Suudi Arabistan'a karşı Husiler'e destek veriyor.
Çin'in arabuluculuğunda İran-Suudi Arabistan diyaloğu, ABD'nin mevcut ezberlerini sarsarken, İran'ın Azerbaycan'a karşı hasmane tutumunda, hem Türkiye rekabeti, hem de Azerbaycan-İsrail ilişkilerinden duyduğu rahatsızlık ve Türk dünyasından çekinme var.
Böyle bir ortamda, oğul Pehlevi, anti siyonizmle kendisine zemin bulan molla rejimine tamamen zıt bir simgesel ziyaret gerçekleştirirken, ısrarla İran halkının İsrail karşıtı olmadığını, tarihsel olarak 2500 yıl önce Pers kralı Kiros'un Yahudi köleleri ve Yahudilik'i yok olmaktan kurtardığını örnek vererek, ilişkilerin tarihsel derinlikle açıklamaya çalıştı. İsrail cumhurbaşkanı Herzog ile görüştü, en üst düzey temas ifade edildi. Bu kabul, stratejik bir operasyonun dünyaya gösterilmesidir.
İsrail bu ziyaretle, Azerbaycan-Türkiye-İsrail hattında gerilen, Rusya ve Çin'le Şangay'da güç bulan, Suudi Arabistan'la Çin'in riyasetinde yakınlaşan İran'a ve İran yanlısı paramiliter yapılara, stratejik iletişim hattında önemli bir operasyon gerçekleştirdi. En azından, ABD ve İsrail dostu, parlamenter bir monarşi seçeneğinin varlığını, bugünkü koşullar çok elvermese de, siyasal anlamda gösterdi. İçeride yüksek yargıdaki otoriter düzenlemelere karşı ortaya konulan toplumsal muhalefete, Mescid-i Aksa'da yaşanan kargaşa ve Yahudi yerleşimcilerin taleplerine, Filistinliler'in mücadelesi yüzeyinde sıkışan İsrail, bir iletişim operasyonu gerçekleştirdi.
İran'da 40 küsur yıllık İslam Cumhuriyeti'nden geri dönüş olması, sosyolojik koşullara bağlıdır, kısa vadede zor gözükmektedir. İç dinamikte ön planda olan ise, dünyaya eklemlenmek isteyen T
Tahran kökenli burjuvazidir. Sanayinin engellenmiş olması, bu hayalleri öteliyor.
Oğul Pehlevi ise, dünya kamuoyunda ses getiren bir hamleyle, unutulmuşluğunu geride bırakmak istiyor.