22 Eylül 2019 Pazar

İSRAİL SAĞI'NIN MALUM SEÇİMİ?

17 Eylül 2019'da İsrail'de gerçekleştirilen seçimler, 2019'da ikinci kez sandığa giden İsrail seçmeni açısından pek çok soru işaretini kendi içinde barındırdı. ABD Cumhuriyetçi Partisi içindeki Sağ klik ile İsrail Sağı'nın siyasal işbirliği, sadece Filistinliler boyutunda değil, İsrail'deki merkez ve Sol siyasetler, ABD'de Yahudi lobisinin bir bölümünün de içinde yer aldığı liberal ve merkez kanatların bünyesinde önemli soru işaretleri yarattı. İsrail siyasetinde son yıllarda hiç kuşkusuz en önemli siyasal figür, son seçimde oy kaybeden Likud lideri ve İsrail başbakanı Binyamin Netenyahu oldu. Obama dönemindeki "yalnızlığı"nı, Trump dönemindeki "imtiyazlı ortaklık"la telafi eden Bibi lakaplı siyasetçi, 2019 sonbaharında yeni bir sınavla karşı karşıyadır. Üstelik Bibi, Obama döneminde gerginleşen ABD-İsrail ilişkileri döneminde bile, Kongre'deki Cumhuriyetçi çoğunluğun davetiyle, o zamanki ABD Başkanı Obama'nın muhalefetine rağmen konuşmuştu, Obama'yı da yerden yere vurmuştu.
Trump ise Bibi için "can simidi" gibi oldu. Bölge ve dünya siyasetini sarsan kararlarıyla, öncelikle yıllardan beri ertelenen Kudüs'ün tamamının tek taraflı İsrail'in başkenti olmasına ABD açısından onay verdi, daha sonra Golan tepelerindeki İsrail işgalini, tek yanlı "ilhak" olarak tanıdı. 2019 Nisan'ında dilediği siyasi başarıya ulaşamayan Bibi'nin 2019 Eylül seçimlerindeki vaadi ise Batı Şeria'nın bir bölümünün İsrail tarafından ilhakı ve ABD yönetiminin bunu tanıyacağı mesajı idi.
Trump-Netenyahu işbirliği, sadece Sağ fanatizm açısından değerlendirilmemelidir. Trump'ın başkan olduktan sonra bölgeye yaptığı gezide, İsrail-Suudi Arabistan'ı kapsayan temaslarında, bölgesel anlamda yeni bir eksenin inşa edildiği görülmektedir. Yunanistan, Rum Kesimi ve İsrail arasında doğal gaz zemininde görülen işbirliği, 2009'daki Davos krizinden sonra adım adım ilerleyen askeri ilişkiler, bölgede Mısır'ı da içine alan bir ittifak izlenimi vermektedir. İsrail-Suudi Arabistan işbirliği ise, bu ekseni Körfez'e bağlamaktadır.
Bibi'nin rakibi, İsrail eski genelkurmay başkanı, Mavi-Beyaz hareketinin lideri Benny Gantz ise, 2019 Nisan seçimlerinden önce, Golan tepelerine yaptığı ziyarette, ilhak üzerine yemin etmişti. Dolayısıyla, İsrail Sağı karşısında, merkez-Sol partilerin öncüsü konumunda gözüken Gantz da, hızla fanatik Sağ eğilimlerin güçlendiği İsrail'de, yapısal politikaları değiştirecek bir görüntü vermemektedir. Son zamanlarda "Bibisiz hükümet" olasılığının neredeyse zihinlere dahi gelmediği İsrail'de, tüm ülkenin tek seçim çevresi sayıldığı çerçevede aritmetik formüller ve siyasal beceriler ön plana çıkmaktadır.
Bu meyanda İsrail Dışişleri eski bakanı ve İsrail Beytinu (Evimiz İsrail) partisinin lideri Avigdor Lieberman dikkat çekmektedir. İsrail'e son dönemlerde gelen, Rusya kökenli Yahudiler'in partisi olarak siyasette etkin olan parti, şahin dış politikayla birlikte, seküler-milliyetçi hatta İsrail Sağı'na mesafe koyan bir siyasal yönelim içindedir. Bir bakıma iki blok arasında "anahtar parti" rolü üstlenmektedir. Olası bir İsrail hükümetinde yer alması zor gözüken, İsrail Arapları'nın "Ortak Listesi" ise, önemli bir çıkış yakalayarak, 3. parti olmuştur.
Trump'ın neredeyse "koşulsuz desteklediği" Bibi'nin olası hükümet formüllerinde yer almaması, kendisi için "yolsuzluk" dosyaları ve hapis gibi olasılıklarla ele alınmaktadır. Trump ise seçimlerden sonra, her devlet yöneticisi gibi, İsrail'de kim hükümet kurarsa, onunla çalışacağını beyan etmiştir.
Netenyahu dışındaki bir İsrail hükümetinin, Doğu Akdeniz, Filistin, yeni ilhaklar ve Suudi Arabistan boyutunda, çok farklı bir siyaset izleyeceğini düşünmek, çok hayalci bir bakış açısını ortaya koymaktadır. Belki hızda göreli bir azalma, ekonomik siyasaların ağırlık kazanması söz konusu olabilir. 

24 Haziran 2019 Pazartesi

23 HAZİRAN SONRASI...

23 Haziran 2019'da, 31 Mart 2019'da tamamlanamayan İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı seçimleri sonuçlandı. Aslında ilk seçimdeki "iptal" kararı, o kadar zorlama ve inandırıcılıktan uzaktı ki, ikinci seçimin sonucunu belirleyen en önemli etken, bu bağlamda, İmamoğlu'nun yaşadığı "mağduriyet" oldu. Yıllar önce, bugünkü siyasal iktidar için yazdığım değerlendirmenin başlığı şu idi: "Mağduriyet-İktidar-İstikrar". http://dtansikemalizm.blogspot.com/2008/07/maduriyet-iktidar-ve-istikrar.html Siyasal iktidar, 1994 yerel seçimleri ve 2002 genel seçimlerinden itibaren, bu üç sözcükle özetlenebilecek bir siyasal rota çizmişti. Milli Görüş'ten AKParti'ye uzanan çerçevede, Erdoğan sadece kişisel mağduriyet ya da 2002 seçimleri arafesindeki gibi "muhtar bile olamaz" sözleriyle siyasal çıkışını yakalamadı. Bunlar seçmenle duygusal bağını kurduğu, karizmasını pekiştiren aşamalardı. Ne var ki, asıl siyasal eksen, kent yoksulluğu üzerine oturtuldu. Bu işin kaynağı da büyükşehir belediyeleriydi. Kent yoksulluğunu bitirmekten ziyade, belediyelerden İslami vakıf ve derneklere uzanan yüzeyde, zaman zaman "gıda ve kömür yardımı" diye hafife alınan, aslında bunun arka planında çok daha derinlere inen bir ilişkiler ağı kuruldu. İstihdam yaratmak ya da sosyal devlet uygulamalarına gitmektense, yurt olanaklarından, evlere uzanan erzak ve yakıt yardımına, vakıflar kanalıyla ulaştırılan ağlar; öncelikle bir sosyal iktidar yarattı. 28 Şubat süreci (1997),  1998'de Erdoğan'ın "şiir okumak"la başlayan, önce görevden alınması, sonra 3 ay cezaevinde yatmasıyla pekişen mağduriyeti, 2001'de Fazilet Partisi'nin kapatılması ve AKParti'nin kurulması, iktidara gelmesi bir "iktidar yolu"nun özeti oldu. AKParti, kent yoksulluğu, İslamcılık ve kültürel-sosyal muhafazakarlıkla betimlediği siyasette, ilk dönemlerde AB-ABD uyumundan yola çıkarken, bugün Rusya-Avrasya arayışlarında kendisini ifade ediyor. Suriye kaosunda görüldüğü gibi, 2011'de "sözde Arap Baharı"nda, ABD ile uyumlu bir yeni Ilımlı İslam denemesi de yaptı ama tutmadı.
AKParti'nin mağduriyetle geldiği iktidar, daha sonra istikrarın bozulmaması adına sürdü. İçinde  Fethullah'la ayrışma, 15 Temmuz darbe girişiminin de yer aldığı kilometre taşları, belki de gerçekten bir "mental yorgunluk" yarattı.
Değişen siyasetler, farklılaşan kadrolar, yeni arayışlar derken, 23 Haziran'daki tablo, çok zorlayarak ta olsa, yeni bir "politik star" yaratma zeminini ortaya koydu. 31 Mart'ta kapatılmayan İstanbul defterinde, 13 bin farkla İmamoğlu'nun seçimi kazanması eleştirilirken, 23 Haziran'da oransal olarak 10 puan, nicelik olarak 800 bin farkla yeni bir siyasal durum ortaya çıktı.
Bu siyasi zaferin arkasında, bir yıl önce 24 Haziran'da icracı cumhurbaşkanlığının ilk seçimiyle başlayan ittifaklar, eski dönemin koalisyonlarının yerini aldı. Partilerin geniş koalisyonlara dönüşmesi, genişletilmiş ittifakların kendi içinde çelişen unsurları, yarı tanrılaştırılmış yeni lider karizmalarıyla, siyasetteki denklemler karmaşıklaşıyor. Partilerin ideolojik duyarlıktan ziyade, "seçim kazanmak üzere" kurdukları ittifaklar, ileride yeni seçenekler oluşturup, ülkenin devasa sorunlarını çözebilecek mi? Karayalçın örneğinde görüldüğü üzere, yerel yönetimlerdeki "yıldızlaşma", genel siyasette hayal kırıklıkları yaratma potansiyeline de sahiptir.
Siyasal iktidarın kent yoksulluğu üzerine oturduğu sosyal iktidar, günümüzde sözgelimi ekonomik, sosyal problemler ve mülteci sorunlarıyla sarsıldı mı? Mağduriyetle gelen İmamoğlu, aynı senaryoyu, geniş koalisyon haline gelen partisi ve ittifak ortağıyla uygular mı? Daha erken, henüz bir dönem dahi olsa görev yapmadı. Yaşayıp göreceğiz.
Evet, iklimde bir değişim var ama yeni bir sosyal-siyasal iktidar dengesi kurulmadan, popüler kültürle yorum yapmak, günün coşkusuyla davranmak, önümüzdeki süreci okumakta zorluklar yaratabilir. Yazmaya devam edeceğim.

9 Nisan 2019 Salı

İSRAİL SEÇİMLERİNDE DENGESİZLİK DENGESİ ?

9 Nisan'da yapılan genel seçimler, İsrail siyasetinde siyasal bir çözüm getirmekten çok, ülkedeki siyasal dengeleri değiştiren ama yeni bir dengeyi de kuramayan bir belirsizlikle sonuçlandı. Şöyle ki ABD Başkanı Trump'ın somut siyasal desteğini uluslararası ilişkileri gözardı ederek ortaya koyduğu bir denklemde, Likud lideri İsrail başbakanı Netenyahu, güç kaybetti. Bu gerilemede yolsuzluklarla anıldığı skandallar, ekonomik açmazlar ön plana geldi. Aslında Likud, bir önceki seçimlere kıyasla eğer değişmezse 5 sandalye daha fazla kazandı. Ancak ülkedeki asıl çıkışı Kahol Lavan (Mavi Beyaz ittifakı) yaptı. İsrail genelkurmay eski başkanı Benny Gantz ve Yeş Atid (Gelecek Partisi) lideri, maliye eski bakanı Yair Lapid'in oluşturduğu siyasal ittifak, bir değişiklik olmazsa birinci parti oldu. 
Mavi Beyaz'ın Likud'la girdiği siyasal rekabette, her ne kadar ittifak "merkez"de gözükse de, özellikle son dönemde radikalleşen ve daha da Sağlaşan İsrail siyasal spektrumunda pek fazla bir değişiklik olacak gibi gözükmüyır. Bununla birlikte siyasal aktörlerin değişimi söz konusu olabilir. 
Trump'ın İsrail başbakanı Netenyahu'ya verdiği desteğin temelinde, ABD siyasetinde hakim olan siyasal havayı görmek gerekmektedir. 2018'deki Kudüs ve 2019'daki Golan kararlarına bakıldığında, ABD Başkanı'nın İran karşıtı cephe oluşturma ve Pentagon'daki anı konulmayan klikle Kürt siyaseti çerçevesinde hareket stratejisi göze çarpmaktadır. Trump başkan olduktan sonra gerçekleştirdiği Ortadoğu gezisinde Suudi Arabistan ve İsrail'e yer vermişti. Ayrıca Vatikan'a da girmişti. Trump, Ortadoğu'da iki ülkeyi boşuna seçmedi. Zira İran karşıtı koalisyonda bu iki ülkenin dışında Körfez ülkeleri, Mısır ve Ürdün de yer aldı. İşin bir başka yüzeyinde ise Doğu Akdeniz'de Türkiye'nin haksızlığa uğradığı ve tanımadığı İsrail, Yunanistan, Kıbrıs Rum Kesimi ve Mısır arasındaki anlaşmalar dikkat çekmektedir. Bir başka açıdan ise Suriye'deki PKK terörünün uzantısı PYD oluşumu, Fırat'ın doğusu ve Kuzey Irak politikası bir bütün oluşturmaktadır. İsrail'in Kürt politikası da bu temelde bütünlük teşkil etmektedir. Kısacası İsrail ABD'nin tüm bu manevralarında, farklı başlıklarda yer almaktadır. Netenyahu'nın ABD ile ilişkileri, Obama döneminde bir hayli gergindi. Obama'nın istememesine karşın Kongre'deki Cumhuriyetçi çoğunluğun davetiyle Kongre'de konuşma yapmıştı. Trump,. başkanlığı öncesindeki vaatleri zemininde İsrail politikasını Netenyahu üzerine kurdu. ABD Cumhuriyetçi Partisi içindeki "Çay Partisi", Pentagon'daki malum klik ve İsrail Sağı bir bütünlük arzetti. 
Ne var ki Gantz'ın 2018 sonundaki siyasal hamlesi, Şubat 2019'da Yair Lapid'le oluşturduğu ittifak, 37 sandalye ile 1. parti olması ihtimali, yeni hesapları ortaya koydu. Gantz ve Lapid'in seçim öncesi Golan tepelerini ziyaret etmesi, Trump'ın Golan kararı öncesi, İsrail'in Golan'ı asla Suriye'ye iade etmeyeceklerine dair Golan yemini etmeleri, siyasal rekabetin Sağlaşan bir fanatizm parantezinde süreceğini ifade etmektedir.
Bu noktada Türkiye-İsrail ilişkileri ABD'nin Ortadoğu siyasetindeki bakışı zemininde umut vermemektedir. Yeni siyasal aktörler bir değişim getirir mi? Belirttiğimiz nedenlerden dolayı pek mümkün görünmüyor. İsrail'in yeni başbakanı Gantz mı, Netenyahu mu olacak?Kim olursa olsun Trump vesayeti sürecek, Filistin konusunda da endişe verici "ilhak" siyasaları siyasal rekabette daha fazla yer kaplayacak. Sonuçları itibarıyla mevcut denklemdeki siyasetin daha da gerileceği gün gibi aşikar...

1 Nisan 2019 Pazartesi

2019 YEREL SEÇİMLERİ: KONTROLLÜ BİR GALİBİYET VE KONTROLLÜ BİR MAĞLUBİYET HİKAYESİ

31 Mart 2019 yerel seçimlerinin sonuçları, son dönemlerde yinelenen seçim sonuçları anımsandığında, deyim yerindeyse "ezber bozan" bir manzara ortaya çıkardı. Her seçim sonrası siyasal partiler, gösterdikleri performansı, kendileri açısından yorumlar ve tabanını konsolide etmeye çalışır.
Bununla birlikte, 2019'daki görünüm, metropolitan kentlerde önemli bir değişimi dile getirdi. İktidar partisi, 1994 yerel seçimlerinden beri, yerel yönetimlerden başlayan siyasal hareketini, ilk kez ciddi kayıplarla karşıladı. CHP'nin İzmir'deki sosyolojik üstünlüğünün yanısıra, YSK itiraz süreci devam etse de, İstanbul ve Ankara'da da büyükşehir belediye başkanlıklarınıı kazanması, 1989 yerel seçimlerini andıran bir tabloyu ifade etti. O seçimlerde SHP, üç büyük şehrin yanısra 50'den fazla il belediyesi kazanmıştı. CHP 2019'da 21 il belediyesi kazanmış gözüküyor.  İktidar ise 39 il belediye başkanlığını kendi hanesine yazdı. İl belediye başkanlıklarıyla birlikte, oy oranında da Adalet ve Kalkınma Partisi ülke çapında %44 oranında birinciliği kazanırken, CHP %30.1'i aştı. Bu açıdan bakılırsa, iktidar partisi ana muhalefete 14 puan fark atmış bulunabilir. Ne var ki, %25-26 oranın aşamayan, 24 Haziran'da cumhurbaşkanı adayı Muharrem İnce'nin CHP'nin milletvekili seçiminden daha çok oy almasıyla polemiklere konu olan %30 rakamı yakalanmış gözüküyor. Üstelik il beelediyelerinde, üç büyük kentin dışında, Antalya, Mersin, Adana gibi işaret edici şehirler de yer almaktadır. Dolayısıyla her ne kadar iktidar partisi seçimde önemli bir uyarı almış gibi görünüyorsa da, 2018 cumhurbaşkanlığı seçiminde, Erdoğan'ın aldığı %52 oy oranının MHP ile Cumhur İttifakı nezdinde az bir olumsuz farkla %51'lik bir oranı koruduğu kaydedilmektedir. İktidar ve ana muhalefet cephesinde, farklı noktalardan bakarak "başarı" hikayeleri oluşturulabilir. İyi Parti MHP'den fazla oy alsa da, MHP Manisa'dan Erzincan'a, oradan Bayburt ve Amasya'ya uzanan 11 il belediyesi kazanmış durumdadır. İyi Parti'nin %7.45 ve MHP'nin %7.31'lik performanslarının ardından, HDP ise önceki seçimlere kıyasla kayıp yaşamış ve %4.24 oy kazanmıştır. Tunceli'yi TKP'li Maçoğlu'na kaptırırken (ilk kez bir komünist il belediye başkanı seçilmiştir), Şırmak, Mardin, Muş, Bitlis ve Bingöl'ü iktidar partisine kaybetmek durumunda kalmış, ancak Kars ve Iğdır'ı MHP'ye karşı kazanmış, Ağrı'yı ise iktidara kaptırmıştır. Bu fotoğrafta HDP kayıplarla anılsa da, Batı'daki metropollerde Cumhur İttifakı adaylarının kaybetmesini, kendilerinin aday göstermemesine ve CHP-İyi Parti'nin Millet İttifakı'na avantaj sağlamasına bağlamaktadırlar. Bu konuda HDP eş başkanı seçimden önce de konuşmuş, seçimleri iktidar bloğuna karşı, kendi destekleriyle muhalefet bloğuna kazandıracaklarını ilan etmiştir. Dolayısıyla bu seçimin galibi çok, mağlubu yoktur.
En çok rahatsızlık veren konu da, hala seçim hileleriyle ilgili güvensizliğin devam etmesi, veri girişinin duyurulmasında, yasal düzenlemeyle medyada tekel haline getirilen Atatürk'ün kurduğu Anadolu Ajansı'nın, devlet kurumu olmaktan çok partizan bir yaklaşımla hareket ettiği algısının sürmesidir.
Gelgelelim, 2023 yılına kadar geçecek süreçte, renklenmiş seçim haritası eşliğinde, siyasal iktidarın metropolitan belediyeler aracılığıyla reklamını yaptığı ve iktidarını güçlendirdiği büyük projeler konusu bir soru işaretidir. Üstelik yerel yöneimler aracılığıyla gerçekleştirdikleri sosyal yardımlaşma ağları da önemli bir zafiyete uğramış, seçmeni bu sosyal yardım ağlarıyla kontrol altında tutma olanağı azalmıştır.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, seçim gecesi yaptığı "hüzünlü balkon konuşması"nda, zımnen yenilgiyi kabullenirken, İstanbul ve Ankara'yı adını anmadan ima ederek, "nasıl çalışacaklar" sorusunu sormuş ve her iki ilde de ilçelerin çoğunu, partisinin aldığını vurgulamıştır. Bu ne demektir, İstanbul ve Ankara'nın CHP'li belediye başkanları, AKP(ARTİ) çoğunluğundaki büyükşehir belediye meclisleriyle çalışmak zorunda kalacaklardır. Devasa projelerde hükümet desteği olmadan, metro dahil finansman sürecek midir? İstanbul'da, İmamoğlu seçim kampanyasında Kanal İstanbul'a karşı olduğunun altını çizmiştir.
Bu durumu bir fırsata çevirip, siyasette uzlaşmanın yolunu açmak, ülkenin, kamunun yararına olacaktır. Zor gözükse de aklın yolu birdir.
Siyasal partiler açısından kontrollü bir galibiyet-mağlubiyet hikayesi eş zmanlı yaşanmaktadır. İtirazlar sona erdikten ve mazbatalar alındıktan sonra artık iş üretme zamanıdır. Ekonomik sorunların belirleyici olduğu bu seçimde, "beka" meselesi ne kadar işlevsel olmuştur? Bu da başka bir değerlendirmenin konusudur...

28 Mart 2019 Perşembe

GOLAN'DA KAOS VE DÜZEN SPEKÜLASYONU...

http://politikaakademisi.org/2019/03/29/golanda-kaos-ve-duzen-spekulasyonu/?fbclid=IwAR24T6rmrGrJdQElqzpm4uEikdrz_tB7RRwI0KJ3Za_yvzaVUGZxkN5MIgw

21 Mart günü, ABD Başkanı'nın İsrail işgali altındaki Golan'ın statüsü hakkında attığı tweet ve bu paylaşımın ardından, ertesi gün söz konusu kararı imzalaması, dünya gündeminin ortasına bomba gibi düştü. (https://twitter.com/realDonaldTrump/status/1108772952814899200)
"Twitter diplomasisi" ile kendi ülkesinin ve dünya kamuoyunun tepkilerine aldırmadan, zorlayıcı bir siyaseti öngören ABD Başkanı, aldığı tek taraflı kararlarla, hem uluslararası düzenin sinir uçlarıyla oynuyor, hem de bizzat kendi müttefiği siyasilere adeta seçim öncesi "hediyeler" sunuyor.
Trump, 1967 savaşının ardından BM Güvenlik Konseyi'nin 242 sayılı kararında öngörülen, Batı Şeria, Gazze Şeridi ve Golan Tepeleri'ndeki İsrail işgalini tespit eden kararının Golan bölümünü tamamen yok sayıyor. Bu kendince yarattığı emsal Batı Şeria ve Gazze için de geçerli olabilir. Bu da Filistin'de kalıcı işgalin ABD tarafından resmen inkar edilmesi sonucunu ortaya koyabilir.
Bu bağlamda 1967 sınırlarını yok sayan, BM GK'nın 242 sayılı kararındaki "işgal edilmiş topraklar" gerçeğini görmezden gelen Trump'ın "teo con" zihniyeti, bölgede ateşe benzin dökmekten çekinmiyor. Lenin ve Wilson'ın 1. Dünya Savaşı sonunda, farklı noktalardan vardkları, "işgalle toprak kazanılamayacağı" ilkesi, sistemden ayıklanmaya çalışılıyor. Halbuki 1919'dan itibaren uluslararası sistemin kurumları tarafından, sistemin var oluşuyla açıklanan ilkenin bir tarafa bırakılması, zaten kırılgan olan sistemin kaosa evrilmesine yol açacak potansiyel çöküşe işaret ediyor.
Bu koşullar altında, Trump'ın Golan kararının MC ve BM'deki işgalle toprak kazanılamayacağı prensibini kendince rafa kaldıran yönü, başka coğrafyalarda da emsalleri çoğaltacaktır. Bu tavrın emarelerini İsrail'in yükselen partisi Mavi Beyaz'ın lideri Gantz, Yair Lapid'le Golan'daki yeminiyle vermişti. (http://www.israelnationalnews.com/News/News.aspx/259906)
Trump bu kararda Suriye'nin toprak bütünlüğünü yok sayarken, İsrail'e değil de sanki Bibi lakaplı İsrail başbakanı Likud lideri Netenyahu'ya "kıyak" yapıyor. En çok merak edilen soru da ABD'nin Başkanı'nın bu kararı almadan önce Suudiler, Körfez ve Mısır'dan da üstü örtülü onay alıp almadığı konusudur. Bu bakışla ABD artık başat güç değil spekülatif güç olmaya adaydır.
Neyi kastediyoruz, Trump'ın dünya düzenini sarsma pahasına verdiği maceracı ve aceleci kararlar, Ortadoğu'da başlayacal bir dalgalanma yoluyla, kendi kampanyalarını yürütmek gibi bir çıkmazı işaret etmektedir. İsrail-Suudi Arabistan ve Körfez ülkeleri, Mısır ve Ürdün üzerinden yürütülen bu kampanya, İran'ı çevreleyecek bir koalisyonu öngörmektedir. Suriye rejimi İran'ın 1980'lerden beri bölgesel müttefiğidir. Bu müttefikliğin en stratejik sonuçlarından biri Lübnan'daki Hizbullah yapılanmasıdır. Suriye kaosu başlayana kadar, İran bir zamanlar müttefiği olan Hamas'la Gazze'den, kendi vekil gücü Hizbullah ile Lübnan'dan İsrail'e yönelik "vekalet savaşları" gerçekleştirmişti. Golan bu zeminde İsrail açısından İran-Suriye-Hizbullah üçgenini, Taberiye gölündeki su kaynaklarını, bir bakıma Şam'ın bölgeye yakın mesafesi düşünüldüğünde bir bakıma "beka konusu"nu anımsatmaktadır.
Ne var ki, 242 sayılı BM Güvenlik Konseyi kararında önceden vurguladığımız "işgal altında topraklar" gerçeğini, Trump'ın uluslararası düzeninin bekasını yok saymak pahasına çiğnemesi, beraberinde önemli sonuçları getirecektir.
Suriye'nin toprak bütünlüğü 2011'den beri zaten küresel, bölgesel ve vekil güçler tarafından fiilen anlamsız hale getirilmişti. ABD'nin bu kararı ile artık ne Suriye'nin ne de herhangi bir ülkenin toprak bütünlüğü uluslararası sistemin güvencesi altında değildir. Bu da dediğimiz yüzeyde uluslararası sistemin varlığını tartışmalı hale getirmektedir.
9 Nisan 2019'da Netenyahu İsrail'de seçimleri kazansın diye yapılan "kıyak" bir rastlantı değildir. İran'a yönelik değindiğimiz koalisyonun aktörlerinin Riyad'dan Tel Aviv'e güç kazanması istenirken, tam da bu aşamada geçen Kudüs kararı anımsanırsa, kronik bir kaosla, geçici hafıza kayıplarına yol açan şoklar sisteme enjekte edilmektedir.
Kaoslara ve Trump'ın zihniyetini besleyen Huntington'ın "uygarlıklar çatışması" tezinin paydaşları, farklı din ve kültürlere sahip olan bölgesel ve küresel odaklardır. Dönüp dolaştıkları muhafazakarlığın, uluslararası sistemdeki karşılığı realizmden de uzaklaşan bu karmaşa, sistemsizlik, kaos, bölgesel ve küresel krizlere yol açma potansiyeline sahiptir.
Ortadoğu'daki Kürt kartı da, farklı siyasal senaryolarla harekete geçirilmek üzeredir.
Hesaba katılmayanlar da her zaman olduğu gibi Rusya ve Çin'dir. Ve Rusya artık Suriye'deki üsleri ve askeri varlığıyla Ortadoğu ve Doğu Akdeniz'dedir. Çin ise yeni İpek yolu ile İran ve İsrail gibi birbiriyle düşman güçlerle eş zamanlı pragmatik ilişki kurabilen ekonomik ve artık yavaş yavaş siyasi, askeri dev olmak üzeredir.
Spekülatif güç ABD'nin tek yanlı senaryoları, Türkiye'yi de dışlayan manevralarıyla, tehlikeli fantezilere dönüşmek üzeredir...