26 Eylül 2017 Salı

AYRILIKÇI EĞİLİMLERİN KÜRESELLEŞMESİ: BARZANİ ÖRNEĞİ


http://politikaakademisi.org/2017/09/26/ayrilikci-egilimlerin-kuresellesmesi-barzani-ornegi/

25 Eylül 2017’de, Barzani’nin -Irak anayasasında tanımlanan “Kürdistan Bölgesel Yönetimi” sınırları ve dışında “tek taraflı” olarak- düzenlediği ve Irak merkezi hükümeti ve uluslararası kurumlar tarafından tanınmayan referandumda “ezici çoğunlukla” bağımsızlık için evet çıkacağı belliydi. Konu Batı medyasında öylesine romantik bir üslupla ele alınıyor ki, konu Barzani’yi de aşarak, Türkiye, İran ve Suriye’yi kapsayan, “Büyük Kürdistan” haritasına odaklanıyor. İngiltere, Fransa ve Rusya’nın 19. yüzyılda, hatta Rusya’nın  18. yüzyıl sonlarından itibaren pişirdiği, “Kürt devleti hayali”, bir bakıma gerçek oluyor.
Bu süreci sadece, 1990’lardaki gelişmelerin bir uzantısı olarak görmek, elbette tarihsel arka planın bulunmadığı, yüzeysel ve güncel bir çerçevede sıkışmış gündemi ifade ediyor. Şeyh Ubeydullah İsyanı’ndan bu yana, 130 yılı aşan bir zaman diliminde, “ulus inşa etme süreci” artık son aşamada, kendi devletini, bugünün “düvel-i muazzama”sı ile dayatıyor. Sevr’in bugünkü en önemli savunucularından biri olan Mesut Barzani, babası Molla Mustafa Barzani ve dedesinin yolundan gidiyor. Ülkemizde de içselleştirilmiş bir söylemle, 4 ülkeye yayılmış bir halkın devlet kurması gerektiği savı, inşa edilmiş bir hakikat alanıyla bizleri sarmalıyor. Dolayısıyla, Türkiye’de “muhafazakar sağ”dan “sosyalist sol”a uzanan bir yelpazede, deyim yerindeyse kendisini farklı politik kimliklerle ortaya koyan bir lobi, artık “son günü“ beklemenin sabırsızlığı içinde davranıyor.
1916 Sykes-Picot, 1920 San Remo Konferansı ve Sevr Barış Antlaşması’nın yüzyıl sonra, bölge ve dünyadaki gelişmelerle uygulama alanı bulması, pek çok akademik teze hipotez oluşturacak bir problematiği dile getiriyor. Öte yandan, Ortadoğu’daki her bir adım kolaylaştırıcı bir işlev üstleniyor. Suriye Dışişleri Bakanı Velid Muallim’in SANA’ya verdiği mülakatta “Kürt özerkliğine” hazır oldukları mesajını vermesi, 2011 öncesine kadar, kendi Kürtleri’ne yurttaşlık dahi vermeyen rejim açısından hayli ilginç bir manevrayı işaret ediyor (http://www.reuters.com/article/us-mideast-crisis-syria-kurds/damascus-says-syrian-kurdish-autonomy-negotiable-report-idUSKCN1C10TJ).
Rusya’nın hazırladığı “yeni Suriye anayasası”nda, Kürtler’e özerkliğe zaten yer verilmişti (http://theduran.com/russias-constitution-for-syria-is-not-intended-seriously-and-is-just-a-diplomatic-play-full-text-and-analysis/). Öte yandan, sadece Ortadoğu’da değil, Avrupa’nın farklı coğrafyalarında da, tarihsel ayrılıkçı eğilimler siyasallaşmakta, resmi ya da gayrı resmi referandum talepleri ete kemiğe bürünmektedir. İskoçya’da yapılan referandumda, her ne kadar az bir oranla “birlikte kalma” iradesi ortaya çıksa da, yeni referandum talepleri ister istemez dillendirilmektedir. Özellikle Britanya’nın AB’den çıkması süreci, ülke sathında düzenlenen “Brexit” referandumundan sonra ortaya çıkınca, “Scotexit” konusu, yeniden gündeme getirilmiş, ancak genel seçimlerde İskoç Ulusal Partisi (SNP) gerilediğinden, talep şimdilik ertelenmek durumunda kalmıştır. Romanlara konu olan İspanya İç Savaşı’ndan neredeyse 80 sene sonra, yeniden bir çatışma öngörülmese de, Katalonya’nın referandumunu içeren bağımsızlık talebi ise, İspanya içinde siyasal gerilimi arttırmakta ve yeni bir çalkantı riskinden AB ve İspanya içinde korkulmaktadır. 1980’lerde ve 1990’larda Kanada’nın Quebec bölgesinin ayrılma referandumlarında “hayır” çıksa da, her bir referandum, kazanılan özerklik ve imtiyazların artmasına neden olmaktadır.
Dolayısıyla, “ayrılıkçı eğilimler” İskoçya’dan Katalonya’ya, oradan Irak Kürt Bölgesel Yönetimi’ne uzanırken, buna küreselleşme-yönetişim hattından bakmaktan çok, yeni ulus-devlet talepleri olarak değerlendirmek gerekmektedir. Yaşananlar post-modern bir yüzeyden ziyade, “yeni tip bir modernleşme” zemininde görülmektedir. Avrupa coğrafyasında, yaşanan siyasal birikimle belki bu talepler, AB’yi de zayıflatacak, “çok devletli” bir kıta ile sonuçlanabilir. Bununla birlikte, Ortadoğu’da sadece İsrail’in bölge ülkesi olarak desteklediği ve büyük güçlerin hızlandırdığı “Barzani referandumu” ile ortaya konulan talep, kanlı ve kronik bir çatışma ortamını göstermektedir. Üstelik Ruslar’ın hazırladığı anayasa ile PKK/PYD terör yapılanması, “yeni Suriye”de teritoryal bir alanda, siyasi bir antiteye dönüşmek üzeredir. Hatta Türkiye içinde, PKK/KCK terör yapılanmasının belediyeler için öngördüğü “özyönetim” modeli, Suriye’deki sözde kantonal yapılanmayla aynı kapsamda ele alınmaktadır. Bu da, Türk kamu yönetimi içinde yer alan bir kısım belediyelerin, siyasi ve mali anlamda, bir paralel terör yönetimi tarafından manipüle edilmesi anlamını taşımaktadır.
Barzani referandumuna kanımca bir de bu yönden bakmak yerinde olacaktır…

12 Eylül 2017 Salı

BARZANİ REFERANDUMU ÖNCESİNDE İSRAİL’İN KÜRT POLİTİKASI


http://politikaakademisi.org/2017/09/12/barzani-referandumu-oncesinde-israilin-kurt-politikasi/

7 Eylül 2017’de, ABD’deki önemli düşünce kuruluşlarından Washington Institute, İsrail Genelkurmay Başkan Yardımcısı Yair Golan’ı ağırladı. Soru-cevap bölümünde,  General Golan’ın PKK terörü ve Barzani bağımsızlığı hakkında söyledikleri gerçekten inanılmazdı. Türk medyasına da düşen beyanlarında, Golan, İsrail devletini bağlamadığını ifade ettiği sözlerinde, PKK’yı terör örgütü olarak görmediğini dile getirdi (http://www.washingtoninstitute.org/uploads/Documents/other/GolanTranscript20170907-3.pdf).
Aslında İsrail’in Kürt politikasında, Golan’ın da işaret ettiği üzere, 1950’lerin sonundan beri Irak Kürtleri ağırlıklı bir bakış açısı ve gelecek stratejisi mevcuttur.  Irak’ta 1958’de General Kasım’ın gerçekleştirdiği askeri darbeden sonra, Molla Mustafa Barzani, SSCB’den dönerek kendi deyimiyle devrime  destek vermişti. SSCB’ye ise, İran’ın SSCB tarafından geçici olarak Britanya ile eşzamanlı işgal edildiğinde, SSCB destekli kukla Mahabad Kürt devletinin bileşenlerinden biri olmak için geldiği ve İran merkezi kuvvetlerinden kaçmak zorunda kaldığı İran’dan gelmişti. 12 senelik sürgünden sonra, Irak’a geçtiğinde, beklentisi “özerklik” idi. Kasım’dan beklediği vaatlerin yerine gelmemesi üzerine, 1962-1975 arasında Irak’ta bir Kürt ayaklanması başlattı. Bu ayaklanmaya, 1958 darbesinden sonra SSCB’ye yaklaşan Kasım’ı destabilize etmek için bölgedeki  ABD müttefikleri, “Şah’ın İran’ı” ve İsrail destek verdi.  Türkiye, kendi iç ahengini bozmamak adına, ayaklanmaya sempatik bakmadığı gibi, tedirginlik yaşadı. ABD müttefikleri arasındaki çelişkiler bir yana, İsrail, “Arap olmayan bir bölgesel müttefik” kazanma uğruna Irak’ta özel bir Kürt politikası izledi. 1975’te Irak’ın ABD ile ilişkileri düzelmeye başlayınca, İran Kürt hareketine verdiği desteği kesti ve iki ülke arasında Cezayir Antlaşması imzalandı. Irak merkezi kuvvetleri Barzani liderliğindeki Kürt aşiretlerine saldırınca, İran sınırı kapadı ve yeni katliamlar gerçekleşti.
İsrail, doğrudan olmasa da dolaylı destek politikasına devam etti. Kültürel ve antropolojik çalışmalar, akademik faaliyetler, bu alanda kesifleşti. Zaman zaman psikolojik harp teknikleriyle, Barzani’nin Yahudi olduğu efsaneleri üretildi. Bu yakınlaşma için çıkarılan tevatürler, ne kadar devlet kaynaklıydı elbette bilinemez. Ve İsrail’in “Kürt politikası” başlığından ziyade “Barzani politikası” demek, belki belli bir süreç için daha isabetli olurdu.
İran-Irak Savaşı arasında, göreli anlamda hareket serbestisi kazanan Barzani ve Talabani çizgisi, savaş sonrası Halepçe Katliamı’nın darbesini alsa da, ne zaman ki Birinci Körfez Savaşı sonrası, 36. Paralel’in kuzeyi, BMGK kararıyla “uçuşa yasak bölge” ilan edildi, güvenliği İncirlik’te konuşlanan uluslararası Çekiç Güç tarafından sağlandı, işte o zaman bölgenin yazgısı, Kürtler’in kaderi değişti.
Seymour Hersh’in 2004 yazında The New Yorker’da kaleme aldığı “Plan B” makalesinde de görüldüğü üzere, gerek iki Körfez Savaşı, gerekse de İkinci Körfez Savaşı (Irak Savaşı) sonrasında, Barzani’nin “Peşmergeleri”, İsrail Ordusu’ndan emekli olduğu ya da istifa ettiği rivayet edilen seçkin subayların oluşturduğu Mistaravim tarafından eğitildi (https://www.newyorker.com/magazine/2004/06/28/plan-b-2). Barzani, 2005’te ABD’nin hazırlattığı ve oylattığı “yeni Irak federal anayasasıyla” özerkliğe kavuşurken, artık Peşmergeleri de ordulaşmıştı. Gün geçtikçe gerek iktisadi, gerekse de askeri açıdan, Irak devletinden fiilen uzaklaşmaya başladı.
Daha geçen ay İsrail Başbakanı Netanyahu’nun –Jerusalem Post’un haberine göre- ülkesini ziyaret eden ABD Kongresi’nden 33 Cumhuriyetçi milletvekiline “Kürtler bağımsız devlet sahibi olmalı” dediğini bir yere kaydedelim (http://www.jpost.com/Middle-East/Netanyahu-to-Congressmen-Kurds-should-have-a-state-502336).
Barzani ise, Türkiye’nin kurucu antlaşması Lozan’a atıfta bulunarak, “Lozan Antlaşması’ndan bu yana bağımsızlığı hayal ediyoruz. Bölgedeki yeni gerçekler Ortadoğu haritasını yeniden çiziyor. Söz konusu antlaşmada Osmanlı İmparatorluğu’ndan geri kalanlardan Kürtlere bir devlet sağlanması taahhüdüne uyulmadı” dedi (http://www.aljazeera.com.tr/haber/barzani-lozandan-beri-bagimsizligi-hayal-ediyoruz).
1991’den sonra, 1916 Sykes Picot ve 1920 San Remo düzeni anımsatılırken, bölgedeki işgaller ve iç çatışmaların nasıl sonuçlar yarattığı görülmektedir. 2011 sonrası, Suriye’deki kaosta Türkiye üzerinden bölgesel vesayet hesapları yapılırken, Suriye’nin kuzeyinde PKK terör örgütünün ikiz yapılanması PYD, kantonal yapı egzersizlerinde, ABD ve Rusya’nın desteğini aldı. Hatta Ruslar’ın hazırladığı yeni anayasa taslağında, “PYD bölgesine özerklik” bile tanımlandı (https://www.memri.org/reports/russian-draft-proposal-new-syrian-constitution). Barzani ve PYD arasında ne kadar uzlaşmaz çelişkiler olduğu savlansa da, ikiz bir özerkliğin, Akdeniz’den İran sınırına bir “büyük Kürdistan” hayalini, Araplar devletsizleşirken, Kürtler için mümkün kılan bir altyapıyı hazırladığı gözüküyor.
İsrail’in Barzani politikasının yanısıra, PKK-PYD hattında, her ne kadar General Golan görüşlerinin kendi devletini bağlamadığını iddia etse de, Hizbullah-İran-Esad tehdidine karşı Suriye’de PYD’yi, Irak’taki İran vesayetindeki merkezi yönetimine karşı Barzani’yi desteklemesi sadece İran karşıtlığıyla açıklanabilir mi?
Türkiye açısından bakılacak olursa, iktidar partisinin büyük kongresinde “Türkiye seninle gurur duyuyor” diye karşılanan Barzani, Nakşilik ve ABD müttefikliği zemininde, 2007 Beyaz Saray zirvesi sonrası Türkiye’nin resmi ilişki kurduğu bir antitenin başıdır. 1991-2003 arası, Türkiye’nin de katkılarıyla, ekonomik bir temel kazanmıştır. Her ne kadar siyasal iktidar Barzani referandumuna resmi söylemde karşı çıksa da, asıl kaygıyı, domino etkisi ve Suriye’deki PKK-PYD terörü çerçevesinde hissetmektedir.
Parçalanan Ortadoğu’da Kürt devlet/devletçikleri, İsrail açısından nefes alma kanalları mıdır? İsrail’in görev süresi  bitmekte olan ve Türkiye’de veda ziyaretlerini gerçekleştiren İstanbul Başkonsolosu Shai Cohen, Hürriyet’e verdiği mülakatta “Kürt devleti konusunda İsrail bir taraf değil” demiştir (http://www.hurriyet.com.tr/kurt-devleti-konusunda-israil-bir-taraf-degil-40574911). Bununla birlikte, ortaya konulan politika, “Kürt bağımsızlığı”nın İsrail’in bölgede 1950’lerden beri geliştirdiği siyasalarda politikasının bir unsuru haline getirildiğini net biçimde göstermektedir.
Türkiye-İsrail ilişkileri normalleşirken, Barzani yaklaşımındaki koşutluklar, PKK-PYD teröründe siyasi açmaza dönüşmektedir. Barzani referandumu öncesi, İsrail, Kürt politikasında artık daha açık konuşmaktadır. Yaşanan gelişmeler, ABD-Rusya dahil, küresel ve bölgesel aktörlerin hesaplarını bir kez daha bozacak bir içeriktedir. Türkiye ise bu parantezde  ne yazık ki daha yapısal sorunlara gebedir…
Yrd. Doç. Dr. Deniz TANSİ