http://politikaakademisi.org/2016/02/11/suriyedeki-ikiz-yapilanma/
Ortadoğu’daki baş döndürücü gelişmeler, Suriye-Irak hattında, Doğu Akdeniz’den Basra havzasına ulaşan bir alanda; Araplar’a “devletsiz”, Kürtler’e “çok devletli”, diğer unsurlara da “belirsiz” bir ortam yaratmakta ve bölgede yeni dengeler her an değişmektedir. Eylül 2015’ten itibaren Rusya’nın Suriye’deki konumunu kalıcı hale getirmesiyle, ülke içinde, Şam-Lazkiye zeminindeki BAAS yapılanması, Suriye’nin kuzeyinde oluşan PYD ve silahlı kolu YPG’nin domine ettiği kantonal yapılanmalarla fiilen işbirliğine girdi. Esad, Suriye’de 5 yıldan beri süren kaotik zeminde, daha sürecin başında kuzeyi fiilen PYD’ye bırakmış ve Şam-Lazkiye çevresini korumayı tercih etmiştir. 2008 Ağustos’unda Rusya-Gürcistan arasında süren Kafkas Savaşı sırasında yeniden faal hale gelmesine izin verilen ve SSCB döneminde etkin olan Lazkiye yakınlarındaki Tartus deniz üssü anımsanırsa, demek istediğimiz daha iyi anlaşılabilir.
Baba ve oğul Esad döneminde yurttaş olmalarına bile izin verilmeyen Suriye Kürtleri’nin, bölgedeki kaosun ardından aktif bir aktör haline gelmesi sürpriz değildir. Daha önceleri Suriye Kürtleri Ulusal Konseyi (SKUK) çerçevesinde Barzani’nin bizzat vesayet almaya çalıştığı Suriye Kürt hareketi, PYD’nin farklı bir antite kurmasıyla, pazarlıklarda önemli bir konuma gelmiştir.
Türkiye açısından işin en sorunlu noktası, sadece Rusya’yla değil, ABD ile de PYD konusunda çelişen bir zeminde olunmasıdır. Suriye ve bölgeye yönelik dış müdahaleler, hep “IŞİD’e karşı olma” argümanıyla meşrulaştırılmaktadır. Rusya’nın varlığı, Esad’ın Batı tarafından “kerhen” tercih edilmesi ve PYD’nin militan gücü ve eylemleri ve kurduğu fiili siyasi varlık, hep bu gerekçeyle zemin kazanmaktadır. Oysa ülkemizde, PKK terör örgütünün “ikiz yapılanması” PYD’dir. İki seçim arası dönemde, Temmuz 2015’ten itibaren, PKK terör örgütünün KCK yapılanması aracılığıyla “özyönetim” başlığında başlatılan terör eylemleri bir rastlantı değildir. Bunun nedenlerini sadece iç siyasal gelişmelerde değil, bölgesel konjonktürel değişimlerde de aramak gerekmektedir. Bu çerçevede, Şubat 2015 “Dolmabahçe mutabakatı”na kadar süren “çözüm süreci” ve “Başkanlık-özerklik” yüzeyindeki anayasa değişikliği pazarlıkları gündeme getirilebilir. Hatta PYD lideri Salih Müslim’in yakın zamana kadar Ankara’nın gediklisi olduğu da anımsatılabilir. Konu, İmralı adasında bürokratik yetkililerle terör örgütü başı Öcalan’ın diyalogları ve Oslo’da gerçekleştirildiği iddia edilen görüşmeler bağlamında da ele alınabilir.
Ancak koşullar, PYD antitesi ve PKK terör örgütü arasındaki ilişkileri, Türkiye’nin kendi içinde ve bölgedeki siyasaları açısından keskin bir viraja yuvarlamıştır. Bir yandan “terörle müzakere” savlarından “terörle mücadele” konseptine yeniden dönülürken, öte yandan, terör örgütünün sivil yerleşimlerin içindeki varlığı, bu zeminde mücadele sırasında sivillerin zarar görmesi, yaşamlarını kaybetmeleri, maddi hasarlar ve başka tartışmaları kamuoyunda canlı tutmuştur. Türkiye, elbette terörle mücadele edecektir. Bunu gerçekleştirirken, ne kadar zor olursa olsun, terörist-sivil arasındaki ayrımı yapacak ve hukuk devleti ve insan hakları çerçevesinde bu görevini yerine getirecektir. Terör örgütü, kendince “sivil kalkışma” olarak dünya kamuoyuna ilan etmeye çalıştığı eylemlilik sürecinde, özellikle sivillerin gördüğü her tür zararı kendi görüşlerini meşrulaştırmak için kullanmakta ve “ikiz yapılanması” PYD’nin, Rusya ve ABD tarafından da olumlu karşılanan varlığını, deyim yerindeyse bu ülkelere sırtını yaslamak için kullanmaktadır.
ABD Dışişleri Bakanlığı sözcüsü John Kirby’nin, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “ya PYD, ya da bizi seçin” çıkışına, PYD’nin silahlı yapılanması YPG’yi terörist görmediği değerlendirmesini dile getirdiği üst üste açıklamaları, Türkiye için, çetin koşulların varlığını daha da sorunlu hale getirmektedir. Bkz: 1. Açıklama:http://www.radikal.com.tr/dunya/abd-disisleri-bakanligi-sozcusu-kirby-pydyi-terorist-orgut-olarak-gormuyoruz-1507473/?-disisleri-bakanligi-sozcusu-kirby-ypgyi-terorist-orgut-olarak-gormuyoruz-1507473&, 2. Açıklama: http://www.dha.com.tr/-abdden-bir-pyd-aciklamasi-daha_1133546.html. Bu zeminde, “içimizdeki Suriye”nin de etkisiyle, Türk kamuoyunda PYD ve IŞİD konusunda, diğer alanlardaki kutuplaşmanın da etkisiyle ayrılan cepheler, yaşanılan değişimin farkına varamamanın ve bölgedeki kaosun çığ gibi üzerimize yuvarlanma tehlikesini görememenin verdiği bir durumu işaret etmektedir.
“IŞİD’in misyonu bitmiş midir” sorusu içinse biraz daha beklemek söz konusudur. Rusya’nın öncülüğünde Suriye Ordusu’nun Halep’e ilerleyen operasyonları, BAAS bölgesi ve PYD arasındaki “Yeni Suriye”nin ipuçlarını vermektedir. Belki de bundan sonra yeni bir federasyon gündeme gelecektir. IŞİD’e ise, Büyük Suriye Çölü kalmış gibi gözükmektedir. Ancak IŞİD terörünün siyasal varlığı, Irak’taki Diyala eyelatine kadar uzanan bir derinliği halen korumaktadır. Musul’a yönelik olası bir Batı operasyonu olmazsa, Rusya bu noktada “rol kapma” yarışına girer mi? Şimdilik erken bir soru ve yanıtı oldukça zor… Libya’dan Afganistan’a yerkürede yaşanan “stratejik boşluk”ta yapılanan IŞİD, uzun vadeli bir varlık gösterme potansiyeline, bugünkü olanaklarına karşın sahip değildir. Üstelik artık Rusya da bölgede somut olarak vardır ve belirleyici bir küresel aktördür. ABD ise, sadece Türkiye ile değil, Barzani ile de ortak bir parantezde hareket etmektedir. Türkiye’deki siyasal iktidar ile Barzani sıkı birer müttefik olsalar da, PYD konusunda, Türkiye ve Barzani’nin ortak bir tedirginliği vardır. Bununla birlikte, Barzani, Kobani olayları sırasında PYD ile aradaki hendekleri kapatmak durumunda kalmıştır.
Bölgedeki kaotik değişimde hızla yalnızlaşan iki ABD müttefiki, Doğu Akdeniz’de ilişkileri yeniden tesis etmeye hazırlanmaktadır. İsrail’le yaşanan Mavi Marmara gerilimi, ardından Türkiye’nin 2011 Palmer Raporu’ndan sonra sunduğu koşullar, 2013’de Obama’nın İsrail gezisi sırasında İsrail Başbakanı Netanyahu’nun “özür” koşulunu yerine getirmesi ve normalleşme açısından tazminat ve abluka maddelerinin tamamlamasını beklemektedir. 9 Şubat’ta Erdoğan’ın kabul ettiği ABD’deki Yahudi lobisinin üst düzey temsilcileri (http://www.tccb.gov.tr/haberler/410/38770/turk-musevi-cemaati-lideri-ibrahimzadeh-cumhurbaskanligi-kulliyesinde.html) ve 10 Şubat’ta İsviçre’de görüşmesi beklenen Türk-İsrail heyetleri (http://www.haaretz.com/israel-news/.premium-1.702317), bölgedeki değişimin her iki ülke yönetimleri tarafından da görüldüğünü işaret etmektedir. Doğu Akdeniz’den Ortadoğu içlerine dayanan Rusya vesayetindeki BAAS-İran-Hizbullah üçgeni, iki ülkede de endişe yaratmış, dahası İsrail doğalgazının Batı piyasalarına ulaştırılmasında da Türkiye kilit ülke haline gelmiştir. Bölgede Kürt politikasına 1950’lerden beri destek veren İsrail’in, PYD’ye ise çok sempatik baktığını söylemek zordur; üstelik yıkılmasını kısa vadede olumlu bakmasa da, eli güçlenen bir Esad’dan hoşnut olmayacağı da açıktır.
Kısacası, Suriye’de PKK terör örgütünün “ikiz yapılanması”, ülkemiz ve bölge açısından yeni bir kaos zincirini tetikleme potansiyelini içinde barındırmaktadır.