22 Ekim 2015 Perşembe
11 Ekim 2015 Pazar
İKİ SEÇİM ARASI TERÖR...
10 Ekim 2015'te yüzü aşkın yurttaşımızın yaşamını kaybettiği terör saldırısından önce, bu yazıyı "iki 11 arası" başlığıyla tasarlamıştım. Zira 7 Haziran sonrasında, 11 Temmuz'da PKK terör örgütünün KCK yapılanması aracılığıyla, 2013 sonrasından beri süren "sözde ateşkes" kararını sonlandırdığı ve terör saldırılarının yoğunlaştığı sürecin, 11 Ekim 2015'te bu kez terör örgütünün Kongra-Gel kolu aracılığıyla bittiği "eylemsizlik" kararıyla ilan edilecekti.
Dün yaşanan saldırı, Suruç'a benzer nitelikler taşımakla birlikte, ülkemizin tarihinde, yaşanan kitlesel olaylar dışında, "en kanlı terör saldırısı" olarak kayıtlara geçti. Resmi veriler zemininde, "iki canlı bomba"dan, kilolarca TNT kalıplı ve bilyelerle takviye edilmiş patlayıcılardan söz ediliyor. Ne yazık ki, Ortadoğu'ya "ayar" vermeye çalışan, bölgesel güç olma iddiasındaki anlayış, bölgesel ve küresel terör örgütlerinin etkinliklerine sahne olan bir yumuşak dokunun varlığına vesile oldu.
2011'den beri Suriye özelinde başlayan, Esad karşıtı militan güçlerle yakın markaj yürütülen siyasalar, iflas etti. Rusya'nın Suriye'de IŞİD'e ve diğer rejim karşıtı İslamcı gruplara karşı başlattığı havadan ve denizden saldırılar, karadan Esad güçlerinin Rusya yardımıyla sürdürdüğü "kara harekatı", Suriye'de zor durumda kalan örgütlerin dikkatini Türkiye içine yöneltti. Reyhanlı, Diyarbakır, Suruç ve Ankara'da benzer içerikli terör olaylarının gerçekleşmesi, ülkemizin "Ortadoğululaşması" çerçevesinde işaret edicidir.
"Stratejik derinlikle", bölgesel vesayet arayışı, ülke içi yoğun güvenlik kaygısına dönüşmüştür. İktidar mevkilerinden ve yandaş medyasından kamuoyuna yönelik sistemli olarak kullanılan gergin ve kutuplaştırıcı söylem, "ortak acılar" karşısında "birlik" şansını azaltırken, ülke 1970'li ya da 1990'li yıllardan kalma senaryolarla çalkalanmaktadır.
Kasım 1996'daki Susurluk kazasından sonra, günümüzdeki siyasal iktidarın, bir önceki versiyonu koalisyonun büyük ortağıyken, Erbakan, başbakan sıfatıyla, Susurluk karşıtı gösterileri, "glu glu dansı" diyerek hafife almıştı. Günümüzde ise, organize suç örgütü liderleri, sözde terör karşıtı mitingler düzenleyip, "oluk oluk kan akıtacağız" diyorlar, haklarında en ufak takibat, en azından şimdiye kadar açılmıyor.
Susurluk'ta, siyaset-mafya-bürokrasi üçgeninde, devlet içine sızmış ve devlete paralel bir yönetim anlayışı kuran gruplar, "derin devlet" adıyla ortaya çıkarılma yüzeyine gelmişti. Bugün "paralel"den anlaşılan, sadece Gülen grubunun varlığı zemininde tartışılmaktadır. Elbette söz konusu grup ta, yargı ve bürokraside, siyasal iktidarın ses çıkartmadığı bir ortamda, devleti yozlaştran, meşru düzeni kuşatan bir yapılanma içerisine girmişti.
Bugünlerde Gülen grubunun teşhir edilmesi, yolsuzluk soruşturmalarından sonra gündeme gelmiştir. Öte yandan, 11 Temmuz-10 Ekim 2015 arasındaki terör dalgalarında, 130'u aşkın asker ve polisimiz şehit olurken, devletin meşru güçlerini yok sayan, durumdan vazife çıkartıp, "oluk oluk kan akıtmaya" yemin eden organize suç grupları, ülke içindeki demokratik yapı ve anayasal düzeni tehdit eder nitelikte çıkışlar yapmaktadırlar.
1 Kasım 2015 tekrar seçimleri öncesi, "kanlı bir seçim kampanyası" görünümü, ülke siyasetine ve dış dünyaya maalesef verilmiş durumdadır.
Terörün dünya üzerinde değişmeyen bir stratejisi vardır.
1- Kanlı saldırılarla toplumu korkutmak,
2- Sindirilmiş toplumu belli konularda nötralize etmek, sözde tarafsızlık sağlamak,
3- Sinmiş kitleleri yanına çekmek
Türkiye, bölücü ve İslamcı akımların terörünün yanısıra, bölgesel ve küresel terör tehditleriyle baş başa bırakılmıştır. Bir de çeteler, "durumdan vazife çıkararak", meşru devlet otoritesini yok sayar duruma gelmişlerdir.
10 Ekim'deki hain terör saldırısında yaşamını yitiren yurttaşlarımıza Tanrı'dan rahmet diler, yaralılara acil şifalar temenni ederken, bir kez daha düşünmeliyiz.
1 Kasım'da sandık mutlaka kurulmalı, teröre asla teslim olunmamalı, terör faillerinin bulunması için toplumsal baskı kurulmalı ve DEMOKRASİ'den asla ödün vermeyen bir "ortak irade" ortaya konulmalıdır.
Türkiye komplo teorilerinin ve kanlı tezgahların değil, hür ve demokratik siyasetin, kardeşçe mutlu yaşamanın, eşit yurttaşlığın, laik, sosyal, hukuk devletinin yurdu olmalıdır.
Atatürk'ün bu ülkede ifade ettiği laik Cumhuriyet modeli, evrensel demokrasiyle, Ortadoğu, Balkanlar, Kafkasya ve Orta Asya'ya örnek olacak, Batı'yla bu yüzeyde ortaklıklarını sürdürecek bir vizyon sergilemelidir.
Yarın çok geç, bugün de kaybedilmiş olmadan...
Dün yaşanan saldırı, Suruç'a benzer nitelikler taşımakla birlikte, ülkemizin tarihinde, yaşanan kitlesel olaylar dışında, "en kanlı terör saldırısı" olarak kayıtlara geçti. Resmi veriler zemininde, "iki canlı bomba"dan, kilolarca TNT kalıplı ve bilyelerle takviye edilmiş patlayıcılardan söz ediliyor. Ne yazık ki, Ortadoğu'ya "ayar" vermeye çalışan, bölgesel güç olma iddiasındaki anlayış, bölgesel ve küresel terör örgütlerinin etkinliklerine sahne olan bir yumuşak dokunun varlığına vesile oldu.
2011'den beri Suriye özelinde başlayan, Esad karşıtı militan güçlerle yakın markaj yürütülen siyasalar, iflas etti. Rusya'nın Suriye'de IŞİD'e ve diğer rejim karşıtı İslamcı gruplara karşı başlattığı havadan ve denizden saldırılar, karadan Esad güçlerinin Rusya yardımıyla sürdürdüğü "kara harekatı", Suriye'de zor durumda kalan örgütlerin dikkatini Türkiye içine yöneltti. Reyhanlı, Diyarbakır, Suruç ve Ankara'da benzer içerikli terör olaylarının gerçekleşmesi, ülkemizin "Ortadoğululaşması" çerçevesinde işaret edicidir.
"Stratejik derinlikle", bölgesel vesayet arayışı, ülke içi yoğun güvenlik kaygısına dönüşmüştür. İktidar mevkilerinden ve yandaş medyasından kamuoyuna yönelik sistemli olarak kullanılan gergin ve kutuplaştırıcı söylem, "ortak acılar" karşısında "birlik" şansını azaltırken, ülke 1970'li ya da 1990'li yıllardan kalma senaryolarla çalkalanmaktadır.
Kasım 1996'daki Susurluk kazasından sonra, günümüzdeki siyasal iktidarın, bir önceki versiyonu koalisyonun büyük ortağıyken, Erbakan, başbakan sıfatıyla, Susurluk karşıtı gösterileri, "glu glu dansı" diyerek hafife almıştı. Günümüzde ise, organize suç örgütü liderleri, sözde terör karşıtı mitingler düzenleyip, "oluk oluk kan akıtacağız" diyorlar, haklarında en ufak takibat, en azından şimdiye kadar açılmıyor.
Susurluk'ta, siyaset-mafya-bürokrasi üçgeninde, devlet içine sızmış ve devlete paralel bir yönetim anlayışı kuran gruplar, "derin devlet" adıyla ortaya çıkarılma yüzeyine gelmişti. Bugün "paralel"den anlaşılan, sadece Gülen grubunun varlığı zemininde tartışılmaktadır. Elbette söz konusu grup ta, yargı ve bürokraside, siyasal iktidarın ses çıkartmadığı bir ortamda, devleti yozlaştran, meşru düzeni kuşatan bir yapılanma içerisine girmişti.
Bugünlerde Gülen grubunun teşhir edilmesi, yolsuzluk soruşturmalarından sonra gündeme gelmiştir. Öte yandan, 11 Temmuz-10 Ekim 2015 arasındaki terör dalgalarında, 130'u aşkın asker ve polisimiz şehit olurken, devletin meşru güçlerini yok sayan, durumdan vazife çıkartıp, "oluk oluk kan akıtmaya" yemin eden organize suç grupları, ülke içindeki demokratik yapı ve anayasal düzeni tehdit eder nitelikte çıkışlar yapmaktadırlar.
1 Kasım 2015 tekrar seçimleri öncesi, "kanlı bir seçim kampanyası" görünümü, ülke siyasetine ve dış dünyaya maalesef verilmiş durumdadır.
Terörün dünya üzerinde değişmeyen bir stratejisi vardır.
1- Kanlı saldırılarla toplumu korkutmak,
2- Sindirilmiş toplumu belli konularda nötralize etmek, sözde tarafsızlık sağlamak,
3- Sinmiş kitleleri yanına çekmek
Türkiye, bölücü ve İslamcı akımların terörünün yanısıra, bölgesel ve küresel terör tehditleriyle baş başa bırakılmıştır. Bir de çeteler, "durumdan vazife çıkararak", meşru devlet otoritesini yok sayar duruma gelmişlerdir.
10 Ekim'deki hain terör saldırısında yaşamını yitiren yurttaşlarımıza Tanrı'dan rahmet diler, yaralılara acil şifalar temenni ederken, bir kez daha düşünmeliyiz.
1 Kasım'da sandık mutlaka kurulmalı, teröre asla teslim olunmamalı, terör faillerinin bulunması için toplumsal baskı kurulmalı ve DEMOKRASİ'den asla ödün vermeyen bir "ortak irade" ortaya konulmalıdır.
Türkiye komplo teorilerinin ve kanlı tezgahların değil, hür ve demokratik siyasetin, kardeşçe mutlu yaşamanın, eşit yurttaşlığın, laik, sosyal, hukuk devletinin yurdu olmalıdır.
Atatürk'ün bu ülkede ifade ettiği laik Cumhuriyet modeli, evrensel demokrasiyle, Ortadoğu, Balkanlar, Kafkasya ve Orta Asya'ya örnek olacak, Batı'yla bu yüzeyde ortaklıklarını sürdürecek bir vizyon sergilemelidir.
Yarın çok geç, bugün de kaybedilmiş olmadan...
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)