[Doktora tezimden faydalanarak, 12 Eylül 1980 müdahalesini değerlendirdirmiştim. http://dtansikemalizm.blogspot.com/2008/09/12-eyll-ilimli-islama-giden-yol.html]
Evren'in ölümüyle birlikte, bu korkunç tarihi yeniden paylaşıyorum...
Türkiye, 12 Eylül 1980 askeri müdahalesine doğru giden günlerde, sokaktaki şiddetin yoğunlaştığı, yeni ekonomik programın (24 Ocak 1980), artan pahalılığın kitleleri yıldırdığı,küresel kapitalizme entegrasyonun sancılarının hissedilmeye başlandığı bir süreci yaşamakadır. Yeni ekonomik modelin, ancak otoriter bir yönetim altında uygulanabileceği ana muhalefet CHP’nin lideri B.Ecevit tarafından ifade edilmiştir. B.Ecevit’in söz konusu konuşmayı yaptığı gün, Konya’da MSP, ‘Kudüs’ü Kurtarma’ mitingi düzenlemiş, İstiklal Marşı çalınırken, partililerin bir bölümü oturmayı tercih etmiştir.[1] Bu unsurların yanısıra, komünizm tehdidi savlarının SSCB’nin Afganistan’ı işgaliyle güçlenmesi, olası Sovyet işgali düşüncesinin zemin bulması,Türkiye'deki Sol hareketlerin Sovyetler’in ‘5.kolu’ olarak görülmesi, antikomünizm eksenini geliştirmiştir. İran İslam Devrimi ise, ‘irtica’ korkusunu beslemiştir. ABD’nin, Afganistan ve İran’daki çıkarlarının zedelenmesi, Türkiye’nin önemini arttırmıştır. Türkiye’nin ‘kaybedilmesi’riski üzerine, artan şiddetin bastırılması, Türkiye’nin istikrara kavuşturulması gereksinimi, gündeme gelmiştir. Bu çerçevede, mevcut siyasal yapılardan çok, kamuoyunda yıpranmamış, toplumun en çok güvendiği kurum olan Türk Silahlı Kuvvetleri’nin, ‘devleti kurtarma’ beklentisi çoğalmıştır. ‘Devleti kurtarma’, Osmanlı’nın Tanzimat döneminden beri, Türk aydınının, öncelikli refleksiolmuştur. Bu beklenti iç ve dış dinamiklerle beslenmiştir. 12 Eylül 1980 askeri müdahalesi, NATO doktrinleri çerçevesinde, antikomünizm ekseninde, ‘devleti kurtarma’ve ‘istikrara kavuşturma’ söylemiyle gerçekleştirilmiştir. Kamuoyu, sokakta artan şiddet çerçevesinde, ‘kurtarıcı’beklemeye koşullandırılmıştır. Askeri yönetim, her tür siyasal ideolojiyi bastırarak, sözde Atatürkçülüğü ya da ‘Atatürk Milliyetçiliği’ni ön plana çıkarmıştır. Bu noktada, MHP’nin milliyetçiliğine tahammül edememiş, zira kendisinin dışında bir milliyetçi yapılanmayı kabul etmemiştir. Askeri yönetimin milliyetçiliğinin dış dinamiği NATO doktrinleri çerçevesinde antikomünizm ekseni, bu bağlamda SSCB’ye karşı ‘yeşil kuşak’ oluşturma stratejisine katkıda bulunma, içeride ise komünizme karşı dinci siyasetin kullanılması, sözde ‘Atatürk Miliyetçiliği’nin eş zamanlı olarak tek ideoloji olarak benimsetilme gayretlerini ifade etmektedir. Bu çelişik çabalar,‘Atatürk Milliyetçiliği’nden yola çıkıp, ‘Türk-İslam Sentezi’ne varacaktır.
MİLLİ GÜVENLİK DEVLETİ12 Eylül 1980’de, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin yönetime el koymasında, pek çok neden gösterilmektedir. B.Tanör, müdahaleyi gerçekleştiren Milli Güvenlik Konseyi’nin adının, ABD’nin 1960’larda ürettiği ‘Milli Güvenlik Devleti Doktrini’[2]nden esinlenilerek konulduğunu belirtmektedir.[3]
Türkiye, müdahale öncesi, yaşanan ekonomik ve siyasal karmaşa, sokak terörü açısından, uluslararası alanda, kaygı verici boyutlarda izlenmekteydi. Zira, Türkiye SSCB’nin komşusu, tek NATO ülkesi olması dolayısıyla, iç istikrarını, silahlı kuvvetlerini güçlü tutmak durumundaydı. 1980’lerin başında, ABD; Türkiye, İran ve Afganistan üçgeninde,Afganistan’ı SSCB’nin işgali, İran’da İslam Devrimi’nin gerçekleşmesiyle, geriye kalan Türkiye seçeneğinin de ‘kaybedilmesi’ endişesini taşımaktaydı. Konuyla ilgili, ABD Başkanı J.Carter, görevinden ayrıldıktan sonra yaptığı bir gezide Türkiye’ye uğradığında, 12 Eylül müdahalesiyle ABD’nin ferahladığını, Afganistan ve İran’dan sonra Türkiye’nin istikrarının da kendileri için son derece önemli olduğunu ifade etmiştir.[4] ABD’nin Milli Güvenlik Doktrini, 12 Eylül 1980 Müdahalesi’nin stratejik hedeflerini de şöyle belirlemiştir: Otoriter bir askeri rejim altında, antikomünizm ekseninde ‘Türk Milliyetçiliği’ ve İslami siyasetin bir arada tutulması, bu bağlamda bir yandan Atatürk Milliyetçiliği söylemi kullanılırken, bir yandan da ‘Türk-İslam Sentezi’nin benimsenmesidir. Bu siyasal ve ideolojik duruş, hem 12 Eylül yönetiminin, hem de ardından gelen ANAP iktidarlarının, temel doktrini olacaktır.Bu bağlamda, 12 Eylül 1980 rejiminin milliyetçi söylemi, NATO doktrinleri çerçevesinde oluşmuş bir içerikte yaşama geçmiştir. Milliyetçi söylem; müdahalenin lideri Kenan Evren’in, müdahale günü yaptığı konuşmadan, MGK üyeleriyle birlikte çıktığı yurt gezilerinde ‘halka hitaben yaptığı’konuşmalarda açıklıkla görülmektedir. K.Evren, askeri yönetimin yaptığı icraatı, kamuoyuna açık hava mitingleri ve tek kanallı televizyon aracılığıyla duyurmakta; siyasal meşruiyetini bu biçimde oluşturmaya gayret etmektedir. Askeri yönetimin ideolojik duruşunu, siyasal-toplumsal-ekonomik konulara bakış açısını, konuşmaların mesajlarından algılamak mümkün gözükmektedir.
K.Evren’in tek yanlı propagandası, Hitler’in Kavgam adlı eserinde başarılı propaganda için saydığı kuralları anımsatmaktadır: “a- az sayıda ve belirli düşünceyi, basmakalıp ifadeler kullanarak, sürekli biçimde tekrar edin ve tarafsızlıktan kaçının b- tartışmanın sadece bir yönünü ortaya koyun c- devlet düşmanlarını sürekli biçimde eleştirin d- özellikle yermek için belirgin bir düşman yaratın”[5] K.Evren, devletin komünizm tehdidi içerisinde olduğunu sürekli anımsatarak, ‘milli birlik ve beraberlik’le söz konusu sorunun aşılacağını dile getirmiştir. Karşıt görüşlere süreki atıfta bulunarak, farkında olmadan, düşman ilan ettiği görüşlerin propagandasını yapmıştır. A.Bektaş dikey propaganda türüne yakın olarak gösterdiği bu tür propagandanın, otoritesini kullanan bir siyasal önder tarafından, yukarıdan aşağıya doğru yapıldığını, kitle iletişimin tüm yönlerinin kullanıldığını ve kapsayıcı olduğunu ifade etmektedir. “Dikey propagandada, önderin şevk ya da nefret dolu haykırışları, kalabalığın haykırışlarının bir parçası olmakla birlikte, önder, kalabalıkla iletişime girmez, kalabalığın haykırışları, önderi sadece onaylamak anlamına gelir. Dikey propaganda, gerçekleştirilmesi en kolay olmakla birlikte, etkisi kısa sürede kaybolan propaganda türü olarak değerlendirilmektedir.” [6] K.Evren’in konuşmaları, özellikle, sivil yönetime geçiş arefesinde etkisini iyice kaybetmiş, hatta, T.Özal’ın seçim başarısında, K.Evren’in, seçimden bir gece once, T.Özal aleyhinde yaptığı televizyon konuşmasının etkili olduğu savlanmıştır.
Günümüzde, Ilımlı İslam'a dayanan AKP iktidarının oluşmasında en büyük pay 12 Eylül yönetiminindir.
Fethullah Gülen hareketi, 12 Eylül'den başlayarak, diğer sivil iktidarlar döneminde de süreklilik kazanmış, devleti cemaatleştirme noktasına getirmiştir. 12 Eylül zihniyeti, İslam'ı devletleştirmeye çalışırken, devleti İslamlaştırmıştır. Zorunlu din dersi, sendikalizm, siyasal partiler ve demokratik kitle örgütleri yerine, tarikat ve cemaatlerin desteklenmesi, adım adım ülkeyi çıkmaz bir sokağa götürmüştür.
Sosyal devlet yerine, cemaatlerin DENİZ FENERİ örneğindeki örgütlenmeleri, Fatih Altaylı'nın 11 Eylül tarihli Habertürk'ün internet yayınındaki köşesinde ifade ettiği gibi, alternatif bir sivil toplum yaratmıştır.
İktidar, Kenan Evren'e plaket verse yeridir. Öte yandan, 24 Ocak'ta başlayan neoliberal program, en acımasız reçetelerini Ilımlı İslam ikliminde, sözde Allah korkusuyla uygulayabilmekte, kitleleri sindirebilmektedir. Ekonomik anlamda yabancılaşma, toplumsal anlamda sendikasızlaşma en üst düzeyine varmıştır.
Soğuk Savaş sonrası Milli Güvenlik Kurulu'nda 1992'de Milli Güvenlik Siyaset Belgesi'nde öncelikli tehdit olarak,komünizm yerine bölücülük konulmuş, 28 Şubat 1997'de irtica eklenmiş, 2005'te küresel terör tehditleri zenginleştirmiştir.
Ilımlı İslam, bu tehditlerin neresindedir?
ABD ekseninde Ortadoğu'da Ilımlı İslam siyasası tıpkı, 1980'lerdeki Yeşil Kuşak stratejisi zeminindeki Türk-İslam Sentezi'ni andırmaktadır.
Darbelerin çıkmaz sokağı, ABD vesayetindeki müdahalelerin vardığı rotayı göstermektedir.
DEMOKRASİ'yi tramvay değil, yaşam tarzı kabul edenlerin yaşatacağını unutmadan, bir daha DARBE İSTEMİYORUZ NETEKİM.
KAYNAK:
DENİZ TANSİ, TÜRKİYE’DE 12 EYLÜL 1980 SONRASI YAZILI BASINDAKİ ‘TÜRK MİLLİYETÇİLİĞİ’ SÖYLEMİNİN MİLLETVEKİLİ GENEL SEÇİMLERİNE ETKİSİ, Marmara Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü Kamu Yönetimi Ana Bilim Dalı,Siyaset ve Sosyal Bilimler Bilim Dalı, (Yayınlanmamış Doktora Tezi), İstanbul, 2003.
DİPNOTLAR:[1] K.Evren, müdahale günü yaptığı konuşmada, adı geçen mitingde, İstiklal Marşı’na karşı yapılan saygısızlıktan söz edecektir.
[2] Milli Güvenlik Devleti doktrininin temeli, 24 Ağustos 1962’de ABD’de, Türkçe’ye Ulusal Güvenlik Konseyi olarak çevrilen kuruluşun, ‘NSAM 182’ koduyla yayınladığı‘Counterinsurgency Doctrine’ yani ‘Kontrgerilla Savaşı Doktrini’eylem notasına dayandırılmakta, sözkonusu notada, diğer ülkelerin güvenliği, ABD’nin iç güvenliği olarak kabul edilmekte ve ABD’ye müdahale etme yetkisi tanınmaktadır. (bkz: www.cs.umb.edu/jfklibrary/nsam182.htm)
[3] Bülent Tanör; Türkiye Tarihi 5 Bugünkü Türkiye 1980-1995, İstanbul:Cem Yayınları, 1997, s.26.
[4] ibid, s.29.
[5] Arsev Bektaş; Siyasal Propaganda, İstanbul: Bağlam Yayınları, 2002, s.153-154
[6] Bektaş; a.g.e., s.201-202.
MİLLİ GÜVENLİK DEVLETİ12 Eylül 1980’de, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin yönetime el koymasında, pek çok neden gösterilmektedir. B.Tanör, müdahaleyi gerçekleştiren Milli Güvenlik Konseyi’nin adının, ABD’nin 1960’larda ürettiği ‘Milli Güvenlik Devleti Doktrini’[2]nden esinlenilerek konulduğunu belirtmektedir.[3]
Türkiye, müdahale öncesi, yaşanan ekonomik ve siyasal karmaşa, sokak terörü açısından, uluslararası alanda, kaygı verici boyutlarda izlenmekteydi. Zira, Türkiye SSCB’nin komşusu, tek NATO ülkesi olması dolayısıyla, iç istikrarını, silahlı kuvvetlerini güçlü tutmak durumundaydı. 1980’lerin başında, ABD; Türkiye, İran ve Afganistan üçgeninde,Afganistan’ı SSCB’nin işgali, İran’da İslam Devrimi’nin gerçekleşmesiyle, geriye kalan Türkiye seçeneğinin de ‘kaybedilmesi’ endişesini taşımaktaydı. Konuyla ilgili, ABD Başkanı J.Carter, görevinden ayrıldıktan sonra yaptığı bir gezide Türkiye’ye uğradığında, 12 Eylül müdahalesiyle ABD’nin ferahladığını, Afganistan ve İran’dan sonra Türkiye’nin istikrarının da kendileri için son derece önemli olduğunu ifade etmiştir.[4] ABD’nin Milli Güvenlik Doktrini, 12 Eylül 1980 Müdahalesi’nin stratejik hedeflerini de şöyle belirlemiştir: Otoriter bir askeri rejim altında, antikomünizm ekseninde ‘Türk Milliyetçiliği’ ve İslami siyasetin bir arada tutulması, bu bağlamda bir yandan Atatürk Milliyetçiliği söylemi kullanılırken, bir yandan da ‘Türk-İslam Sentezi’nin benimsenmesidir. Bu siyasal ve ideolojik duruş, hem 12 Eylül yönetiminin, hem de ardından gelen ANAP iktidarlarının, temel doktrini olacaktır.Bu bağlamda, 12 Eylül 1980 rejiminin milliyetçi söylemi, NATO doktrinleri çerçevesinde oluşmuş bir içerikte yaşama geçmiştir. Milliyetçi söylem; müdahalenin lideri Kenan Evren’in, müdahale günü yaptığı konuşmadan, MGK üyeleriyle birlikte çıktığı yurt gezilerinde ‘halka hitaben yaptığı’konuşmalarda açıklıkla görülmektedir. K.Evren, askeri yönetimin yaptığı icraatı, kamuoyuna açık hava mitingleri ve tek kanallı televizyon aracılığıyla duyurmakta; siyasal meşruiyetini bu biçimde oluşturmaya gayret etmektedir. Askeri yönetimin ideolojik duruşunu, siyasal-toplumsal-ekonomik konulara bakış açısını, konuşmaların mesajlarından algılamak mümkün gözükmektedir.
K.Evren’in tek yanlı propagandası, Hitler’in Kavgam adlı eserinde başarılı propaganda için saydığı kuralları anımsatmaktadır: “a- az sayıda ve belirli düşünceyi, basmakalıp ifadeler kullanarak, sürekli biçimde tekrar edin ve tarafsızlıktan kaçının b- tartışmanın sadece bir yönünü ortaya koyun c- devlet düşmanlarını sürekli biçimde eleştirin d- özellikle yermek için belirgin bir düşman yaratın”[5] K.Evren, devletin komünizm tehdidi içerisinde olduğunu sürekli anımsatarak, ‘milli birlik ve beraberlik’le söz konusu sorunun aşılacağını dile getirmiştir. Karşıt görüşlere süreki atıfta bulunarak, farkında olmadan, düşman ilan ettiği görüşlerin propagandasını yapmıştır. A.Bektaş dikey propaganda türüne yakın olarak gösterdiği bu tür propagandanın, otoritesini kullanan bir siyasal önder tarafından, yukarıdan aşağıya doğru yapıldığını, kitle iletişimin tüm yönlerinin kullanıldığını ve kapsayıcı olduğunu ifade etmektedir. “Dikey propagandada, önderin şevk ya da nefret dolu haykırışları, kalabalığın haykırışlarının bir parçası olmakla birlikte, önder, kalabalıkla iletişime girmez, kalabalığın haykırışları, önderi sadece onaylamak anlamına gelir. Dikey propaganda, gerçekleştirilmesi en kolay olmakla birlikte, etkisi kısa sürede kaybolan propaganda türü olarak değerlendirilmektedir.” [6] K.Evren’in konuşmaları, özellikle, sivil yönetime geçiş arefesinde etkisini iyice kaybetmiş, hatta, T.Özal’ın seçim başarısında, K.Evren’in, seçimden bir gece once, T.Özal aleyhinde yaptığı televizyon konuşmasının etkili olduğu savlanmıştır.
Günümüzde, Ilımlı İslam'a dayanan AKP iktidarının oluşmasında en büyük pay 12 Eylül yönetiminindir.
Fethullah Gülen hareketi, 12 Eylül'den başlayarak, diğer sivil iktidarlar döneminde de süreklilik kazanmış, devleti cemaatleştirme noktasına getirmiştir. 12 Eylül zihniyeti, İslam'ı devletleştirmeye çalışırken, devleti İslamlaştırmıştır. Zorunlu din dersi, sendikalizm, siyasal partiler ve demokratik kitle örgütleri yerine, tarikat ve cemaatlerin desteklenmesi, adım adım ülkeyi çıkmaz bir sokağa götürmüştür.
Sosyal devlet yerine, cemaatlerin DENİZ FENERİ örneğindeki örgütlenmeleri, Fatih Altaylı'nın 11 Eylül tarihli Habertürk'ün internet yayınındaki köşesinde ifade ettiği gibi, alternatif bir sivil toplum yaratmıştır.
İktidar, Kenan Evren'e plaket verse yeridir. Öte yandan, 24 Ocak'ta başlayan neoliberal program, en acımasız reçetelerini Ilımlı İslam ikliminde, sözde Allah korkusuyla uygulayabilmekte, kitleleri sindirebilmektedir. Ekonomik anlamda yabancılaşma, toplumsal anlamda sendikasızlaşma en üst düzeyine varmıştır.
Soğuk Savaş sonrası Milli Güvenlik Kurulu'nda 1992'de Milli Güvenlik Siyaset Belgesi'nde öncelikli tehdit olarak,komünizm yerine bölücülük konulmuş, 28 Şubat 1997'de irtica eklenmiş, 2005'te küresel terör tehditleri zenginleştirmiştir.
Ilımlı İslam, bu tehditlerin neresindedir?
ABD ekseninde Ortadoğu'da Ilımlı İslam siyasası tıpkı, 1980'lerdeki Yeşil Kuşak stratejisi zeminindeki Türk-İslam Sentezi'ni andırmaktadır.
Darbelerin çıkmaz sokağı, ABD vesayetindeki müdahalelerin vardığı rotayı göstermektedir.
DEMOKRASİ'yi tramvay değil, yaşam tarzı kabul edenlerin yaşatacağını unutmadan, bir daha DARBE İSTEMİYORUZ NETEKİM.
KAYNAK:
DENİZ TANSİ, TÜRKİYE’DE 12 EYLÜL 1980 SONRASI YAZILI BASINDAKİ ‘TÜRK MİLLİYETÇİLİĞİ’ SÖYLEMİNİN MİLLETVEKİLİ GENEL SEÇİMLERİNE ETKİSİ, Marmara Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü Kamu Yönetimi Ana Bilim Dalı,Siyaset ve Sosyal Bilimler Bilim Dalı, (Yayınlanmamış Doktora Tezi), İstanbul, 2003.
DİPNOTLAR:[1] K.Evren, müdahale günü yaptığı konuşmada, adı geçen mitingde, İstiklal Marşı’na karşı yapılan saygısızlıktan söz edecektir.
[2] Milli Güvenlik Devleti doktrininin temeli, 24 Ağustos 1962’de ABD’de, Türkçe’ye Ulusal Güvenlik Konseyi olarak çevrilen kuruluşun, ‘NSAM 182’ koduyla yayınladığı‘Counterinsurgency Doctrine’ yani ‘Kontrgerilla Savaşı Doktrini’eylem notasına dayandırılmakta, sözkonusu notada, diğer ülkelerin güvenliği, ABD’nin iç güvenliği olarak kabul edilmekte ve ABD’ye müdahale etme yetkisi tanınmaktadır. (bkz: www.cs.umb.edu/jfklibrary/nsam182.htm)
[3] Bülent Tanör; Türkiye Tarihi 5 Bugünkü Türkiye 1980-1995, İstanbul:Cem Yayınları, 1997, s.26.
[4] ibid, s.29.
[5] Arsev Bektaş; Siyasal Propaganda, İstanbul: Bağlam Yayınları, 2002, s.153-154
[6] Bektaş; a.g.e., s.201-202.