Küreselleşme süreci, diğer örneklerde olduğu gibi, gerçekten ülkemizi de pek çok konuda etkiliyor, yaşanan olay ve olgular, yaşamımızın birer parçası oluyor, toplum içindeki tartışmalar, bu yüzeyde biçimleniyor. 7 Ocak 2015'te Paris'te Yemen El Kaidesi'nin üstlendiği terör saldırısıyla, Charlie Hebdo dergisinin 12 çizerinin katledilmesi, Türkiye'de gündemin hala en başta gelen tartışmalarını barındırıyor. Olayın sıcaklığı yaşanırken, Başbakan ve AKP Genel Başkanı Davutoğlu'nun sadece taziye yayınlamakla yetinmemesi, ardından teröre karşı, ifade özgürlüğünü savunan uluslararası yürüyüş için Paris'e gitmesi, beraberinde şaşkınlık ta yaratmıştı. Zira siyasal iktidarın İslamcı bakışı, Charlie Hebdo dergisinde, daha önce yayınlanan Hz.Muhammed karikatürlerine, acaba tahammül gösterecek bir olgunlukta mıydı? Terör kınanmıştı ancak, İslamcı kesimlerin "ama"lı, tahrik unsurunun altını çizen gerekçe üretme yarışı içinde, Davutoğlu'nun ilk hamleleri şaşırtıcı idi. Ne var ki, Charlie Hebdo dergisiyle gerçekleştirilen uluslararası dayanışma çerçevesinde, Cumhuriyet gazetesi, derginin bir seçkisini, kendi içinde yayınlayınca, saldırı sonrası çıkan ilk sayının kapağında, Hz. Muhammed'i andırdığı iddia edilen figürün, iki Cumhuriyet yazarının köşesinde yayınlanması, siyasal iktidarın gerçek yüzünü hemen ortaya çıkardı. Gazete yayınlanmadan, "makul şüphe"yle engellenmeye çalışılır, kolluk kuvvetleri dağıtım öncesi tedbir almaya çalışırken, seçkide "malum kapağın" yer almaması, dağıtımın gerçekleştirilmesini sağladı. Ancak, Cumhuriyet, olası saldırılardan korunma adına fiilen kolluk kuvvetlerinin günlerce kuşatması altında kaldı, başbakan bizzat Cumhuriyet'e yönelik hakaret ve olası saldırıların "doğal" olabileceğini ifade etti, gazete sık sık yetkililerce hedef gösterildi. Gazetenin yayınladığı günün gecesi "muntazam güçler", gazeteyi hedef alan protestoları Cumhuriyet'in önünde yaptılar, partizan medya, İslamcı örgüt ve kuruluşlar, "tehdit mesajları" yayınladılar. "Hepimiz Charlie'yiz" sloganıyla dünyanın dört bir tarafındaki "evrensel dayanışma" adına realize edilen gösteriler ülkemizde de yinelenirken, bir yandan da "Charlie değiliz" başlığında, onbinlerce kişinin katıldığı eylemlerde "hepimiz Hizbullahız" sloganı atıldı. Dolayısıyla, küresel bir gerilim, ülkemizdeki kutuplaşmayı daha da arttıran bir içerikle ülkemize yansıdı.
Bir başka küresel etki de, 25 Ocak 2015'te, komşumuz Yunanistan'da yaşanan seçimle gerçekleşti. Söz konusu seçimde, radikal Sol ittifak (Syriza)nın, birinci parti olacağı tahmin ediliyordu, ancak bu kadar puan farkı yaratacağı öngörülemiyordu. Buradan, 48-72 saat içinde yeni "başarı hikayeleri" üretilmeye başlandı. Özellikle Avrupa'da Soğuk Savaş sonrası, 1990'larda neoliberalizmin Sol'a ve Sosyal Demokrasi'ye etkileri, Blair-Schröder ekseninde yansırken, ifade edilen siyasal yaklaşımlar, 2000'lerde önemli gerilemelere sahne oldu. Fransa'da 2012'de Cumhurbaşkanlığına seçilen Hollande ve mensup olduğu Sosyalist Parti, verili zemindeki kapitalist sistemi ve AB'yi değiştirecek bir ideolojik zemine sahip olmasa da, "daha Sol" ve toplumsal içerikli vaatlerin, konuların gündeme gelmesi, kayda değer bir anlam taşıyordu. Bu bağlamda Fransa'da Sarkozy aşılmıştı, 2014'de ise Berlusconi ve siyasal müttefiklerini aşan Renzi'nin Demokrat Parti'si, İtalya'da Sol bir iklimi haber verse de, Renzi de "Sol içerikli" vaatlere rağmen, AB'yi, küresel sistemi aşacak bir meydan okumayı ortaya koymadı. Sadece İtalya'da "yeni bir siyaset"in emarelerini gösterdi.
Söz ettiğimiz Sol örnekler, AB içinde, daha çok siyasal özgürlükler, toplumsal dengeler üzerinde, Soğuk Savaş sonrasında, neo-liberalizmin, ekonomi ve siyasetteki etkilerini aşmaya çalışan, bununla birlikte sistemi zorlamayan çıkışlar ve değişimlerdi. Oysa İspanya'da Podemos, Yunanistan'da Syriza, hem kendi ülkelerindeki siyasal spektrumu değiştiren, hem de radikal çıkışlarıyla "acaba" sorularını akla getiren "sistemi değiştirme" potansiyeli olan siyasal hareketler olarak gündeme geldiler. Yunanistan'da iktidar olma şansını, "koalisyonun büyük ortağı" olarak yakalayan Syriza'nın, Sağ eğilimli Anel'le koalisyon hükümeti kurması, kafaları bir kez daha karıştırdı. Radikal Sol Syriza ile "Radikal Sağ" Anel'i ortak hükümette buluşturan anlayış, AB-IMF-Avrupa Merkez Bankası olarak adlandırılan Troyka'nın "kemer sıkma reçetelerine, Euro ve Euro bölgesine karşı olan tutumları idi. Syriza'nın Yunanistan'ın borçlarının yarısını ödeyebileceği vaadi, hükümet kurduktan sonra, temerrüde düşmeyecek, ancak borçları da yeniden yapılandıracak bir formülü ifade etmesi, yeni siyaset için, bilinmeyenleri yoğunlaştırıyor. Bu arada Syriza'nın genç lideri, Yunanistan'ın çiçeği burnundaki başbakanı Çipras, ilk icraat olarak, Yunanistan'daki özelleştirmeleri durdurdu. Uluslararası finans derecelendirme kuruluşları ilk günden Yunanistan'ın notunu kırdı.
Fransa'daki terör saldırıları ve Syriza'nın Yunanistan'da iktidara gelmesi gibi göstergelerle , yaşlı kıtadaki ekonomik ve sosyal krizin, radikal Sol, neofaşist hareketler, İslamcı terör yüzeyinde, değişik tepkilerle kendini ortaya koyduğunu gözlemleyebiliyoruz.
Türkiye'de 7 Ocak'taki saldırıların etkisi, iç kutuplaşmanın yoğunlaşmasıyla ve gerilimle değerlendirilirken, Syriza'nın başarısı da, Türkiye'de 13. yılına giren AKP iktidarına karşı seçeneklerin ele alınması biçiminde gündeme geldi. Öncelikle Syriza'nın Türkiye'deki karşılığı arandı. İronik olarak iktidar partisi AKP dahil, CHP-HDP-ÖDP-Birleşik Haziran Hareketi derken, talipliler çoğaldı. Elbette başarıya herkes ortak olmak ister. Ancak unutulmaması gereken, Syriza, Yunanistan'daki klasik siyasal spektrumu dağıtmış, PASOK'un adı neredeyse silinirken, Sağ'daki Yeni Demokrasi Partisi ağır bir yenilgi almıştır. Altın Şafak ise, faşist bir parti olarak, 3. parti olarak konumlanmıştır. Syriza'nın neo-liberalizme karşı siyasal tavrı çok nettir. 1980'lerden sonra Türkiye'de HP-SODEP-SHP-DSP-CHP çizgisinde, ekonomik devletçilik uzlaşma çerçevesinde hızla geride bırakılırken, zaman içinde piyasa ekonomisi, yeni dönemin vazgeçilmezleri arasında, AB Sol'undaki gibi yer almıştır. Özelleştirmelerle barışılmış, siyasal demokrasi konusunda, Batı'daki tarihi uzlaşma, ülkemiz Sol'una da egemen olmuştur. Soğuk Savaş sonrası Sol, bireyi yeniden keşfederken, çevre, kadın hakları, LGBT haklarında öncü olmuştur. Syriza-Podemos hattında, bu altyapıda sorun yoktur. Ancak piyasa ekonomisi, küresel kapitalizm çerçevesinde, önemli karşı çıkışlar vardır. HDP, etnik bir siyaseti, Sol bir söylemle ortaya koyarken, HDP genel başkanı Selahattin Demirtaş'ın genç ve dinamik bir siyasetçi görüntüsü vermesi, kendisinin Syriza lideri Çipras'a benzetilmesine neden olmuştur. ÖDP ise, yıllardan beri, Türkiye Sol'unun kendini aşamayan sarmalı içindedir.
2015 seçimlerinde Charlie Hebdo dergisine yapılan terör saldırısı ve Yunanistan'daki Syriza zaferi, Türkiye'de birer gündem maddesi olmuştur. Küreselleşme, 2015 seçimlerine doğrudan nüfuz etmektedir. AKP'nin bundan alacağı pay, daha güçlü bir iktidar mı, yoksa gerileyen bir siyasal dönüşüm mü olacaktır. Seçimin ertesinde, 8 Haziran'da konuşalım...
Bir başka küresel etki de, 25 Ocak 2015'te, komşumuz Yunanistan'da yaşanan seçimle gerçekleşti. Söz konusu seçimde, radikal Sol ittifak (Syriza)nın, birinci parti olacağı tahmin ediliyordu, ancak bu kadar puan farkı yaratacağı öngörülemiyordu. Buradan, 48-72 saat içinde yeni "başarı hikayeleri" üretilmeye başlandı. Özellikle Avrupa'da Soğuk Savaş sonrası, 1990'larda neoliberalizmin Sol'a ve Sosyal Demokrasi'ye etkileri, Blair-Schröder ekseninde yansırken, ifade edilen siyasal yaklaşımlar, 2000'lerde önemli gerilemelere sahne oldu. Fransa'da 2012'de Cumhurbaşkanlığına seçilen Hollande ve mensup olduğu Sosyalist Parti, verili zemindeki kapitalist sistemi ve AB'yi değiştirecek bir ideolojik zemine sahip olmasa da, "daha Sol" ve toplumsal içerikli vaatlerin, konuların gündeme gelmesi, kayda değer bir anlam taşıyordu. Bu bağlamda Fransa'da Sarkozy aşılmıştı, 2014'de ise Berlusconi ve siyasal müttefiklerini aşan Renzi'nin Demokrat Parti'si, İtalya'da Sol bir iklimi haber verse de, Renzi de "Sol içerikli" vaatlere rağmen, AB'yi, küresel sistemi aşacak bir meydan okumayı ortaya koymadı. Sadece İtalya'da "yeni bir siyaset"in emarelerini gösterdi.
Söz ettiğimiz Sol örnekler, AB içinde, daha çok siyasal özgürlükler, toplumsal dengeler üzerinde, Soğuk Savaş sonrasında, neo-liberalizmin, ekonomi ve siyasetteki etkilerini aşmaya çalışan, bununla birlikte sistemi zorlamayan çıkışlar ve değişimlerdi. Oysa İspanya'da Podemos, Yunanistan'da Syriza, hem kendi ülkelerindeki siyasal spektrumu değiştiren, hem de radikal çıkışlarıyla "acaba" sorularını akla getiren "sistemi değiştirme" potansiyeli olan siyasal hareketler olarak gündeme geldiler. Yunanistan'da iktidar olma şansını, "koalisyonun büyük ortağı" olarak yakalayan Syriza'nın, Sağ eğilimli Anel'le koalisyon hükümeti kurması, kafaları bir kez daha karıştırdı. Radikal Sol Syriza ile "Radikal Sağ" Anel'i ortak hükümette buluşturan anlayış, AB-IMF-Avrupa Merkez Bankası olarak adlandırılan Troyka'nın "kemer sıkma reçetelerine, Euro ve Euro bölgesine karşı olan tutumları idi. Syriza'nın Yunanistan'ın borçlarının yarısını ödeyebileceği vaadi, hükümet kurduktan sonra, temerrüde düşmeyecek, ancak borçları da yeniden yapılandıracak bir formülü ifade etmesi, yeni siyaset için, bilinmeyenleri yoğunlaştırıyor. Bu arada Syriza'nın genç lideri, Yunanistan'ın çiçeği burnundaki başbakanı Çipras, ilk icraat olarak, Yunanistan'daki özelleştirmeleri durdurdu. Uluslararası finans derecelendirme kuruluşları ilk günden Yunanistan'ın notunu kırdı.
Fransa'daki terör saldırıları ve Syriza'nın Yunanistan'da iktidara gelmesi gibi göstergelerle , yaşlı kıtadaki ekonomik ve sosyal krizin, radikal Sol, neofaşist hareketler, İslamcı terör yüzeyinde, değişik tepkilerle kendini ortaya koyduğunu gözlemleyebiliyoruz.
Türkiye'de 7 Ocak'taki saldırıların etkisi, iç kutuplaşmanın yoğunlaşmasıyla ve gerilimle değerlendirilirken, Syriza'nın başarısı da, Türkiye'de 13. yılına giren AKP iktidarına karşı seçeneklerin ele alınması biçiminde gündeme geldi. Öncelikle Syriza'nın Türkiye'deki karşılığı arandı. İronik olarak iktidar partisi AKP dahil, CHP-HDP-ÖDP-Birleşik Haziran Hareketi derken, talipliler çoğaldı. Elbette başarıya herkes ortak olmak ister. Ancak unutulmaması gereken, Syriza, Yunanistan'daki klasik siyasal spektrumu dağıtmış, PASOK'un adı neredeyse silinirken, Sağ'daki Yeni Demokrasi Partisi ağır bir yenilgi almıştır. Altın Şafak ise, faşist bir parti olarak, 3. parti olarak konumlanmıştır. Syriza'nın neo-liberalizme karşı siyasal tavrı çok nettir. 1980'lerden sonra Türkiye'de HP-SODEP-SHP-DSP-CHP çizgisinde, ekonomik devletçilik uzlaşma çerçevesinde hızla geride bırakılırken, zaman içinde piyasa ekonomisi, yeni dönemin vazgeçilmezleri arasında, AB Sol'undaki gibi yer almıştır. Özelleştirmelerle barışılmış, siyasal demokrasi konusunda, Batı'daki tarihi uzlaşma, ülkemiz Sol'una da egemen olmuştur. Soğuk Savaş sonrası Sol, bireyi yeniden keşfederken, çevre, kadın hakları, LGBT haklarında öncü olmuştur. Syriza-Podemos hattında, bu altyapıda sorun yoktur. Ancak piyasa ekonomisi, küresel kapitalizm çerçevesinde, önemli karşı çıkışlar vardır. HDP, etnik bir siyaseti, Sol bir söylemle ortaya koyarken, HDP genel başkanı Selahattin Demirtaş'ın genç ve dinamik bir siyasetçi görüntüsü vermesi, kendisinin Syriza lideri Çipras'a benzetilmesine neden olmuştur. ÖDP ise, yıllardan beri, Türkiye Sol'unun kendini aşamayan sarmalı içindedir.
2015 seçimlerinde Charlie Hebdo dergisine yapılan terör saldırısı ve Yunanistan'daki Syriza zaferi, Türkiye'de birer gündem maddesi olmuştur. Küreselleşme, 2015 seçimlerine doğrudan nüfuz etmektedir. AKP'nin bundan alacağı pay, daha güçlü bir iktidar mı, yoksa gerileyen bir siyasal dönüşüm mü olacaktır. Seçimin ertesinde, 8 Haziran'da konuşalım...