Siyaset yaşamında, hakkında en çok konuşulan, hakkında olumlu değer atfedilen, ne var ki bir türlü "ortak tanımlarda" buluşulamayan kavram herhalde DEMOKRASİ'dir.
İlkokuldan beri hafızalarımıza kazınan tanım, "halkın kendi kendini yönetmesi" idi. Sözkonusu tanım, insana bir hayli garip geliyordu. Zira "kendi kendine" denildiğinde, bir gariplik, anlaşılmazlık, muğlaklık, adına ne derseniz deyin, bir "görünmez duvar" zihinlerde oluşuyordu. "30 Eylül paketi"yle gündeme gelen "Andımız"ın kaldırılmasıyla "demokratikleşmiş" mi oluyorduk, Türklük bir ulusal tanım olmaktan çıkıp, "etnik" bir unsura mı dönüşüyordu? Rivayet muhtelif. Ancak kuşkusuz, Gramsci'nin nitelendirdiği zeminde, hegemonya, "kendi tarihi"ni, "kendi kültürü"nü, "kendi değerleri"ni yerleştirirken, kendi "kimliğini" de endoktrine ediyordu.
O zaman tartışalım. Yeni kimlik nedir? Açıklanan maddelerin yüzeyinde gerçekten yeni bir "Kürt açılımı" mı vardır? Elbette hayır. Aslında ifade olunan kimlik Müslümanlık çerçevesinde ete kemiğe bürünüyorsa da, sıkıntı şuradadır. Hangi Müslümanlık? Sünni-Hanefi bağlamında bir Müslümanlıksa, diğer Sünni mezhepler ne olacak? Alevilik, "ben de Aleviyim" diyerek, bir folklorik öğe konumuna mı indirgenecek? Müslüman olmayan unsurlar, uluslararası kamuoyunun dikkati çerçevesinde, birtakım gaspedilen haklarına kavuşurken, bu arada daha mı ötekileştirilecek? Bir düşünmek lazım.
Sözkonusu pakette "kamuda türban" başlığı dikkat çekerken, hala "azınlık vakıfları"ndaki iyileştirmenin yapısal anlamda tamamlanmaması, Heybeliada Ruhban Okulu'nun açılması konusunun ertelenmesi, Aleviler'in taleplerinin "bir başka pakete" bırakılması, "dağ fare doğurdu" izlenimini bırakabilir.
Dinsel ve mezhepsel kimliklerin, başat bir Sünni-Hanefi kimliğinin baskın olduğu ortamda , "tahammül" edilen, "lutfen" var olabildikleri bağlamda, soru dönüp dolaşıp, "hangi kimlik" başlığına takılıyor.
Demokratik yaşamı, soyut değerler bakışında, sadece "sandık"a indirgeyen, demokratik yaşamın, yerellik ve yönetişim zeminini yadsıyan bir "zihni gelenekten" ne beklenebilir?
Bir başka değerlendirmede, yurttaşların eşit unsur olarak, alt kimlikleri inkar edilmeden, laik bir hukuk etrafında bir araya gelmeleri, ulusun da bu temelde tarif edildiği parantezden çıkıldığında, etnik-mezhepsel-dinsel federasyon beklentileri boşunadır. Başat dinsel-mezhepsel kimliğin asıl, diğerlerinin "öteki" ve "azınlık" olduğu, otoriter ve muhafazakar bir kış beklemektedir herkesi...
İlkokuldan beri hafızalarımıza kazınan tanım, "halkın kendi kendini yönetmesi" idi. Sözkonusu tanım, insana bir hayli garip geliyordu. Zira "kendi kendine" denildiğinde, bir gariplik, anlaşılmazlık, muğlaklık, adına ne derseniz deyin, bir "görünmez duvar" zihinlerde oluşuyordu. "30 Eylül paketi"yle gündeme gelen "Andımız"ın kaldırılmasıyla "demokratikleşmiş" mi oluyorduk, Türklük bir ulusal tanım olmaktan çıkıp, "etnik" bir unsura mı dönüşüyordu? Rivayet muhtelif. Ancak kuşkusuz, Gramsci'nin nitelendirdiği zeminde, hegemonya, "kendi tarihi"ni, "kendi kültürü"nü, "kendi değerleri"ni yerleştirirken, kendi "kimliğini" de endoktrine ediyordu.
O zaman tartışalım. Yeni kimlik nedir? Açıklanan maddelerin yüzeyinde gerçekten yeni bir "Kürt açılımı" mı vardır? Elbette hayır. Aslında ifade olunan kimlik Müslümanlık çerçevesinde ete kemiğe bürünüyorsa da, sıkıntı şuradadır. Hangi Müslümanlık? Sünni-Hanefi bağlamında bir Müslümanlıksa, diğer Sünni mezhepler ne olacak? Alevilik, "ben de Aleviyim" diyerek, bir folklorik öğe konumuna mı indirgenecek? Müslüman olmayan unsurlar, uluslararası kamuoyunun dikkati çerçevesinde, birtakım gaspedilen haklarına kavuşurken, bu arada daha mı ötekileştirilecek? Bir düşünmek lazım.
Sözkonusu pakette "kamuda türban" başlığı dikkat çekerken, hala "azınlık vakıfları"ndaki iyileştirmenin yapısal anlamda tamamlanmaması, Heybeliada Ruhban Okulu'nun açılması konusunun ertelenmesi, Aleviler'in taleplerinin "bir başka pakete" bırakılması, "dağ fare doğurdu" izlenimini bırakabilir.
Dinsel ve mezhepsel kimliklerin, başat bir Sünni-Hanefi kimliğinin baskın olduğu ortamda , "tahammül" edilen, "lutfen" var olabildikleri bağlamda, soru dönüp dolaşıp, "hangi kimlik" başlığına takılıyor.
Demokratik yaşamı, soyut değerler bakışında, sadece "sandık"a indirgeyen, demokratik yaşamın, yerellik ve yönetişim zeminini yadsıyan bir "zihni gelenekten" ne beklenebilir?
Bir başka değerlendirmede, yurttaşların eşit unsur olarak, alt kimlikleri inkar edilmeden, laik bir hukuk etrafında bir araya gelmeleri, ulusun da bu temelde tarif edildiği parantezden çıkıldığında, etnik-mezhepsel-dinsel federasyon beklentileri boşunadır. Başat dinsel-mezhepsel kimliğin asıl, diğerlerinin "öteki" ve "azınlık" olduğu, otoriter ve muhafazakar bir kış beklemektedir herkesi...