1 Ekim 2012 gündemi, daha çok futbolla ve efsanevi kaptan Alex'in Fenerbahçe'den apar topar gönderilişi ile doluydu. Bu konuyu daha sonra "bir taraftar" olarak ele alacağım.
Ne var ki, Türk siyasal yaşamını derinden etkileyecek tarihi bir çıkış yaşandı söz konusu tarihte. 1 Ekim'de TBMM'nin yeni yasama yılı açılış konuşmasını yapan Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, içinden geldiği siyasal parti AKP'nin iktidarını ilk kez somut ifadelerle eleştirdi. Konuşmada üç konu dikkatleri çekti. Birincisi başkanlık sistemini benimsemediğini ortaya koydu. İkincisi "tutuklu vekillerin durumu" hakkında sitem etti. Üçüncüsü ise AKP kongresindeki "akreditasyon konusu"nu imalarla doğru bulmadığını ortaya koydu. İlginçtir ki, 2 Ekim 2012'de Türk medyasına Fethullah Gülen'in "sağ kolu" olarak lanse edilen, Zaman yazarı Hüseyin Gülerce "tek adam yönetimi", "akreditasyon eleştirisi" gibi konularda, oldukça sert ve net ifadelerle AKP iktidarını hedef aldı.
Bu bağlamda son günlerde muhafazakar basında, değişik içeriklerle dile getirilen "endişeli muhafazakarlar" başlığının, Gül-Erdoğan ikileminde başka bir zeminde ortaya çıktığını görüyoruz. Şöyle ki, son zamanlarda iddia edilen Gülen cemaati-AKP iktidarı zıtlığı, yanıltmaca bir durumu anlatmıyor. Gerek Gülen cemaati, gerekse de Çankaya, Erdoğan'ın "tek adam" yönetiminden oldukça endişeli. Erdoğan AKP kongresinde bu algıyı pekiştirecek bir üslupta konuştu. Numan Kurtulmuş'u AKP yönetimine monte ederek, Abdullah Gül'ün 2014 sonrası, AKP genel başkanı ve başbakan olmasını olanaksız hale getirmeye çalışıyor. 2013'e yerel seçimlerin alınma girişiminin nedeni, öncelikle Erdoğan'ın AKP'nin yerel yöneticilerini belirlemesini sağlamak.. Kendi meclis grubu ve yerel yönetimleriyle, 2014 Ağustos'unda "sandıktan çıkacak" ilk cumhurbaşkanı olmaya hazırlanan Erdoğan, muhafazakar tabanın taleplerini neredeyse bire bir yerine getiren hamleleri ardı ardına yaptı. "4+4+4" sisteminin eğitimde temel alınması, İmam-Hatip eğitimini "kitlesel ve zorunlu" hale getirecek bir algı yaratılması, üniversite kampüslerinde içkinin yasaklanması, kürtajı zorlaştıracak yasal önlemler alınması ve daha pek çok uygulama bu meyanda değerlendirilebilir. 2001'de AKP kurulurken "Milli Görüş gömleğini çıkardık" diyen Erdoğan'ın 11 yıl sonra, iktidarının 10. yılında, AKP'nin 4.Büyük Kongresi'nde Erbakan'ı anması, son derece anlamlıdır. Zira Erdoğan, Kurtulmuş'la birlikte, Milli Görüş tabanına, DP eski genel başkanı Süleyman Soylu ile DP tabanına mesaj vermektedir. Erdoğan, AKP ve kendi liderliği çerçevesinde "Büyük Sağ"ı bir araya getirmeye çalışmaktadır. Yeni hedef'in 2023'ten 2071'e kaydırılması ve Alpaslan'a yapılan atıf ise MHP ile bağlantılıdır. Bu arada "Türkiye seninle gurur duyuyor" sloganları eşliğinde konuşan, Irak anayasasına göre Kürdistan Bölgesel Yönetimi'nin başkanı ve KDP lideri Barzani ise "muhafazakar Kürt" tabanına yöneliktir. Altı çizilen yüzeyde bir tek Aleviler içerilememektedir. O yüzden de dışlanmakta ve ötekileştirilmektedirler. Batı'dan Doğu'ya, oradan Kuzey Irak ve Suriye'ye uzanan bir "Sünni kardeşliği", ulusçuluğun bittiği ,"federasyon etiketli" Osmanlı ya da Selçuklu motifleriyle işlenmektedir. Hegemon söylem ve otoriter liderlik te bu resmi tamamlamaktadır.
Bununla birlikte, bu kadar "geniş yelpazede", seçeneksiz duruma gelmeye çalışan Erdoğan, "rakipsiz" bir Çankaya yarışına hazırlanırken, belli bir süreden beri devam eden bir rahatsızlıkla yüzleşmek konumunda kalmıştır. Erdoğan'ın 30 Eylül'de "eksik bıraktığı" AB hedefi, Gül tarafından tamamlanmış ve vurgulanmıştır. Gülerce, 31 Mayıs 2010'daki Mavi Marmara hadisesinden sonra da "Saddamlaşmama" gibi, çok sert bir yaklaşımla Erdoğan'ı tenkit etmiş, Gülen de bu minvalde bir değerlendirme yapmıştı.
Gül-Gülen çizgisi, muhafazakarlaşmaya rağmen, "tek adam yönetimi" ve "Batı'dan kopma" konularında endişe duymaktadırlar.
Sağ'ın Sağ ile rekabetine alıştığımız çerçevede, Gül eğer Çankaya'ya bir kez daha aday olursa, kimbilir "endişeli modernler"in desteğini almayı da hesaplayabilir. Zira "muhafazakar olmayan" bir adayın Çankaya'ya çıkması çok zor gözüküyor.
Erdoğan'a karşı bir "endişeliler koalisyonu" hiç olmazsa "ikinci turda" gündeme gelirse, siyaset gerçekten beklenmedik hesaplara gebe olabilir.
Ne var ki, Türk siyasal yaşamını derinden etkileyecek tarihi bir çıkış yaşandı söz konusu tarihte. 1 Ekim'de TBMM'nin yeni yasama yılı açılış konuşmasını yapan Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, içinden geldiği siyasal parti AKP'nin iktidarını ilk kez somut ifadelerle eleştirdi. Konuşmada üç konu dikkatleri çekti. Birincisi başkanlık sistemini benimsemediğini ortaya koydu. İkincisi "tutuklu vekillerin durumu" hakkında sitem etti. Üçüncüsü ise AKP kongresindeki "akreditasyon konusu"nu imalarla doğru bulmadığını ortaya koydu. İlginçtir ki, 2 Ekim 2012'de Türk medyasına Fethullah Gülen'in "sağ kolu" olarak lanse edilen, Zaman yazarı Hüseyin Gülerce "tek adam yönetimi", "akreditasyon eleştirisi" gibi konularda, oldukça sert ve net ifadelerle AKP iktidarını hedef aldı.
Bu bağlamda son günlerde muhafazakar basında, değişik içeriklerle dile getirilen "endişeli muhafazakarlar" başlığının, Gül-Erdoğan ikileminde başka bir zeminde ortaya çıktığını görüyoruz. Şöyle ki, son zamanlarda iddia edilen Gülen cemaati-AKP iktidarı zıtlığı, yanıltmaca bir durumu anlatmıyor. Gerek Gülen cemaati, gerekse de Çankaya, Erdoğan'ın "tek adam" yönetiminden oldukça endişeli. Erdoğan AKP kongresinde bu algıyı pekiştirecek bir üslupta konuştu. Numan Kurtulmuş'u AKP yönetimine monte ederek, Abdullah Gül'ün 2014 sonrası, AKP genel başkanı ve başbakan olmasını olanaksız hale getirmeye çalışıyor. 2013'e yerel seçimlerin alınma girişiminin nedeni, öncelikle Erdoğan'ın AKP'nin yerel yöneticilerini belirlemesini sağlamak.. Kendi meclis grubu ve yerel yönetimleriyle, 2014 Ağustos'unda "sandıktan çıkacak" ilk cumhurbaşkanı olmaya hazırlanan Erdoğan, muhafazakar tabanın taleplerini neredeyse bire bir yerine getiren hamleleri ardı ardına yaptı. "4+4+4" sisteminin eğitimde temel alınması, İmam-Hatip eğitimini "kitlesel ve zorunlu" hale getirecek bir algı yaratılması, üniversite kampüslerinde içkinin yasaklanması, kürtajı zorlaştıracak yasal önlemler alınması ve daha pek çok uygulama bu meyanda değerlendirilebilir. 2001'de AKP kurulurken "Milli Görüş gömleğini çıkardık" diyen Erdoğan'ın 11 yıl sonra, iktidarının 10. yılında, AKP'nin 4.Büyük Kongresi'nde Erbakan'ı anması, son derece anlamlıdır. Zira Erdoğan, Kurtulmuş'la birlikte, Milli Görüş tabanına, DP eski genel başkanı Süleyman Soylu ile DP tabanına mesaj vermektedir. Erdoğan, AKP ve kendi liderliği çerçevesinde "Büyük Sağ"ı bir araya getirmeye çalışmaktadır. Yeni hedef'in 2023'ten 2071'e kaydırılması ve Alpaslan'a yapılan atıf ise MHP ile bağlantılıdır. Bu arada "Türkiye seninle gurur duyuyor" sloganları eşliğinde konuşan, Irak anayasasına göre Kürdistan Bölgesel Yönetimi'nin başkanı ve KDP lideri Barzani ise "muhafazakar Kürt" tabanına yöneliktir. Altı çizilen yüzeyde bir tek Aleviler içerilememektedir. O yüzden de dışlanmakta ve ötekileştirilmektedirler. Batı'dan Doğu'ya, oradan Kuzey Irak ve Suriye'ye uzanan bir "Sünni kardeşliği", ulusçuluğun bittiği ,"federasyon etiketli" Osmanlı ya da Selçuklu motifleriyle işlenmektedir. Hegemon söylem ve otoriter liderlik te bu resmi tamamlamaktadır.
Bununla birlikte, bu kadar "geniş yelpazede", seçeneksiz duruma gelmeye çalışan Erdoğan, "rakipsiz" bir Çankaya yarışına hazırlanırken, belli bir süreden beri devam eden bir rahatsızlıkla yüzleşmek konumunda kalmıştır. Erdoğan'ın 30 Eylül'de "eksik bıraktığı" AB hedefi, Gül tarafından tamamlanmış ve vurgulanmıştır. Gülerce, 31 Mayıs 2010'daki Mavi Marmara hadisesinden sonra da "Saddamlaşmama" gibi, çok sert bir yaklaşımla Erdoğan'ı tenkit etmiş, Gülen de bu minvalde bir değerlendirme yapmıştı.
Gül-Gülen çizgisi, muhafazakarlaşmaya rağmen, "tek adam yönetimi" ve "Batı'dan kopma" konularında endişe duymaktadırlar.
Sağ'ın Sağ ile rekabetine alıştığımız çerçevede, Gül eğer Çankaya'ya bir kez daha aday olursa, kimbilir "endişeli modernler"in desteğini almayı da hesaplayabilir. Zira "muhafazakar olmayan" bir adayın Çankaya'ya çıkması çok zor gözüküyor.
Erdoğan'a karşı bir "endişeliler koalisyonu" hiç olmazsa "ikinci turda" gündeme gelirse, siyaset gerçekten beklenmedik hesaplara gebe olabilir.