Günlük yaşamda çoğu zaman farketmediğimiz ancak medya yoluyla ele alındığında "tüylerimizi diken diken" eden bir konudan söz ediyoruz. Anadolu yarımadası, pek çok kavmin gelip geçtiği, belki de yerkürede ırkçılığın yapılabileceği en son coğrafya. Gelgelelim tarih boyunca pek çok "kanlı savaş"a da ev sahipliği yapan bir diyardan bahsediyoruz.
Etnik ve mezhepsel farklılıkları zenginlik olarak nitelendirmek güzel de, aksesuar olarak ele almak başka bir soru işaretini gündeme getiriyor.
Anadolu'da asırlar boyu süren birlikteliği "hoşgörü ve tahammül"le açıklamakta da bir sorun var. Zira "kim kime tahammül ediyor" sorusu,birilerinin diğerlerine lütfettikleri için var olmalarına ses çıkarmamaları anlamına geliyor.
Burada soru işaretinde bazı kaçamaklar var. Genelde Cumhuriyet'e yüklenerek, yüzyılların mirasını gözden kaçırma çabası gözden geçirilmelidir. Türk kavramı aslında "yurttaşlığın adı" olarak formüle edilirken, sosyolojik ulus tabanı zemininde bir oydaşma sağlanmaya çalışılmıştır. Ancak gizli kodlar, Cumhuriyet'e rağmen varlıklarını sürdürmüştür.
Osmanlı'da Sünni-Hanefi yüzeyinde bir özne "biz" olarak kabul edilmiştir. Özellikle "devşirme" yöntemiyle Hristiyan unsurlardan yönetici ve asker yetiştirilirken, Yahudiler'in 1492'den sonraki süreçte ticaretteki varlıklarına itiraz edilmemiştir.
Yavuz Sultan Selim'in halifeliği aldıktan sonraki politikaları, Aleviler'e karşı bir "ötekileştirme" hareketini asırlar boyunca, katliamlar ve baskılarla sürdürmüştür.
Osmanlı Müslüman olmayanlara gösterdiği "tahammülü" Aleviler'e göstermemiştir. 19. yüzyılda Yeniçeri Ocağı ortadan kaldırıldıktan sonra, Bektaşilik yasaklanmış, Nakşibendilik ön plana çıkmıştır. Modernleşme süreciyle birlikte Osmanlıcılık, İslamcılık ve Türkçülük akımlarında, yeni "bizler" ve "ötekiler" söz konusuyken, Ulusal Kurtuluş Savaşı'nın ardından yurtseverliğe dayanan bir anlayış gündeme gelmiş, bununla birlikte Lozan'da azınlıklar, Osmanlı geleneğinde olduğu gibi "din üzerinden" tanımlanmıştır. Aleviler Cumhuriyet'le nefes aldıysa da, asırların mirasındaki "bilinçaltı", günümüze dek süren politikalarda sorunları ortadan kaldırmamıştır.
Varlık Vergisi, 6-7 Eylül Olayları, 1964 kararnamesi ve 1974 Yargıtay kararlarında, Müslüman olmayan azınlıklara yönelik, "servetin el değiştirmesi" siyasaları "ulusal burjuva yetiştirme" zemininde değerlendirilmiştir.
Yeni "biz", Müslüman unsurlar üzerinden "Türklük"le tanımlanırken, Kürtler ve Aleviler dışında bir "biz" ortaya konmuştur. Sünnilik çerçevesinde Kürtler var olsa da kapsama alanına giremezken, Hanefilik dışındaki diğer Sünni mezhepleri de "biz" alanında temsil edilememiştir.
Böyle olunca "öteki"ne yönelik nefret söylemi, imparatorluk mirasıyla hep zihinlerde çeşitli vesilelerle yer almış, ifade edilmiştir.
Çözüm elbette yurttaşlığa dayalı yurtseverliktir. Atatürk Cumhuriyet'teki hedefinde Fransız devriminden esinlenen yurttaş-ulus kavramını yaşama geçirmeye çalışmıştır. Ne var ki, imparatorluğun kodları, bugün de Sünnilik çerçevesinde bir İslamcılık'la kendini hortlatmakta, İslamcılık ithal bir altyapıda, Arap milliyetçiliğine prim yapmaktadır.
Nefret söyleminin Ortadoğu odaklı olmasının nedeni, tam da buradan kaynaklanmaktadır.